Ölüm, kimini baba ocağında, kimini de gurbet kucağında bulur. Bazen, ansızın, beklenmedik bir şekilde gerçekleşir bu buluşma. Hazırlıklar tam ise, bu buluşma düğün gecesine döner. Yoksa akıbet endişe verici tabiki. Ölümle ilgili yazı yazmak, hele hele uçup gidenler bir de can dostları, gönül yareniyse, klavyenin tuşları adeta diken gibi olur. Dokundukça parmakları kanatır, gönlü yaralar. Maddi ve manevi yokluğun sokak sokak, kol gezdiği Somali’de can kardeşlerimiz, kalleş bir saldırı sonucu, aramızdan uçup gittiler. Uçup gidenlerin arasında, Hazar’ın kıyısından Somali’nin çölüne kanat çırpan, ismiyle müsemma Azeri öğretmen Kemale İsmailova da var.
İbrahim (a.s) ateşine su taşıyan karınca misali, cehaleti yok etmek için gitmişlerdi yokluk ülkesi Somali’ye. Azerbaycan muhacirlerinden Kemale Hanımefendi, “Biz varsak siz de varsınız; biz yoksak siz de yoksunuz” talihsiz ifadenin mucidi Bülent Arınç’ın, 7.Türkçe Olimpiyatları’nda vefa ödülünü vererek, ‘vefa soslu’ konuşmasıyla yâd edilen Gülnar Öğretmen’in de aynı zamanda ağabeyinin eşiymiş. Rahmetli Gülnar Hanımı, Azeri topraklarında, yıllar önce ebedi âleme uğurlayanların arasındaydım. (Bugünkü vefasızlığı anlamak için, o günkü ‘vefa soslu’ konuşmayı bir kez daha, bu linkten dinlemenizi tavsiye ederim: http://www.dailymotion.com/video/x9ia39_7-turkce-olimpiyatlari-bulent-arinc_shortfilms)
Evet, muhakkak ki, ölüm bir son değil, başlangıç. Yokluk değil, yeniden can buluş…Bütün bunları bilirsiniz, lakin bu hal, gurbet içinde ayrı bir gurbet olur sizin için. Sahi, hakkını helal edenler etti. Ya bu yiğitleri “haşhaşilik”, “terör örgütü” ve “vatan hainliğiyle” suçlayarak, günah alanlar, bin bir türlü eziyeti reva görenler, Somali’de vahşeti görmemezlikten gelen menfaatperestler, bu eğitim şehitleriyle helalleşme imkânını, bulabilecekler mi? Bu soruyu paslı vicdanlara emanet edelim.
İsmailova ve Çalka’nın mesai arkadaşı Mustafa Akay, bu müfterilerin nefret diline bir yıl önce şu ifadeyle cevap vermişti: “Bizlere ‘Haşhaşi, örgüt’ diye karalayanlara inanamıyoruz. Bana Allah gayesi dışında trilyonlar verseler Somali’ye gelmezdim. Burada iç savaş, terör ve yoksulluk var. Her gün etrafımızda bombalar patlıyor”
Gurbet ve Anadolu’dan uzak kalmak, içli türkü gibidir Adanmışların hayatı:
Bir yiğit gurbete gitse,
Gör başına neler gelir.
Hicret diyarına uzanan her bir küheylanın ayrı ayrı hayat hikâyesi var elbet. Esasında, insanların hikâyeleri, parmak izlerine benzer. Hepsi aynı gibi durur; ama aslında hiçbiri diğerine benzemez. Onların ruhuna nüfuz edip hayatlarını mercek altına aldığımızda şaşırtıcı hâller çıkar karşımıza. Her birinin anlatacak o kadar güzel hikâyesi var ki… Aslında bu büyük yolculuğun, hicretin daha doğrusu gidip de dönmeyenlerin hikâyesi…Belki de gidip de dönemeyenlerin bizlere yaşattığı ve öğrettiğine hikâye demek, büyük haksızlık olur.
İki yıl önce Adelaide’dan uğurladığımız eğitim gönüllüsü Sezer Morkoç da Avustralya’da toprağın bağrına düşmüştü. Kendi toprağına düşer, mezar taşı Anadolu’nun bağrı olabilirdi. Ama o, bu dertle hemhalken Anadolu’ya çöreklenenler, ‘Gönüllüler Hizmetini nasıl bitiririz? hesabını yapıyorlar(dı). Adalaide El-Halil mezarlığındaki definde son bir kez daha can evladına bakan ve hala gözümün önünde tazeliğini koruyan kardeşimiz Sezer’in yürekli anasının yere yığılışını müşahede etmeliydi, anasının dizinin dibinden ayrıl(a)mayan ülkemize çöreklenmiş, kansız ve yüreksizler…
Sezerlerin günahına giren kabadayılar, yeryüzünün bağrına düşmüşlerle nasıl hesaplaşırlar? Girsinler, dünya tarihinde emsali nadir görülmüş kahramanların günahına…İsterseniz şimdi bunu onlar düşünsün.
Gurbet ellerde teslim-i ruh eden, ‘önden giden’ atlıların ilki Manisalı Yasin Çalkım’ı, 23 yıl önce Kazakistan’da kara toprağın bağrına emanet eden, bir avuç insanın arsında bendeniz de vardım. Bozkır ülkesinin çorak şehri Atrav’da, Ural Nehri’nin azgın sularına kapılarak, ölümle pençeleşen Nursultan isimli öğrencisinin ‘kurtarın’ feryadına duyarsız kalmayan Yasin. Azgın sulardan öğrencisini kurtarmış ama kendisinin ruhu, Orta Asya’nın bozkırlarında kanatlanmıştı. Onu, Kazakistan’ın ilk şehidi olarak gözyaşı ve derin bir hüzünle uğurlamıştık. Can kuşunu gözünü kırpmadan veren adanmıştı o. Tıpkı, İsmailova ve Çalka’nın, teröre karşı, öğrencilerini kurşunlardan korumak için üzerlerine kapanıp, ruhunun ufkunu yürümeleri gibi… Adanmışlık “işte budur, böyle bir şeydir” demişlerdi.
Kazakistan’da yatan, Manisalı Yasin Çalkım’ı ve İzmirli Abdullah Güven’i, Moğolistan’da yatan Kahramanmaraş’ın yiğidi Âdem Tatlı’yı; Tuna Nehri’nin bağrındaki Gaziantepli Ali Aytekin’i dün anlamadı bugünkü müfteriler. Tanzanya’da okul bahçesine yiğitçe uzanan Erzurumlu esnaf Erkan Çağıl’ı; Türkmenistan’da yatan Ubeyd Türkyılmaz’ı; Güney Afrika’da elim bir kazayla uçup giden Moğolistanlı öğretmen Galimbek Şerifhan’ı anlamaz ‘modern mücahitler’, 20 bin km uzakta Adelaide şehrinde yatan Ardahanlı Sezer’i anlayabilirler mi? “Terör örgütü” iftirasıyla suçlanan ama terörist saldırıyla, aramızdan ayrılan Azeri Kemale, Hızır Çalka ve beraberindeki şehitleri hiç anla(ya)maz bu yüreksizler.
Her gün türlü iftiralarla bu yiğit Anadolu evlatlarını karalayan ve son olarak ‘Reza’nın pisliğine abanarak, üstünü kapatma uğruna, inandığı davaya canını veren bu gönüllüler hareketini, kara parayla itham eden müfterilere, şehit Çalka’nın ağabeyi Mahmut Çalka’nın sözleriyle, cevap verelim: “Kardeşim ve eğitim gönüllülerinin hayatı, valizlerden ibaretti. Valizle gittiler valizle döndüler”
Fazla söze gerek var mı? Belki de bazıları, ‘valizle gittiler, tabutla döndüler’ önemli bir kısmı da; coğrafyaları ve kıtaları fedakârlıklarıyla süsleyerek, canlarını emanet ettiler gittikleri topraklara. “Bilenler bilsin bizi, varsın anlamak istemeyen nadanlar, öylece kalakalsınlar” diyorlardır. Bedrin aslanlarıyla komşu olasınız, mekânınız cennet olsun.
e.cansever@yepyeni.zamanaustralia.com.au