Röportaj Mesut Çevikalp
Dr. Can Baydarol basın özgürlüğü, ifade hürriyeti ve otoriter uygulamalar nedeniyle Türkiye’nin yakın zamanda AB’ye girmesinin mümkün olmadığını söyledi. Yeni Hayat’a konuşan Baydarol; Davutoğlu ve Bozkır’ın imzaladığı mülteci anlaşmasının ise Türk milletine ağır bir fatura ödeteceğini belirtti.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan geçtiğimiz günlerde Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) arasında 2005’ten beri devam eden müzakereleri durdurmak için referanduma götürebileceklerini söyledi. Yeni Hayat’a konuşan Avrupa Birliği ve Küresel Araştırmalar Derneği (ABKAD) Başkan Yardımcısı Dr. Can Baydarol, Türkiye’nin AB’ye üyelik müzakerelerinin zaten fiilen askıya alındığını belirtti. Türkiye’de medyaya artan baskılar, ifade hürriyeti kısıtlamaları ve otoriter yasaların Brüksel’de ciddi rahatsızlığa yol açtığının altını çizen Baydarol’a göre mevcut şartlarda Ankara’nın AB’ye tam üye olma olasılığı yüzde sıfır. Can Baydarol, Türkiye-AB ilişkileri konusunda şunları söyledi:
Haber, soykırım krizine kurban gitti
Almanya, Türkiye-AB ilişkilerinin gerilimini üzerinde hissediyor. Mülteci Anlaşması’nın stresi en çok Almanya’yı geriyor. Bir de bunun üzerine Federal Almanya Meclisi’nin aldığı ‘soykırım’ kararı Berlin’i Ankara karşısında savunmaya düşürdü. Büyükelçi Haber’in diplomatik teamüllere uymayan açıklamaları karşısında Türkiye’den yükselen tepkileri bertaraf edemedi.
Alman asıllı Haber’den görevi bırakmasını istedi. Almanlar Türkiye’ye bir nevi jestte bulundu. Ancak uzun vadede Brüksel Türkiye’nin Delegasyon Başkanı’nı istenmeyen adam durumuna düşürmesini unutmaz. Yeri geldiğinde faturayı Ankara’nın önüne koyacaktır. Normalde Türkiye-Almanya, Türkiye- Fransa ilişkilerinin oyulması Türkiye-AB ilişkilerini bozar. Ancak ortada yürütülmesi gereken bir mülteci anlaşması olduğu için Brüksel sessizliğini koruyor.
AB, müzakere sürecini fiilen askıya aldı
Türkiye-AB tam üyelik müzakeresi 11. yılına girdi. Tarafların 57 yıllık bir ortak geçmiş var. Buna karşın süreç çok ağır işliyor. AB tarihinde Türkiye gibi üyelik müzakeresi 10 yılı aşan ikinci bir örnek yok! Bunda işin en başında Ankara’nın müzakere masasına ucu açık şekilde oturmayı kabul etmesi büyük rol oynadı.
Türkiye müzakerelere üyelik garantisi almadan başladı. Diğer adaylardan farklı olarak Avrupa’da Türkiye’ye karşı duyulan önyargı, Türklerin birlik içinde istenmemesi, tarih ve dinden kaynaklanan çekinceler ürecin bu denli uzamasına yol açtı. Ancak Türkiye’nin AB üyeliğini ne kadar istediği de ayrıca tartışılır. Özellikle bugünlerde AB’ye ciddi bir karşıtlık var. Brüksel işin en başında Türkiye’nin gerekli adımları atmaması halinde müzakerelerin askıya alınacağını işaret etti. Yani bir çeşit aba altından sopa gösterildi.
Bugüne baktığımızda AB, hukuken olmasa da fiilen müzakereleri askıya almış durumda. 11 yılda sadece 14 fasıl açıldı, bunlardan sadece biri, o da içi boş olduğu için kapandı. Süreç bu hızla giderse İngiltere Başbakanı David Cameron’ın dediği gibi, Türkiye AB’ye belki 3000 yılında tam üye olacak. Bugünkü iç ve dış politika tercihleri ile Avrupa’nın o konulardaki pozisyonuna bakıldığında Türkiye’nin yakın vadede tam üyelik olasılığının yüzde sıfır olduğu görülüyor.
AB, Türkiye’nin mülteci şantajının altında kalmaz
Türkiye ile AB arasında Mart ayında imzalanan Mülteci Anlaşması halka büyük bir kazanım olarak sunuldu. Hatta dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu anlaşma için müzakerelerin sürdüğü sırada ‘Kayseri pazarlığı yaptık.’ dedi! Bana göre can derdinde olan Suriyeliler üzerinden yapılan o anlaşma bir ahlaksız teklifti. Teklifi bize sunan AB ahlaksızlık yaptı. Türkiye de buna ortak oldu. Anlaşma pekala ortak geçmiş veya uluslararası hukuk üzerinden yapılabilirdi. Mülteci krizi Türkiye’nin müzakere sürecindeki pozisyonunu değiştirdi. Havuç-sopa denklemini bu kez Ankara Brüksel için kurdu. Koşul koyma üstünlüğü Ankara’ya geçti. Hatta Türkiye, AB karşısındaki bu üstünlüğünü Geri Kabul uygulamasını tehir ederek şantaja çevirdi! Ancak Brüksel bu şantajın altına kalmaz. Vakti gelince faturasını ortaya koyar.
AB terör yasasındaki ısrarını yumuşatacak
AB bu dönemde Türkiye’yi bir nebze de olsa alttan alıyor. Çünkü Mülteci Anlaşması’nı işletip, Avrupa’ya geçen 3 milyonluk yükü Türkiye’ye göndererek kurtulmak istiyorlar. Anlaşmadan kazançlı çıkan taraf Brüksel zira. Bu bağlamda Ankara’ya dayattıkları Terör Yasası değişikliğinde yumuşamaya gidebilirler. Aslında Brüksel açısından terör yasası işin görünen kısmı, perde arkasında medya baskınları, ifade özgürlüğünü kısıtlamaları ve hukukun üstünlüğünün sağlanamaması gibi başka sorunlar var. Ayrıca Brüksel Türkiye’ye vize serbestiyeti vererek birliği en temel değerlerinden olan Schengen sistemini yaralamak istemiyor. Zira Schengen yaralanırsa birlik dağılabilir! Bundan dolayı Türkiye’den gelen vize serbestiyeti talebini kendine göre formüle etmeye çalışıyor. Karşılıklı pazarlıklar sürüyor, Ankara anlaşma için Temmuz tarihini verse de Brüksel süreci Ekim ayına kadar sarkıtma niyetinde.
Vizesiz seyahat Avrupa’ya yerleşme anlamına gelmiyor
Türk hükmeti Mülteci Anlaşması’nı halka ‘büyük başarı’ şeklinde sunsa da işin özünde Türkiye alan değil, veren taraf. Mesela onca mülteci yükünü üstlenme karşılığında Türkiye’ye vizesiz seyahat imkanı verilecek sözde. Yani Türkler Avrupa’da turist gibi gezebilecek. İkamet, oturum, çalışma izinleri olmayacak. Hükümet kamuoyunda puan kazanmak için işin bu yönünü halka göstermedi. Dahası 3 milyon mülteciyi ülkeye alma gibi bir yükümlülüğün altına giriyor hükümet. Ve bu insanlara Türkiye’de sınırsız yaşama imkanı tanıyor. Türkiye’nin zaten bin tane sorunu var. İstihdam, eğitim, güvenlik… Bir de üzerine Avrupa’nın mülteci yükünü üzerine alıyor.
Anlaşmaya imza atan Başbakan Ahmet Davutoğlu ile AB Bakanı Volkan Bozkır koltuğundan olsa da gelecekteki faturayı bütün Türk milleti ödeyecek.
Batı ile krizin ana kaynağı Türk dış politikasının bozulması
Batı dünyasında Türk dış politikasından ciddi rahatsızlık var. Türk dış politikası AB kriter ve değerlerinin tam tersinde işliyor. Ankara son dönemde attığı adımlarla Avrupa ve ABD’nin petrol hesaplamalarını altüst etti. ABD, Rusya karşısında petrol fiyatını koza çevirmek için Suriye’de bir dizi adım attı. Petrol ve enerji hatlarını ele geçirerek fiyatları düşürdü. Bunu da Irak Kürtleri ve Suriye Kürtleri üzerinden kurguladı. Petrol musluğunu ele geçirmek istedi. Rusya da bunu engellemek için Suriye’ye girdi. Putin’in ana derdi Esed’i kollamak değildi, oradaki oyunu bozmak istedi. Ancak Türkiye ABD-PYD işbirliğine PKK penceresinden yaklaşarak karşı çıkınca Batılıların kurgusu bozuldu. ABD de Suriye’ye inen Rusya ile anlaşmak zorunda kaldı. Türkiye izlediği siyasetle iki ezeli hasımı bir araya getirirken kendini denklemin dışında bıraktı.
Ab raporları otoriterleşmeye işaret ediyor
AB’de mevcut Türkiye algısı çok kötü! Türkiye’ye yönelik şu an çok ciddi bir endişe mevcut. Venedik Komisyonu raporları, İlerleme Raporu çalışmaları, AB’nin iç yazışmaları Türkiye’nin giderek otoriterleştiğini vurguluyor. Türkiye bu haliyle yabancı yatırımcı çekemez artık, mevcutlarını da kaçırır. AB Bakanları artan düzeyde Brüksel’den yüz çevirme tavrını takınsalar da Türkiye’nin Bulgaristan ve Yunanistan’ın dışında, yani Avrupa’nın dışında dış dünyaya açılan komşusu kalmadı! Ekonomi hiçte iktidarın anlattığı kadar toz pembe değil. Türkiye’deki 60 bin TIR’ın yaklaşık 40 bini boşta yatıyor!