İngiliz Yayın Organı Ekonomist Dergisi’nin yayınladığı ‘Dünyanın Yaşanabilir En İyi Şehirleri’ sıralamasında, Melbourne bir kez daha birinci seçildi. 140 ülkenin kriterlere tabi tutularak belirlendiği sonuçlara göre Avustralya’dan üç şehir ilk 10’da yer aldı. Listenin başında ise bu yıl ile birlikte üst üste 6. kez liderliği elden bırakmayan Melbourne bulunuyor. 100 üzerinden 97.5 puan ile Melbourne, dünyanın neredeyse en mükemmel şehri oldu. Listedeki ilk 10 içerisinde Avustralya’dan üç şehir bulunuyor. Şehirlerin belirlenmesinde ise yaşam kalitesi açısından 15 kriter içerisinde istikrarın yanı sıra sağlık, çevre, eğitim, yolsuzluk, toplu taşıma, iklim ve altyapı gibi veriler göz önünde bulundurulmuş. Bu raporların açıklandığı hafta ise ilginç bir gelişme yaşandı. Federal Başbakan Malcolm Turnbull’un Melbourne’de hükümetin ekonomi politikalarını anlatmaya giderken yolda durarak tokalaştığı bir dilenciye 5 dolar vermesi tartışma konusu oldu. Yani burada varlıklı birisi olan Başbakanın dilenciye 5 dolar vermesi mi? Yoksa, daha yeni dünyanın yaşanabilir en iyi şehri seçilen Melbourne’de hâlâ dilenerek yaşama tutunmaya çalışanların olması mı? Sorusunu akıllara getirdi. Tabi derginin yayınladığı rapor, bu tür araştırmaları büyük şirketlerin elemanlarını göndereceği ülkenin veya şehrin yaşanabilirlik kalitesini ölçmek için yaptırdığı göz önünde bulundurulduğunda, dilencilerin varlığı kriterler içerisinde ne kadar yer alıyor bilemiyoruz!
Plakasında yazdığı gibi (Garden State) bahçeleri ve yeşilliği ile tanınan Victoria eyaletinin başkenti Melbourne ile ilgili bu pozitif sonuç ve güzel haber, Avustralya’nın dünyaya bakış açısı, daha çok tanınması ve bu ülkeye gelmek isteyenlerin iştahını kabartsa da, diğer taraftan da yaşanan bazı olumsuzlukların etkisi ise dünya kamuoyunda kıta ülkesini eleştirilere maruz bırakıyor. Aynı zamanda da yaşam kalitesi yüksek böyle bir ülkede, bu tür olaylar nasıl yaşanıyor dedirtiyor. Bahsettiğim konular herkesin hatırlayacağı gibi yakın zamanda Darwin’deki Don Dale Çocuk Islah Merkezi’nde çocuklara kötü muameleler, yüzlerine biber gazı sıkılması ve gardiyanlar tarafından elleri, ayakları bağlanarak saatlerce sandalyede oturtulduklarını gösteren görüntülerin ortaya çıkmasıydı. Şimdi bu olumsuzluklara bir yenisi daha eklendi. Uluslararası Af Örgütü Amnisty’nin Avustralya Şubesi tarafından, Queensland eyaletinde 10-11 yaşlarındaki çocukların ıslah evlerine konulduğu bu durumun da Birleşmiş Milletler ve uluslararası yasa ve standartlara uygun olmadığı açıklandı.
Evet bir taraftan dünyanın imrenilecek ülkesinde yaşadığımız için kendimizi çok şanslı sayarken, diğer taraftan da uluslararası hukuka aykırı hereket eden bir ülke görüntüsü veriyoruz. Queensland, Avustralya’da tutuklu çocukların en yüksek orana sahip olan eyaleti. Bunlardan üçte ikisi de yerli halktan. Amnisty Avustralya Ulusal Direktörü Claire Mallinson, çoğunluğu Aborijin ve Torres Strait Adalı 10 ve 11 yaşındaki tutuklu olan çocukların en kısa sürede serbest kalması gerektiğini ancak en son çare olarak gözaltına alınması gerektiğini söyledi. Islah evinde tutulan çocukların çoğunluğunun yerli halkdan olması bana geçtiğimiz günlerde The Australian Gazetesi’nde yayınlanan rencide edici bir karikatürü hatırlattı. ‘The Australian’da Bill Leak imzasıyla yayınlanan karikatürde, Aborjinlerdeki suç oranının yüksek olmasına vurgu yapılarak, “Oğlunun ismini unutan Aborjin bir adam” konu ediliyor. Karikatürde polis, yakaladığı Aborjin çocuğu babasına getirerek, “Oğlunla kişisel sorumluluk alması için oturup konuşman gerekiyor” diyor, baba ise cevap olarak, “Pardon oğlumun ismi neydi” karşılığını veriyor. Aborjin gruplar karikatürü çirkin, aşağılayıcı ve utanç verici” olarak niteleyerek yayınlamasını kınadı. Gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Paul Whittaker ise karikatürist, “Bill Leaks’in anlamlı ve düşündürücü karikatürlerinin toplumu, yüzleşmesi zor birçok konuda düşünmeye zorluyor” diye savundu.
Her ne kadar bu konular Avustralya’nın gerçekleri olarak savunulsa da bir toplumu, kişiyi veya grubu küçük düşürücü yollarla anlatılmaması gerektiğini düşünüyorum. Hele şimdi bu tür meseleler Liberal Senatör Cory Bernardi ve İslam karşıtı açıklamaları ile bilinen 2 Temmuz seçimleri ile Senatör seçilen Pauline Hanson gibi kişilerin ırk ayrımcılığı yasasından ‘aşağılama’ ve ‘rencide’ kelimelerinin çıkarılması yönünde yaptıkları girişimler sonuç verirse o zaman daha ciddi ve istenmeyen olaylarla karşılaşmamak içten bile olmaz. Anayasanın 18C fıkrası kişileri, grup veya bir toplumu aşağılama ve rencide etmeyi yasaklıyor. Ancak bahsettiğimiz Senatör Cory Bernardi ve destekçileri ise bu kelimelerin, insanların özgür konuşmasını kısıtladığını savunarak söz konusu maddeden çıkartılmasını istiyorlar. Neyse ki, Başbakan Turnbull’un, Hükümetin 18C’de değişiklik yapma gibi bir planı olmadığını açıklaması adeta yüreklere su serpti.
Demokrasisi güçlü ülkelerin özelliği tabii ki insanların konuşma özgürlüğünün kısıtlanmaması, fikirlere saygı duyulması ve adalet mekanizmasının herkes için aynı şekilde çalışması ilkesinden geçiyor. Ancak bu haklar bir grubu, kişiyi veya toplumu ayrıştırma, aşağılama ve küçük düşürme hakkı da vermemeli. İnsanın, acaba Senatör sıralarında oturan siyasilerin anayasadan bu iki kelimenin çıkartılmasının ülkenin dünyanın gıpta ettiği uyum, hoşgörü ve çokkültürlülük gibi değerlerine ne kadar büyük bir zarar verebileceğini hesap edemiyorlar mı? diye sorası geliyor. z.polat@yepyeni.zamanaustralia.com.au