Karar yeni dönemin habercisi
Alman Meclisi’nde alınan “soykırım“ kararının Türkiye-Almanya ilişkilerinde bir yara izi bırakması kaçınılmaz. Bu yara izinin ne kadar derin olacağı ise iki tarafın bundan sonraki gelişmeleri nasıl yöneteceklerine bağlı. Karar, sadece Türkiye-Almanya ilişkilerinde değil, genel olarak Türkiye’nin öteki ülkelerle ilişkilerinde yeni bir dönemin habercisi olabilir. O da bir ülke uluslararası ilişkilerde yalnızlığa düşünce, buna benzer durumlarla karşılaşma ihtimalinin artmasıdır. Bir ülke güçlü ve dostluğu aranan bir ülke olursa, öteki ülkeler onu rahatsız etmekten çekinirler. Çok sayıda ülkeyle şu veya bu şekilde sorunu olan ülkeler ise daha kırılgandırlar. Bu nedenle Türkiye’nin bir yolunu bulup bu kadar çok sayıda ülke ile sorunlu olmaktan bir an önce çıkması gerekir.
AK Parti kurucusu ve eski Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış, Alman Meclisi’nin 1915 olaylarını “Ermeni soykırımı” olarak tanıyan kararıyla ilgi gelişmelerin iyi yönetilememesi halinde dış politikada yeni kırılmalar yaşanabileceğini söyledi. Kararın uluslararası hukukta geçerliliği olmadığını; ancak yeni siyasi baskıları getirebileceği uyarısında bulunan Yakış, “Türkiye Almanya’ya karşı başka ülkeleri tavır koymaya teşvikten kaçınmalı, yapamayacağı şeylere kendine angaje etmemeli.” dedi. Yeni Hayat’a özel mülakat veren Yakış’ın dış politikadaki gidişatla ilgili tespit ve önerileri şöyle:
Soykırımı sadece 3 merci tanımlayabilir
Öncelikle Türkiye, 1915’te Ermenilerin büyük bir trajedi yaşadıklarını inkâr etmiyor. Bir “mukatele” olduğunu, yani karşılıklı olarak Ermenilerin ve Türklerin birbirlerini öldürdüklerini kabul ediyor. Kabul etmediği şey, bunun, “soykırım” olarak tanımlanmasıdır.
Çünkü, hangi tür eylemin soykırım sayılacağı 1948 tarihli BM Soykırım Sözleşmesinde tanımlanmıştır. Anılan Sözleşmeye göre bir eylemi soykırım olarak tanımlama yetkisi sadece üç merciye verilmiştir. Bunlardan biri, soykırımın vuku bulduğu ileri sürülen ülkenin mahkemeleri (yani Ermeni konusunda Türk mahkemeleri); ikincisi Uluslararası Adalet Divanı; üçüncüsü de bu amaçla kurulmuş özel bir mahkeme.
1915 olayları konusunda bu üç merciden herhangi birinin verdiği bir karar bulunmadığına göre, bunlar dışındaki makamlarca alınmış kararların uluslararası hukuk açısından herhangi bir geçerliği yoktur.
Bu açıdan, gerek Alman Meclisi gerek başka ülkelerin parlamentolarınca alınan kararların hukuki geçerliği yoktur. Kararı daha ziyade Türkiye’ye karşı yöneltilen bir siyasi baskı aracı olarak görmek gerekir.
1915’e dair uzun vadelibir stratejimiz yok
1915 olayları Türkiye’de her yıl 24 Nisan yaklaşırken alevlenen ve o fırtına geçtikten sonra tekrar uykuya yatırılan bir konu olagelmiştir. 24 Nisan yaklaşırken ABD Başkanı’nın bu yıl yayınlayacağı demeçte “soykırım” sözcüğünü mü, “büyük felaket” sözcüğünü mü kullanacağına yoksa başka bir sözcük mü kullanacağına bakıyoruz. Kullandığı sözcüğe göre bir tepki gösteriyoruz. Sonra susuyoruz.
Uzun vadeli bir perspektif çerçevesinde bu sorunla nasıl baş etmeyi düşündüğümüzü açıklayan bir stratejimiz yok. Türkiye, Osmanlı arşivlerindeki ve öteki ülkelerin arşivlerindeki belgelere dayanarak bu konuda 1915 yılında tam neler olduğunu dünya kamuoyuna anlatmayı hedeflemeli ve bunu yapabilecek kendi bilim adamlarına gerekli her türlü imkânları sağlamalıdır.
Kitaplarımızın sayısı da bilimselliği de yetersiz
Ermeniler bu konuyu I. Dünya Savaşı günlerinden beri sürekli işliyor ve gündemde tutmaya çalışıyor. Şimdiye kadar Ermeniler bu konuda binlerce kitap ve on binlerce makale yayımlamışlar. Türk yazarların yayımladıkları kitapların hem sayısı hem de bilimsellik ve içerik açısından çok yetersiz. Veya bu açılardan yeterli olan kitaplarımızın sayısı çok az. Bu kitapların çoğu Türkçe; Türk’ün Türk’ü ikna etme çalışması neviden kitaplar.
Ermeni diasporasının bu işe harcadığı paralar yüz milyonlarca dolarla ölçülürken Türkiye’nin bu işe tahsis ettiği para da çok kısıtlı. Şimdiye kadar Ermeni aktivistlere karşı bireysel savaşım veren Türk vatandaşları devletimizin elde ettiği başarılardan daha fazlasını elde etti. Doğu Perinçek’in AİHM’de İsviçre’yi, Prof. Baskın Oran’ın kızı Sırma Oran-Martz’ın Fransız vatandaşı bir Ermeni’yi mahkûm ettirmesi iki örnek mesela.
Almanlar neden o zaman tavır almadı?
Alman Federal Meclisinin 1915 olaylarını soykırım olarak niteleyen kararı, benzer kararlar alan ülkeler kervanına bu kez Almanya’nın da katıldığını gösteriyor. Ancak Almanya’nın bu konuda özel bir konumu var: 1915 olaylarının vuku bulduğu tarihlerde Osmanlı ordusunda birçok birliğin komutanı Almandı ve Osmanlı makamlarının aldıkları Ermenileri tehcir kararına karşı tavır almaları mümkündü.
Ama o tarihlerde böyle bir tavır almayı gerekli görmemişlerdi. Böyle bir tavır almak için 101 yıl beklemiş olmaları, ya o tarihteki tutumlarının samimi olmadığını veya şimdiki tutumlarının samimi olmadığını ortaya koymaktadır.
Türkiye’nin yalnız kaldığı bir dönemde alındı
Alman parlamentosunun aldığı kararda Türkiye’nin bir dühûlü yok. İlişkilerin böyle bir duruma düşürülmesinde sorumluluğun tamamı bence Almanya tarafında. Türkiye’nin şanssızlığı ise böyle bir duruma uluslararası ilişkilerde yalnız olduğu bir dönemde yakalanmış olmasıdır. Veya Almanya’nın böyle bir adım atmak için Türkiye’nin yalnız olduğu ve uluslararası ilişkilerde irtifa kaybetmekte olduğu bir dönemi seçmiş olmasıdır. Bu verileri kolayca değiştiremeyiz.
Karara ilişkin 3 talihsizlik var
Böyle bir kararın Almanya gibi Ermeni tehcirine şu veya bu şekilde kendisi de bulaşmış bir ülkenin meclisinde alınmış olması talihsizliktir. İkinci talihsizlik böyle bir kararın Güney Batı Afrika’da Namibya’da 1904 ve 1908 yıllarında soykırım uygulamış bir ülkenin meclisinde alınmış olması. Ermeni tehcirinden sadece 7 yıl önce gerçekleştirilen o soykırım, Namibya’nın Herero kentindeki nüfusun yüzde sekseninin, Nama kentindeki nüfusun ise yüzde ellisinin yok olmasına sebep oldu. Bu olay BM’nin resmi belgelerine de yansımıştır. Üçüncü talihsizlik, bu kararın İkinci Dünya Savaşı sırasında Yahudileri, hiçbir suç işlemedikleri halde sadece Yahudi oldukları için soykırıma tabi tutmuş olan bir ülkenin parlamentosunda alınmış olması. Burada belki Almanya, soykırım suçu işlemede kendisine ortak arama gayreti içinde olabilir.
Cezayir, fransa’ya karşı soykırım hamlemizden rahatsız olmuştu
Krizi yönetirken Türkiye’nin kaçınması gereken bir iki hususu burada zikretmek isterim. Bunlardan biri başka ülkeleri Almanya’ya karşı tavır koymaya teşvik etmekten kaçınmaktır. Geçmişte Fransa kendi parlamentosunda Ermeni konusunda benzer bir karar geçirmeye çalışırken Türkiye de Paris’in Cezayir’de yaptıklarını gündeme getirmişti. Fakat Cezayirli yetkililer Türkiye’nin Fransa ile Cezayir arasına girmesinden rahatsız olduklarını dile getirmişler bu işe karışmamasını istemişlerdir. Türkiye bu kez de Almanya ile başka ülkeler arasındaki ilişkilere müdahil olduğu anlamına gelecek tavırlardan kaçınmalıdır. O ülkelerle Almanya arasındaki ilişkileri o iki ülkenin makamlarına bırakmalıdır. Türkiye’nin Almanya ile krizi yönetirken kaçınması gereken ikinci husus, yapamayacağı şeylere kendisini angaje etmemektir. Zaman içinde o söylediklerini yapamadığı takdirde hem ülke içinde hem de uluslararası alanda zor durumda kalır.
Rusya ile krizde top Türkiye’nin sahasında
Türkiye-Rusya ilişkilerinde bana göre top Türkiye’nin sahasında. İlk adımı Türkiye’nin atması gerekir. Bununla Türkiye Rusya’nın tüm şartlarını derhal kabul etmelidir demiyorum. Ancak bir yumuşama sürecinin başlatılması lazım. Sonra da o sürecin hassasiyetle yönetilmesi lazım.
ABD ve Almanya ile yaşanan krizler
ABD ve Almanya ile ilişkilerimizin içinde bulunduğu durum, sadece Türkiye’nin Ortadoğu politikalarından kaynaklanmıyor. Onunla ilgili boyutları da vardır; ama çoğu o ülkelerle ilişkilerimizin kendi dinamiklerinin sonucudur. Örneğin ABD ile ilişkilerimizde PYD’ye bakış açımızdaki fark şimdiki durumun en önemli faktörü olmakla birlikte, bu sorun yokken de ABD ile fikir ayrılığı içinde olduğumuz birçok başka konu vardı. Almanya ile Ermeni konusundaki kriz Ortadoğu politikamızdan bağımsızdır.
ABD ile PYD krizi sürpriz değil
Türkiye ile ABD arasında PYD konusunda yaşananlarda benim için bir sürpriz yok. Bölgeyi ve ABD politikasını doğru okuyabilen gözlemciler için de bir sürpriz olduğunu sanmıyorum. Türkiye Suriye özelinde ABD’yi kaybeder mi? Eğer Türkiye ABD’nin PYD politikasını doğru okuyabilirse ve ABD karşısındaki pazarlık gücünü yanlış hesaplamazsa kaybetmez.
Milliyetçi söylem tırmanışta
Son yıllarda milliyetçi söylemlerin daha sıkça dile getiriliyor olmasının birden fazla nedeni olduğunu düşünüyorum. Bunlardan birincisi Avrupa’da İslamofobi’nin yükselişte olması. İslam dinine yöneltilen haksız eleştiriler, halkının çoğunluğunun Müslüman olduğu ülkelerde milliyetçi söylemlerin artmasına neden olabilmektedir. İkincisi de Türkiye’de AK Parti’ye MHP tabanından oy cezbetmek veya AK Parti tabanından MHP’ye muhtemel kaymaları önlemek için de milliyetçi söylemlere itibar ediliyor olabilir.