O zaman Tayyip Erdoğan henüz başbakandı. 17-25 Aralık (2013) sonrası bir tarih.Başbakan Erdoğan’ın da nikâh şahidi olarak katılacağı ortak bir dostumuzun oğlunun düğünündeyiz. Eşimle oturduğumuz masada önemli işadamları, yüksek bürokratlar, bir-iki yargı mensubu da var.Konuşmanın götürdüğü yerde aklıma hınzırca bir soru geliyor: “Acaba” diyorum, “Cemaat’le yolu kesişmiş, himmet toplantılarında para taahhüt ederek desteklemiş, çocuğunu dershanelerine veya okullarına göndermiş, her yıl düzenledikleri iftarlara katılmış, Abant toplantılarında tebliğ sunmuş, Pensilvanya’ya giderek bağlılıklarını bildirmiş veya en azından Gülen’in hastalandığını işitince ‘Geçmiş olsun’ demek için aramış olanları ayırt etmeye yarayacak bir ‘matik’ cihazlı turnike koymuş olsalardı girişe, salonda bulunanların ne kadarı için öterdi o turnike?”
Cevap hep bir ağızdan geldi: “Herkes için…”
Okullarına çocuklar gönderildi
İslâmi hassasiyetleri bulunan insanların, içinde yer almasalar bile, yakın zamanlara kadar hoş gözle baktığı bir toplumsal hareketten söz ediyoruz.
“Aman çocuklarım iyi birer insan ve aynı zamanda iyi birer Müslüman olsun” diyen aileler için adres, şimdi kapatılan Cemaat okullarıydı.
Darbe girişimi sonrası çıktığı televizyon mülâkatlarından birinde, Enerji Bakanı Berat Albayrak ‘Cemaat okulu’nda eğitim aldığını kendisi açıkladı.
Gazeteci dostumuz Sadık Albayrak’ın iki oğlu da Cemaat okulunda okumuştur.
Melih Gökçek’in oğulları da…
[Samimiyet sınırları içerisinde paylaşmam gereken bir durum var: Beş çocuğumun hepsi iyi eğitim gördü; hiçbiri Cemaat okullarında okumadı.]
İlişkilerin karmakarışık olduğu ve en uzak sinir uçlarına kadar yayıldığı bir ortamda, Cemaat ile irtibatlılık‘suç’ sayılmaya başlayınca…
Kusura bakılmasın ama, insanlar ne yapacaklarını bilmez hale geliyorlar…
Herkes tedirgin
Çok uzun yıllar önce, Zaman gazetesinde kısa bir süre, ekmeğini kazanmak için, ‘destek elemanı’ olarak çalışmış, Cemaat’le mensubiyet ilişkisi bulunmayan ve sonradan devlette yine önemsiz bir göreve hakkıyla atanmış biri, aradığı bir dostuma, “Sıra bana da gelir mi?” sorusunu yöneltmiş…
Kimbilir kaç 100 bin kişi bu sorunun doğuracağı sonucun endişesi altında yaşıyor.
Çoluk-çocuğu ve aileleri de…
Hakkımız var mı o insanları böyle yaşatmaya? Hiç sanmıyorum.
Darbeciler… Onlara talimat verenler… Yanlış işlere karışanlar… Tamam.
Türk Silâhlı Kuvvetleri mensubu bir maceracı grup delice bir harekete kalkıştı… Darbe girişiminde bulunan bu insanlara yasaların öngördüğü en ağır cezalar verilmeli elbette.
Onların hareketlenmesinde dahli bulunanları da hesaba çekmeli ve cezalandırmalıyız.
Eğer ‘Cemaat mensubu’ kimliği taşıyan ve bu uğurda yasa-dışılığa kaymış… Sınav sorularını çalıp yandaşlarına dağıtmış,… Suçu-günahı bulunmayan insanlara iftiralar atıp hapiste yatmalarına sebep olmuş…
Bu insanlara da asla acımam; üzerlerine gidilip cezalandırılmalı.
Ancak sınırı da bir noktada çizmek gerekiyor.
Gittiğim bir yerde, dostum, biraz önce cebine ulaşan bir mesajı okuttu bana: “Bizim dairede çok üzücü şeyler yaşanıyor. Mesai ortasında insanların odasını basıp arkadaşlarının gözleri önünde bilgisayarlarına el koyuyor ve bulundukları yerden uzaklaştırıyorlar. Mesai bitip çıkana kadar yüreğim ağzımda bekledim. Pazartesi nasıl bir manzarayla karşılaşacağım, bilemiyorum.”
Dostum, mesajı gönderenin, yolu Cemaat’la hiç kesişmemiş, İmam-Hatip’te okuduğu için yüksek eğitimine yurtdışında devam etmek zorunda kalmış bir genç olduğunu söyledi.
Kitapları yakmak… Kitapları gömmek…
İnsanlar şu sıralarda vaktiyle kendilerine tavsiye edildiği için edindikleri kitapları yakıyor veya gömüyorlarmış…
Yukarıdaki cümlemi okuyunca sizlerde nasıl bir duygu oluştu, bilmiyorum; ancak benim özel tarihimde buruk hisleri bugün bile duymama yol açan kötü anılar var.
Türkiye’nin 2. askeri müdahalesi (1971) günlerinde, ben bir ara yurtdışına çıkmıştım. Döndüğümde, kitaplığımdaki bir rafın bütünüyle boşaldığını fark ettim. Annem-babam “Ne olur, ne olmaz” diye uzak bir akrabanın yazlığına götürüp toprağa gömmüş, başta Risale-i Nurlar olmak üzere dini kitaplarımı…
Gitti-gider, bugün elimde bulunsalar ‘ilk baskı değeri’ için camekânda sergileyeceğim kitaplar, ölü bir beden gibi sokuşturuldukları toprağın altında çürüyüp gittiler.
Nereye götürüp gömdüklerini neden sonra söyledi bizimkiler…
Eminim, benim yaşıma yakın pek çok kişinin –muhtemelen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da– o günlerin dehşetini anlatmaları gerektiğinde başvurdukları, 1960, 1971 ve 1980 darbelerinden benzer anıları vardır.
Bugün de insanlar ‘suç kanıtı’ sayılabilir diye sahibi oldukları kitapları yok etme çabasına girmişlerse, takkelerimizi önümüze koyup durum muhasebesi yapmamız gerekiyor.
Tam 9 adet 1 dolarım var
Dün ben de tedirginliğe kapılıp âni seyahatlere çıkmam gerektiğinde uzandığım cüzdandaki yabancı paralara göz attım. Çok sayıda bozuk para yanında 1 dolarlarım da var. Hem de tam 9 adet… İçlerinden 3 tanesi ‘F’ silsilesinden… Ancak bunların teki bile Saylorsburg menşeli değil.
ABD’ye gidenler bilir. Adamların 1 kuruşu (cent) bile değerlidir ve bizden farklı olarak, sözgelimi 10.99 etiketli bir malı alırken, kasiyere 11 dolar verdiğinizde, o kuruşu mutlaka müşteriye iade ederler. Bu sebeple, ABD seyahatlerinden sadece alış-verişte alınanlarla değil, bir sürü bozuk para ve 1 dolar ile dönülür.
Eminim, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Muhammed Ali’nin cenazesine katılmak üzere geçen ay ABD’ye giden heyetin üyelerinde de 1 dolarlar vardır. Bazısı herhalde ‘F’ silsilesindendir de…
Ben şimdi son ABD seyahatimden geri getirdiğim o 1 dolarları ne yapmalıyım?
Şeytan kulağıma “Yak” diye fısıldıyor.
Yakayım, ama her biri 3 TL değerinde; 9 adedi neredeyse 30 TL ediyor…
Durumu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dikkatine sunuyorum
Eskiden, önceki darbelerde, sonradan hayal kırıklıklarına ve pişmanlıklara yol açmış davranışlar, çok sayıda öyküye ve az da olsa romana konu olmuştur. Genellikle ‘sol’ kesime daha ağır vurduğu için, ‘solcu’ yazarların eserlerinde…
Doğrusunu söylemek gerekirse, ya şimdi kitapların yakıldığından haberdar olmadıkları, ya da umursamadıkları için, bu konuda herkes sessiz. ‘Sol kökenli’ olmayan eli kalem tutanlarımız da… Artık hangi sebepleyse… Belki de benim gibi utandıkları için…
Konuya girmiyorlar. Girmiyoruz.
Türkiye’de her iyi ve kötü şey için başvuru mercii o olduğu için, ben de, etrafımda olup biten veya haberdar edildiğim bu davranış örneklerini Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın dikkatine sunuyorum.