Hiç namaz yorgunluğu olur da Tenkil yorgunluğu olmaz mı?
Dağıldık… Alemin dört bir yarına yediveren tohumlar gibi. Sürüldük… Sürgüne durduk sürgünde, yeşeren ümitlerle…Yeni bir doğuşun, yeniden doğuşun sancısı bu amenna… Ama yoruyor Tenkil… Şöyle iman tazeleyen bir nefes çekmeli her sabah… Şöyle, bir gün gelip, “Hey gidi günler! Ne güzel günlermiş o günler! O sürgünde sürgün verdiğimiz günler! O, aman bir sonraki düşen, hevasına, hevesine takılıp kalan ben olmayayım gerilimiyle koştuğumuz günler!” hissiyatıyla bugünleri hatırlayacağımız hayalini şu Tenkil çölünün ortasında vaha yapıp, serabında serapa serinlemeli her akşam… Yoksa yakıyor Tenkil… Bunaltıyor…
Kazanmak veya kaybetmek değil mesele… Kazansak, haklılığımız halk nezdinde teslim edilse, “zulüm devam etmez” hükmünün delillerinden biri oluruz. Kaybetsek, kaybolsak, gaybubete gark olsak, Ahiret’in ve hesap gününün varlığının bir delili oluruz. “Madem Allah var, ve madem bu alemde, işte böyle, Allah’ın sonsuz ve eksiksiz adaletine yakışan bir adalet görünmüyor… Demek bazı meseleler bir Mahkeme-i Kübra’ya bırakılıyor,” der hikayemizi dinleyenler…
Kazanmak veya kaybetmek değil mesele… Ademoğullarından bazıları, meleklerin, “Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın?” istifham-ı itirazilerine (karşı çıkış sorusu) surî de olsa haklılık payı çıkarıyorlar ya… Bu yoruyor işte… Bu bunaltıyor… “Esma dersinin talebeleri bunları nasıl yapar?” istifham-ı istiğrabisine (garipseme sorusu) zorluyor insanı…
Adaletin geciktiği, zulüm zamanının uzadığı gibi bir tevehhümümüz yok yoksa… Beden kafeslerinde tutsak olmayanlar için bütün gelecekler yakındır ne de olsa. Ne kadar uzak olursa olsun, muttakilere va’d olunmuş olan o gelecek, madem ki gelecektir, yakındır. Madem ki yakındır, ne kadar uzun olursa olsun kısadır Tenkil zamanı da… Madem kısadır, ona değil, ondan sonrasına bakmalı insan. Azığını Erdoğan sonrası döneme göre hazırlamalı…
Hem Kıyamet’e kadar yaşayacakmış tevehhümüyle nefislerimizin bağlandığı kurumların, binaların, sevgi ve takdir halkalarının kaybolmuş olması da değil mesele… Bekaya müteveccih olan bin cihetle bakileşir. Kendilerini kayyum-u baki zanneden kayyımların bin yılları, Beka namzetlerinin Hazreti Baki’nin rızasına yönelmiş birkaç dakikası kıymetinde değildir. Zulüm karanlığı bin yıl sürse, madem ki ademîdir, Hazret-i Vacib’ül-Vucûd indinde hiç kıymeti yok. Hazret-i Adil-i Lem Yezel’in adalet güneşi bir dakika tele’lü etse, madem ki vücûdîdir, bize yeter. Bir tek var, milyonlar yokları yok eder. O bir tek var, bu yıl gelmiş, on yıl sonra gelmiş, bin yıl sonra gelmiş, bu dünyada gelmiş, veya ahirette gelmiş fark etmez. Ummak ve beklemek ve istemek suretinde olan dualarımız ise, musibet vakti o duaların vakti olması hasebiyledir. Yoksa musibet illet değil, musibetin def’i de maksat değil. Öyle olsaydı netice illete nâfî olur, sonuç sebeple çelişirdi… “Ne zaman bitecek, niye hala bitmedi” misali kadere rızasızlık ve tenkit ve hatta Rabb’e itimatsızlık işmam eden serzenişler ise, seyfullah denilen muallim-i zalimin “derslerini tam almadıklarından temrinat ve tenkilatın bir müddet daha devamına” hükmüne fetva veriyorlar.
Amma “dışarda ve içerde düşmanları azaltıp, dostları çoğaltacağız” kabilinden olan samimiyeti sorgulanır ifadeler ise, biz razı değiliz ki, laik Kemalistlerden, Kürtlerden, Alevilerden, Rumlardan ve Ermenilerden önce o ifadelerin muhatabı olalım. Biz artık Anadolu mozayiğinin bütün unsurlarının hak ve özgürlüklerini, kendi hak ve özgürlüklerimizin bir mukaddimesi görüyoruz. Laiklerin tarz-ı hayatlarına müdahale edileceği endişesini gidermeden, Kürtlerin haklı sosyal, kültürel ve siyasi taleplerini karşılamadan, cemevlerini ihya etmeden, Heybeliada ruhban okulunu açmadan, Hrant’ın katillerini adaletin önüne çıkarmadan, Muhsin Başkan’ın helikopterinin karakutusunu söken apoletli keçileri ifşa etmeden, hapishanelerdeki bütün gazetecileri serbest bırakmadan bize gelmeyin. Zulüm topyekün bitmediği müddetçe biz mazlumlar safında kalmaya kararlıyız.
Amma o gün gelene kadar bir konuda anlaşabiliriz. Bize zulmetmek için başkalarına da zulmetmeyin. Bize olan kızgınlığınız, sizi sizden olmayan herkese karşı haddi aşmaya zorlamasın. Bizi ezerken, bizi sürerken, bizim kurumlarımızı yağmalarken yarın Türkiyemizin ve Din-i Mübin-i İslam’ın altından kalkamayacağı kalıcı hasarlara yol açmayın. Hukuksuzluğu daha rahat yapmak için hukuka zarar vermeyin. Aramızdaki mücadelede vatanımıza, milletimize, dinimize zarar verecek davranışlardan kaçınacağımıza karşılıklı olarak söz verelim…