Daha yeni işittim, âşıklardan bir âşık daha Cemâlullah’a yürümüş gitmiş. Taksiratına kefaret bir kanser marazı, onu maşukuna sürümüş gitmiş. Hakkında haksız bir sürgün kararı, gurbet ufkunda bir garip olarak gitmiş. Hizmet yolunda koşmuş, koşturmuş, imanlı bir mustarip olarak gitmiş.
‘Kurtar kayd-ı sivâdan aç artık nikâbını! Katında bir nim u nigâha geldim ben fakir’duasıyla Efendiler Efendisine ulaşmak istiyordu ve öyle de uçup gidip inşallah O’nun sinesine sarıldı. Şahsen tanıdığım, hürmetle, taktirle sevegeldiğim bu âhirzamanın barış elçisine hayattayken yeterince vefalı da olamamıştım. Madem şimdi rahmete uçmuş, hepimizin sırasını beklediğimiz vuslat uçuşunda sırasını savmış, duaların yanında hakkında bir kaç kelime etmek boynumuza borç olmuş. Vefa borcumuzu ödemez ama hiç olmazsa ötede bizim için bir itizar dilekçesi olur ümidiyle tuşluyorum bu satırları.
Cemal Uşşak ağabeyle 2001’li yıllarda Diyalog çalışmaları vesilesiyle tanıştım. Onun sesi gibi, ruhu da kadife misali insanı okşar, en sert fıtratları dahi kendine ram ederdi. Muhatabını çok iyi tartar, herkesin seviyesine göre konuşur, Bursalı olsa da bir İstanbul beyefendisine taş çıkartacak derecede nezaket ve nezahet gamzederdi. Georges Marovitch Efendiyi, Kardinal Ferhad’ı ve daha nice Hıristiyan dünyasının önemli ismini onun vesilesiyle tanımıştım. Kendisiyle en son vicahi görüşmemiz Almanya’da bir Muharrem yasında olmuştu. Hüseyn-i Kerbela’yı anlatırken gözleri dolmuş, hepimizin de bam tellerine dokunmuştu. İçtendi, samimiydi, vefalıydı. 2007 senesinde Avusturya televizyonu için bir belgesel çalışmasını organize etmiştik. Tüm organizasyonda onun payı vardı. Bunun gibi yüzlerce projeye danışmanlık yapmış, tarihi iftirakların toplumu pasta dilimleri gibi parçaladığı ülkemizde ortak paydalarda insanları cem etme türünden dağ gibi bir yükü omuzlamıştı Cemal ağabey.
O ahir zamanın hem nur-i iman hem de nur-u hayat cereyanlarına gönül vermiş, delta gibi sinesinde herkese de nasip olmayan bir lütfa mazhar olup iki cereyanı da saklayabilmişti. Sekiz sene bilfiil hukukumuz olmasına ve benim tüm heyecanlı fıtratıma rağmen kendisinden şikayet edecek hiç bir olumsuz tavrına rast gelmedim. O dinler, cemiyetler, fırkalar ve mezhepler konusunda da fevkalade ince malumatlara sahip, hassasiyetleri bilen, hitabıyla buzlu sineleri eriten bir gönül eriydi. Âkil adam olarak görev yapmasına rağmen, bir şaki gibi ülkesinden ayrılmak durumunda bırakıldı. Hiç bir adil kanuna sığmayan bir hukuksuzluğa maruz kaldı ve selefleri gibi kendi vatanında son nefesini vermek hazzından da mahrum bırakılarak garipler safına katıldı. ‘Gariplere müjdeler olsun, onlar ki; âlemin fesada verdiklerini ıslah etmekle meşguldürler’ fermanına mâsadak olup mazlumların göz bebeği zalimlerin de ahirette bir korkulu rüyası oldu.
Ötelere kanat açmış ruhuyla bir nevi manevi şehadetle katmerli bir garip olarak belki de Rabbinin katında rızıklanıyordur. Gittiği gerçek vatanda Allah’ın rahmetinin onu sımsıkı sarıp kucaklaması ve yeniden buluşmak, sohbetiyle müşerref olmak duasıyla…kardas.arhan@gmail.com