-İman saadet-i ebediyenin anahtarıdır. Anahtar sadece kapıyı açar, o alem ameli salihle tezyin edilmelidir. İslam’ın temeli ve mebde-i; iman ve iz’andır, kalbin tastikidir. Müntehası ise; ihsan ve ihlasdır.
İnsan kalb hayatını imar etmeden, ruh ufkuna ulaşamaz. Ruhun füze gibi irtifa kaydetmesi kalbin iman ve iz’an ile donatılmasına bağlıdır.
İnsanın imanının derecesi Allah’ı tanıdığı ölçüdedir. Mevlayı tanıdığı ölçüde de seviyesine göre sorumlulukları vardır, herkes konumunun hakkını vermelidir.
Zirvelere çıkmak zordur. Hayatını zirvelerde sürdürmek daha zordur. Çünkü oralarda kar vardır, fırtınalar vardır, dayanmak, azimli ve kararlı olmak gerekir. İnsanın Allah indindeki seviyesi yükseldikçe sorumluluğu da o ölçüde büyür.
İmanın merkezi kalbdir. Kalb beyt-ü hüdadır.
İbrahim Hakkı Hazretleri:
“Dil beyt-i Hüdadır an-ı pâk eyle sivâdan,
Kasrına nüzul eyleye Rahman gecelerde.” diyerek sızlanmıştır.
Keşke; gece karanlıklarımızı imanla, ibadetle, zikir, göz yaşlarıyla ve fikirle aydınlatabilsek. Kalbin, gönül ve yürek manası da vardır. Kalb iki manada kullanılır. Birisi çam kozalağına benzeyen göğsün sol tarafında bulunan, motor gibi çalışıp emme basma pompası gibi faaliyet gösteren, bütün damarlara, damarcıklara, insan uzuvları arasında müteharrik olma imtiyazını sağlayan yönü tıpkı motor gibi…
İkincisi; birincinin alternatifi, melekûti yönünü temsil eden, şuur, idrak, ihtisas, akıl ve irade gücünün merkezi olan ruhani bir latifedir.
Filozofların nefs-i natıka, tasavvufta ise, “hakikati insaniye” denilen insanın, asıl hakikati işte bu kalbdir.
Allah’a muhatap olan, sorumluluk yüklenen ceza gören, hidayetle kanatlanan, mükafat alan, aziz görülen, zillete mahkum hale gelen, ilâhi marifetin “mir’at-ı mücella”sı olan işte bu latifedir.
İnsan, ruhuna, cismine, aklına onunla girer. O zaman kalb, ruhun gözü, basiret onun nazarı, akıl ruhu, irade de onun iç dinamizmidir.
Bu ruhani latîfe maddi olan, kalble sımsıkı alakalıdır. Zahiri kalble, insanın bütün duygularının remzi, hayat kaynağı olan bu latife-i Rabbaniyenin, bir hakikatin iki yüzü olduğunda şüphe yoktur.
Kur’an’da kalb denince ikincisi kastedilir. İman, marifetullah, muhabbetullah, zevki ruhani varlığın hakiki hedefleridir.
Kalb, bir yönüyle devamlı ruhlar alemine, diğer yönüyle cisimler alemine bakar. İkinci kalb itminana kavuşunca, cisimler alemine bakan kalb de huzur ve itminana kavuşmuş olur.
“Ey bizim kerim Rabbimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra kalblerimizi kaydırma…”(Al-i İmran 8) buyurarak Hz. Allah bize dua öğrettiği gibi,
Efendimiz (s.a.v) de “Ey kalbleri evirip çeviren Allah’ım! Kalbimi dininle sabitleyip perçinle.” (Tirmizi) buyurarak bize örnek oluyor.
Kalb bütün hayırların, bereketlerin insana ulaşmasında önemli bir köprü olduğu gibi, Zaf-ı imanla tehlikeli şeylere adım atmaya da vesile olabilir. Allah kainat ve insan arasındaki muvazeneyi kurma, gerçeği anlamaya vesile olacak çok kıymetli cihazlara sahip olduğumuz unutulmamalıdır.
Şeytan, küfürden, ucbdan, kibre, tul-i amelden hırsa, şehvetten gaflete, menfaatten makam düşkünlüğüne kadar yığın yığın zaaflarını, değerlendirme adına taarruz vaziyetine geçerek insanın bu boşluklarını kullanmaktadır.
Şerrinden emin olmak için kalbimizi rızay-ı ilahiye kilitlemeliyiz.
Kalb; düşünce, tasavvur, ruh, hatta beden sıhhati için adeta bir kale hükmündedir. İnsanın maddi manevi duyguları bu kaleye sığınır ve korunmuş olurlar.
İnsan için bu kadar önemli olan kalbin, Allah’ın en kıymetli emaneti olduğu şuuruyla korunmaya ihtiyacı olduğu unutulmamalıdır.
“Ey kalbleri evirip çeviren Allahım, bizim kalblerimizi de dinin üzere sabit kıl.” Amin