15 Temmuz’dan bir gün önce katıldıkları televizyon programında ‘Darbe
girişimine psikolojik altyapı hazırladıkları’ gerekçesiyle tutuklanan gazeteci
yazar Ahmet Altan ve kardeşi akademisyen Mehmet Altan’ın
avukatı Ergin Cinmen, “Mehmet ve Ahmet Altan’ın tutuklanma
nedeni ifade özgürlüklerini kullanmaları” dedi. Cinmen “Altan’lar şu
anda tutuklu değiller, tutuluyorlar. Tutukluluk hukuki bir kavram. Suçlulukta
kuvvetli belirti, kaçma şüphesi, delilleri karartma şüphesi var mı bunlara
bakılır. Bunların hiçbiri Altan’ları tutuklama kararında
gerekçelendirilmedi” diye konuştu. Olağanüstü Hal (OHAL) ilanından sonra
hukuki durumu ’12 Eylül’den de vahim’ olarak niteleyen Ergin Cinmen, “12
Eylül’de, soruşturma aşaması savunmaya olabildiğince açıktı. Neyle
suçlandığınızı bilirdiniz” dedi.
Cumhuriyet’ten Canan Coşkun’un Ergin Cinmen’le yaptığı söyleşi
şöyle:
-Mahkemenin gerekçesi belli ancak sizce Altan kardeşler neden tutuklu?
Mehmet ve Ahmet Altan’ın tutuklanma nedeni ifade özgürlüklerini
kullanmaları. Mehmet Altan’la başlarsak eğer iki ana başlıkta suçlama
getiriliyor. Biri artık gazetelerde karikatür haline gelen subliminal mesaj
iddiası. Bu iddia internetten öğrendiğimiz yakalama-el koyma- gözaltı kararında
yazıyor. Aslında, iki insanın da gözaltına alınıp tutuklanmasına karar veren
yargının da dışında bir çevre var. Yandaş medyada, Can Erzincan TV’deki konuşmayla
ilgili, ‘darbeyi biliyorlardı’ diye 15 gün yayın yapıldı. Sonra bu operasyon
icra edildi. O gün televizyonda edilen yarım cümleyle, darbeci askerlerin şuur
altına etki etmek suretiyle darbeyi yaptırmak. O suçlamanın başka izahı olamaz.
Akli değil ama bu.
-Dosyadaki gizlilik kararı kaldırıldı mı?
Dosya bize gizli ancak medyaya açık. Dosyadaki begeler bir kısım medyaya
servis ediliyor. Tutuklandıkları gece bekliyoruz. O sırada sabah.com.tr
savcının tutuklama istediğini yazmış. Bu, bir suç. Yargılamanın y’sine aykırı.
Bir gizli tanık dinlenmiş. Nazlı Ilıcak dinlenmiş. Biz bunları Yenişafak,
Sabah, Akşam ve Star’dan öğreniyoruz. Bu bir rezalettir!
-Altan’ların tutuklanmasının, darbe soruşturmasını sulandıracağı ifade
edildi. Bu görüşe katılıyor musunuz?
Altan’lar şu anda tutuklu değiller, tutuluyorlar. Tutukluluk hukuki bir
kavram. Suçlulukta kuvvetli belirti, kaçma şüphesi, delilleri karartma şüphesi
var mı bunlara bakılır. Bunların hiçbiri Altan’ları tutuklama kararında
gerekçelendirilmedi. Dolayısıyla bu bir tutuklama kararı değil. Bu fiilen
olağanüstü dönemlerde ve darbe dönemlerinde görülen tutma faaliyeti. Bunu
kanunlar yazmaz. Doktrinde yavaş yavaş tartışılan düşman ceza hukuku vardır.
Bir savaş halinde düşman sizin elinize düşmüştür. Bir yargılama yapmak
durumundaysanız bu böyle olur. Ortada bir tutma hali var. Sulandırılacak bir
şey yok.
-Darbe soruşturmasına dair insanlarda şüphe oluştu. Soruşturmaların sonu
nereye varacak?
Ahmet Altan, Taraf’tan 2012’de ayrıldığı için, savcı suç tarihini 2012’ye
getirdi. Çok tehlikeli yerlere geliyor. Eğer suç, 2012’de başlatılırsa AKP
iktidarının tümü, hemen hemen tüm bakanlar dikkat etsinler. Bu iş yavaş yavaş
kendilerine doğru da geliyor. Yapılacak doğru düzgün soruşturma, bu darbeye
girişen asker şahıslarla, onlara darbeyi bilerek yardım eden kişileri
kapsamalıydı. Soruşturmayı genişlettiğiniz zaman, toplumun önemli bir kısmını
siyasi iktidarı da işin içine alırsınız. Özel kast denen bir şey var. Bilerek
isteyerek bir örgütün üyesi olmak. Cumhurbaşkanı, darbeden sonra meydanlarda
“Ey halkım siz ve Allah’ım beni affetsin. Bunları devletin içine biz koyduk”
dedi. Devlet onları pompaladı, birçok insan için ekonomik bir kapı haline
geldi. Şimdi, birçok insanı evinden alıp “Cemaattesin o zaman FETÖ üyesisin”
demek kabul edilebilir değil. Savcıların cemaat mensubu olmakla, FETÖ mensubu
olmak arasındaki farkı iyi çizmeleri lazım. Cemaat üyesi olmak suç değil, çünkü
başta Cumhurbaşkanı olmuş. Hâkimler ve savcılar bu ayrımı yapmazsa büyük bir
kargaşa çıkar. Ve çıktı da…
-OHAL uygulamaları sizce Türkiye’yi nereye sürüklüyor?
Kaosu, bütün toplumu sararsa hukukla çözemezsiniz. Hukukun tamamen dışına
çıkarsınız. Hukuksuzluk, daha büyük hukuksuzluğu doğurur. Gidiş bu gidiş.
Burada kilit nokta siyasi irade ama bu işi uygulayan savcılar. Savcıların, bu
meseleyi hukukun içine çekmeleri lazım. Zararın neresinden dönülse kârdır. Her
ay tutukluluk incelemeleri yapılıyor. Bu tutukluluk incelemeleri bir fırsat
bilinmelidir. Hâkimler dosyayı bilmedikleri için ‘tutukluluğun devamına’ diyorlar.
Ama savcı isterse tahliye çıkıyor. Dolayısıyla Türkiye’nin nereye gideceğinin
tespiti, savcıların elinde. O savcılar da fazla değil, bir elin parmağı kadar.
Çünkü görevlendirilmişler. Üzerlerindeki sorumluluk çok büyük.Herkes korkuyor
-FETÖ soruşturmasına, günün birinde Cumhurbaşkanı Erdoğan da dahil
edilebilir mi sizce?
Eğer cemaat üyeliği bir suçsa siyasi iktidarın çok önemli kadroları da işin
içine çekilir. Savcı suçun başladığı tarihi Ahmet Altan’la 2012’ye çekti. O
süreçteki gazeteler taransa kim ne dedi, kim nerede görürsünüz. Yalçın Akdoğan
2004 MGK kararını yok sayıyoruz demişti. Örgütü biz besliyoruz diyorlardı.
-Altan’ların tutuklanmasına yeterli tepki verildi mi?
Şu anda ciddi bir sessizlik ve suskunluk var. Herkes korkuyor. Ne yapabilir
insanlar? Tutuklu 130 gazeteciye yöneltilen iddialar, bizim dosyadaki iddialara
benziyor. “Kapatılan kanallarda niçin çalıştın” diye soruluyor. Bir akım
başladı. İfade özgürlüğünü kullanma nedeniyle örgüt üyeliği… Böyle bir şey 12
Eylül’de görülmedi. Bu, çok tehlikeli bir şey. Hukukun yok edilmesidir. Sulh
ceza hâkimlerinin bir bölümü gerçekten belli bir siyasi organizasyonun büroları
gibi çalışmaya başladılar. Böylesi hukuk tanımaz bir dönemin içindeyiz şu an.Suçu: Yazdığı muhalif yazılar!
-Dosyadaki tek delil televizyon kaydı mıydı?
Özellikle Mehmet Altan’ın hâkimlik sorgusunda söylenen, yaşamının tümü
itıbarıyla ortaya koyduğu düşünceleri ve iktidara muhalif yazıları. Başka
hiçbir şey yok. Hangi yazılar diye soruldu. Hâkim bilmiyor. “Sen şu başlıklı, şu
tarihli gazetede, şu kanalda şunları demişsin. Ne demek istiyorsun?” diye bir
soru sorulmadı.Subliminal yolla darbe teşebbüsü
-Ahmet Altan açısından durum nasıl?
Subliminasyon yoluyla darbeye teşebbüs. Taraf gazetesindeki yayınlarla
örgüte yardım etmek. Yani gazetecilik faaliyeti. Normal hukuk devletlerinde
hukuk güvenliği diye bir şey vardır. Bu, şu demektir: Devletin yasalarını
bilirseniz ‘hangi fiilleri işlersem suç teşkil eder?’ dersiniz. Suçlar
belirlidir. Eylemleriniz belirlidir. 12 Eylül döneminde daha çok yasal
sosyalist kuruluşlar, Türkiye Sosyalist İşçi Partisi’ne veya DİSK üyeliklerine
davalar açıldı. ‘Bunlar yasadışıdır’ diye insanların fiillerine baktılar.
Burada ise ifadeler suç olarak değerlendiriliyor. Olacak şey değil. Şu anda iki
müvekkilimin de haftada bir gün aile ve avukat görüşü var. Bir saatten yarım
saate indirildi. İçeriye mektup yasak, kitap sokmak yasak. İki kardeş beraber
kalmak istiyorlar o da yasak. On gün de tecritte kaldılar.‘Hukuk daha fazla katledilemez’
-12 Eylül yargılamalarına tanıklık eden bir hukukçu olarak, durumun daha
vahim olduğunu mu söylüyorsunuz?
Çok daha vahim, çok daha karanlık. 12 Eylül’de, soruşturma aşaması savunmaya
olabildiğince açıktı. Neyle suçlandığınızı bilirdiniz. Şu anda hangi kanıtlarla
suçlandığınızı bilmiyorsunuz. Müvekkilinizle oturduğunuzda bir kameraya
çekiliyorsunuz, hem görüntü hem ses çekiliyor. Bir de cezaevi görevlisi
yanınızda oturuyor. Sizi dinliyor. Savunmayla ilgili not alışverişi diye bir
şey söz konusu değil. Eğer bir not almışsanız, nota el konuluyor. Soruşturmanın
savcısına gönderiliyor. 15- 20 gün sonra o notlar size geliyor veya gelmiyor.
Bu görülmemiş bir şey. Bir avukat olarak bunu söylerken acı duyuyorum.
Avukatlık bu soruşturmalarda yok hükmünde. Bir anlamda gayrimeşruluğa bir
meşruluk katıyoruz. Bunları söylemek de aslında suç. Örneğin Nasuh Mahruki,
sadece siyasi iktidarı eleştirdi diye tutuklanıyordu. Öyle bir gidiş ki nerede
duracağı belli değil. İnanılmaz bir otosansür var. ‘Devlet büyüklerimize’ her
gazeteci her soruyu soramıyor. Çekiniyor. Bu durum hiç yaşanmadı. En sorunlu
dönemlerde avukatlık yaptım. Bugünkü gibi savunmayı yok saymak, savunmaya bu
derece saldırıda bulunmak ilk kez oluyor. Yazıların, sözlerin örgüt üyeliği
olarak değerlendirilmesini ilk kez görüyorum. Ne 12 Eylül’de, ne 12 Mart’ta
böyle bir şey yapılmadı.
-Tünelin ucunda bir ışık görüyor musunuz? OHAL bitince ne durumda olacağız?
Hayır, göremiyorum. Tünelin içinde hiçbir şey göremiyorum. Asıl sorun bu.
Müthiş bir belirsizlik yaşanıyor. Nereye çarpacağınızı bilmeden kör bir gidiş
var. Yapanlar da neye hizmet ettiğini bilmiyorlar bence. Siyasi irade,
savcılar, hâkimler bu ülkeye gerçekten de kötülük yapıyorlar. Bu kötülüğü
bilmeden de yapıyor olabilirler. Hukuk bundan daha fazla katledilemez. Ölünün
üzerinde tepiniliyor. Cemaat üyesi hâkim ve savcıların yaptığından daha
kötüsünü yapıyorlar. Onların başına gelenlerin, bir gün kendilerinin başına
gelir diye düşünmüyorlar mı?