Elmalı tefsirinde beyan edildiğine göre:
“İnsanlardan bazısı vardır ki, onun dünya hayatı hakkındaki sözleri, senin hayretini celbeder ve beğenecek olursun. O, kalbindekine Allah’ı şâhit tutar. (Kalbime, vicdanıma Allah şâhittir ki bu böyle, şu şöyle gibi yeminler ederek, tatlı tatlı diller dökerek seni kandırmak için parlak parlak sözler söyler ) Halbuki, gerçekte onun düşmanlığı yamandır (ve aslında murdar olan kimselerin düşmanlığı pek yaman, pek gaddar olur). Senden ayrılınca veya bir iş başına gelince, yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak ve ekinleri, nesilleri mahvetmek için koşar, dolaşır. Allah da bozgunculuğu sevmez, fesada razı olmaz. (Buna göre) O bozguncuya, ‘Allah’tan kork’ denilince de onu izzet-i nefsi tutar, daha fazla günaha sokar. Ona cehennem yeter. Bu cehennem ne kötü yataktır. ” (Bakara Sûresi, 2/ 204- 205 )
Bu âyetler, Sekîf Oğullarından Ahnes bin Şerîk hakkında inmiştir. Bu münafık, Zühre Oğullarının kendisiyle andlaşma yaptığı bir kimseymiş. Hz. Peygambere (S.A.V.) gelmiş, Müslüman olduğunu açıklamış. Diller dökerek muhabbetten söz etmiş, yeminler etmiş, sonra Hz. Peygamber’in (S.A.V.) huzurundan çıkınca, Müslümanların bir çiftliğine uğramış, ekinleri yakmış, hayvanları telef etmişti. (…) Bu münasebetle âyet, bir iş başına geçirilecek insanların dillerine bakılmayıp durumlarının incelenmesi gerektiğini bildirmek için, insanlardan üçüncü bir kısmın özelliklerini göstermiştir. ”
Bu tip insanlar gücü ele geçirince fesatçı ve kibirli karakterlerinin gereği nesilleri ve harsi (ürün ve kültürleri) bozmaya çalışırlar. Firavun ve Nemrut gibi olanlar, doğan çocukları kendi saltanatlarına engel olacaklar diye yok etmeye kalkışırlar. Kamboçya’daki Pol Pot gibi diktatörler tahsillileri, okuma-yazma bilenleri hatta gözlük kullananları öldürür, tahsil yuvalarını kapatırlar, eğitime ve kültüre engel olurlar. Maneviyat kaynaklarını kurutmak için uğraşanlar da vardır. Kendileri bir deccal veya süfyan oldukları halde, peygamberlik hatta ilahlık vasıfları ile övülme çok hoşlarına gider. Bir zamanlar Irak Diktatörü Saddam’ın, Cenâb-ı Hakkın doksan dokuz isim ve sıfatı gibi vasıfları olduğu söylenmişti… Hatta matematik hesapları ile bunu ispatlamaya çalışan adamları vardı.
Mussolini’ye gönderilen mektuplar yayınlanınca, kendisine ilâhlık izafe eden bir sürü ifade ortaya döküldü. Benzer şeyler Hitler ve benzeri diktatörler hakkında da söylenmiştir.
Musa Aleyhisselâm; ümmetinin haddini aşıp, açıktan Allah’ı görmek istemeleri sebebiyle şöyle bir yakarıda bulundu: “Yâ Rabbi! Dileseydin beni de bunları da daha önce imhâ ederdin… Bizi, şimdi, aramızdaki beyinsizlerin yaptıklarından dolayı helâk mı edeceksin? Bu sırf Senin bir imtihanından ibarettir. Dilediğini bu imtihanla şaşırtır, dilediğine yol gösterirsin. Sensin bizim Mevlâmız! Affet bizi, merhamet eyle! Sen affedenlerin en hayırlısısın.” ( Âraf Sûresi, 7/ !55 )
Bir âyette de şöyle buyuruluyor. “Akıllarını çalıştırmayanlara ise şeytanı musallat eder, o pislikte bırakır. ” (Yunus Sûresi, 10/ 100)
Yani bir zulümden, bir beladan kurtulmak için toplumun akıllarını kullanıp bir çıkış yolu için, kanun dairesinde ellerinden geleni yapmaları gerekir… Ama, “ Biz buna müstahakız” deyip, kendilerini düzeltmeyenler düştükleri pislik içinde debelenip dururlar…