Bütün dünyada, mektebin mabedleştiğine, öğrencilerin bu melekler otağında ruh yüceliği kazandırıldığına şâhit olduğumuz halde, cihanda sulh-u umumiyi sağlayacak kabiliyetteki bu güzelliği berhava etmeye çalışanlar var!..Bu nasıl bir çılgınlıktır? İnsan eksenli ve gönül yörüngeli olmayan eğitim anlayışı bütün dünyada yolun sonuna doğru giderken, hele hele bazıları öğrencilerine hoyratlık aşılayıp onları canavarlaştırırken, bu milletin himmetleriyle kurulmuş fazilet yuvalarına böyle bir düşmanlığın sebebini anlamak mümkün değil…
Otuz-kırk sene önce temeli ve prensipleri şu cümlelerle atılan bu eğitim yuvalarına hiç kıyılabilir mi?
“Her gün ayrı bir sancı ve ızdırapla, talebenin gönlüne inen, ders ve davranışlarıyla onun beynine silinmez renkli çizgiler bırakan muallim, yeri doldurulmaz bir öğreticidir. Onun içindir ki, günümüzde her şeyi kolaylaştırma usulü sayılan batı metoduyla talebeye bir şeyler verilebilse bile, hiçbir zaman iyi örnekler verilemeyecek ve ilimlerin gayesi öğretilemeyecektir. Bu güzel şeyler, ancak, sîması hakikat gamzeden, bakışları alabildiğine derin ve çıraklarına vereceği her şeyi gönül menşurundan geçiren muallim tarafından verilebilecektir.“Havarî, Hz. Mesih’in, çarmıha gerilme tehdidine rağmen, ders verdiğini görmeseydi, arslanların ağzına atılırken gülmesi lâzım geldiğini nereden öğrenecektir? İlk ve son yolun En Büyük Mürşidi’ne (sas) bel bağlayan sahabeler, O’nun kanlar içinde dahi, gönüllere yumuşaklık dilemesini görmeselerdi, ateşte “berd ü selam” (serinlik ve emniyet) olduğunu nereden bileceklerdi?
“İyi bir ders, mektebte ve muallim önünde öğrenilen derstir. Böyle bir ders insana sadece bir şey vermekle kalmaz; onu sonsuz bilinmeyenlerin huzuruna yükseltir ve ona sınırsızlık bahşeder. Bu dersin talebesi nazarında her hâdise, görünmeyen alemler üzerinde bir kanaviçe; o da hareket eden levhalar arkasında hakikatların müşâhidi olur.
“Böyle bir mektepte ne öğrenmeden, ne de öğretmeden doğmak düşünülemez. Nasıl düşünülür ki, kanatlanan muallimin himmeti, çırağını kâh yıldızlara yükseltir, kâh vicdanda soluk aldırır ve bu iki şey arasında duyulan hayret, hâsıl olan düşünce, onları yaşadıkları buudların dışına çıkarır.“İşte bize göre gerçek muallim; teker teker eşya ve hâdiselerdeki nirengileri yakalayan, bir alıcı ve verici kontaklaşması gibi, hayat ve vicdan arasında münasebet kuran, herşeyden gerçeği duymağa ve her dille ona tercüman olmaya çalışan, Yunus diliyle ‘Tur dağında Musa ile, / Elindeki asâ ile, / Deryâlarda mâhi ile, / Sahralarda âhû ile…’ Mevlâsını çağıran insandır.“Rousseau’nun üstadı vicdan; Kant’ın ki, vicdan ve aklın birleşmesi… Mevlâna ve Yunus mektebinde ise üstad, Hz. Muhammed (sas) Kur’an, bu ilâhî dersten nağmeler ve söyleyişler; ama bütün sözleri kesen, çokta biri gösteren, sırlı söyleyişler…
“Mekteb bu ışığın odaklaşacağı mukaddes yuva, Muallim bu esrar engiz laboratuarın sehhâr üstadıdır. İki büklüm belimizi sihirli elleriyle doğrultacak, ufkumuzu kaplayan karanlıkları temiz soluklarıyla giderecek mukaddes üstadı…” (M.F.G. Çağ ve Nesil-1)
On beş sene önce Muhammed Mertek Bey ile, bir araştırma merkezini ziyaret etmiştik. Görüştüğümüz bir profesöre, “Dünyanın her yerinde, okullar ve kolejler açmamıza izin veriyorlar, sizin milli eğitiminiz bize niye vermiyor?” diye bir soru sormuştuk. Bize “Bizimkiler şöyle düşünür: ‘Eğitimi biz biliriz, teknolojiyi biz biliriz. Hatta Amerikalılara bile biz öğrettik… Siz Türkiye’den gelip de burada ne öğreteceksiniz ki?.’ diye düşünürler” demişti. Ama eğitimleri insan eksenli ve gönül yörüngeli olmadığı için bu konuşmadan bir-iki sene sonra araştırmalar, onların eğitimde gerilediklerini gösteriyordu. Meşhur iki dergileri, bunu kapak yaparak “Eğitimimiz S.O.S. veriyor. Öğrenciler saygısız ve ilgisiz. Öğretmenlerimiz bezgin, isteksiz.” meâlinde sözler yazdılar ve haberler yaptılar…