Bazıları, yazdıklarımızdan dolayı, çok nikbin olduğumu söyleyebilirler. Nikbinlik, bedbinliğe göre iyi olmakla beraber, aşırı nikbinlik ayağı yere basmaz bir hayalperestlik olur… Elbette benimki öyle değil. Yaşanmış hayat tecrübeleri var… Üstad Hazretleri gibi zatların bu hususları böyle değerlendirmesi söz konusu.
Hakikat çekirdeklerinde Üstad hazretleri: “Güzel gören, güzel düşünür. Güzel düşünen, hayatından lezzet alır.” “ İnsanları canlandıracak emel (ümit) dir, öldüren yeistir.” diyor. Hutbe-i Şamiye’de de, “Yeis, kanser gibi bir hastalıktır.” diyor. “Gelen mahşer, gün günden beter” anlayışının ümitsizliğine karşı, Efendimiz (S.A.S.) “Kıyamet kopuyor olsa bile elinizde bir fidan varsa, onu dikiniz.” buyuruyor.
Demek ki, biz ümitle hareket edeceğiz işimize bakacağız. İman – Kur’an hizmeti için mekana ve imkana ihtiyaç yok. Her zaman her yerde o hizmet yapılabilir. Kur’an hakikatleri ve tefsirleri olan Risale-i Nurlardaki akla-kalbe hitap eden güzellikleri elden geldiği kadar insanlara aktarmaya çalışabilirsiniz. Tam anlatamıyorum diye de üzülmeyin, insanlar sizin ağzınızdan çıkanlara değil; ihlaslı tavırlardan dökülen güzelliklere hayran oluyorlar.
Bakara suresinin 26. Ayetinde geçen ve bazılarının “Allah, sivrisinek ve örümcek gibi varlıklardan misal getirmekle neyi murad ediyor?“ Şeklindeki itirazlı sorularına, “Allah o misallerle, çoğunu dalalete atar, çoğunu da hidayete getirir. Zaten onlarla sadece fasıkları dalalete atar.” buyuruyor. Üstad hazretleri, İşaratül-İ’caz’da bu ayeti tefsir ederken enteresan bir incelik üzerinde duruyor: Yani normalde “Çoğunu dalalete atar” deyince geriye “azı” kalmamış mıydı? Üstad, dalaletteki çokluktan: kemmiyet” yani sayı çokluğu; ama hidayetteki çokluktan “keyfiyet” yani kalite çokluğu kasdedilmiştir, diyor. Ayrıca “Hayır ve iyilik adına az bir şeyi bile çok göstermek, Kur’an adeti’dir” diyor. Bizlere de bu hususta bir yol gösteriyor. Eğer biz Kur’an Cemaati isek –ki, Elhamdülillah öyleyiz; aynen Kur’an’ın tuttuğu ve gösterdiği yolda yürümeliyiz. Hem biliyoruz ki Cenab-I Hakkın rahmeti gazabını geçmiştir. Rahmet-i ilahiyenin enginliğine ümidimizi bağlamalıyız…
Yusuf Süresinin 6. Ayetinde, “Te’vil-i ehadis” ten bahsediliyor. Hz. İbrahim, Hz. İshak, Hz. Yakup ve Hz. Yusuf peygamberlerin (Allah’ın selam ve selameti üzerlerine olsun) hepsine de öğretilmiş. “Te’vil-i ehadis rüya tabiri ve olayların dilini doğru okuma demektir. Cenab-ı Hak bunu başta peygamberlerine sonra da onların yolunda giden bazı mübarek kullarına öğretmiştir.
Öğrendiğimize göre, 15 Temmuz’dan önce abdest alırken demir bükülüp parmağı eziliyor, kolu şisiyor ve ağrı-acı içinde kalıyor, sürpriz şekilde gelen bu musibet, 16 Temmuz’da sürpriz şekilde ağrısıyla ve acısıyla kayboluyor. Büyüğümüz bunu, te’vil-i ehadis açısından bu musibetin de sürpriz şekilde geldiği gibi, inşaallah öyle yine sürpriz şekilde gideceğine bir işaret sayıyor. En doğrusunu Allah bilir…
Tabii benim 1979 yıllarında şahid olduğum benzer olaylar var… Edremit’e merhum Arif Çağan Ağabeyin daveti üzere giderken… Antalya’ya TÖV (Türkiye Öğretmenler Vakfı)”un toplantısına giderken… Pek çok arkadaşımda şahittirler. Yani te’vil-i ehadis yabana atılacak birşey değil… “Simyacı” romanı bunun üzerine yazılmıştı.
Bunları anlatırken asla aşırı bir nikbinlik hayali ile değil, ayakları yere basan gerçeklerle yazmaya çalışıyorum. Onun için başta dediğim gibi, biz ne bazılarının zannettiği gibi nikbiniz ne de kötümserlik içinde kolu kanadı kırılanlar gibi bedbiniz: BİZ HAKİKATBİNİZ vesselam …