28 Şubat dönemi, Prof. Dr. Ömer Alparslan Aksu Bey’le gazetede görüşüp sohbet ediyor ve gündemi değerlendiriyorduk. Kendisi Kara Harp Okulu ve İstanbul İktisat Fakültesi mezunu…
O günlerde 28 Şubatçılar, üniversitelere bir subay gönderip öğretim üyelerini bilgilendiriyorlardı. Bir gün Ömer Aksu Bey dedi ki: “Bize bir subay gönderdiler ve uzun uzun ülkemizin düşmanları kimmiş bizlere öğretmeye çalıştı. Gelen görevli önce Türkiye’nin düşmanlarını ikiye ayırdı: 1-Dış düşmanlar, 2-İç düşmanlar. Bunları da ikişer bölüme ayırdı. Mesela dış düşmanlar yakın (komşu ülkeler) ve uzak ülkeler olarak. İç düşmanlar da sağcılar ve solcular olarak ikiye ayrıldı. Ayrıca onlar da kendi içlerinde pek çok gruplara taksim edildi. Yani içimiz dışımız düşmanmış da biz farkında değilmişiz…
Konuşma bitti…
“Komutanım, bir de dostlarımızı yazar mısınız?” diye kalkıp bir soru sordum. Görevli subay âdeta afalladı!.. “Efendim, bana sadece bu bilgileri verdiler. Dostlarımızla ilgili hiçbir bilgi ve belgeye sahip değilim!..” dedi.
Sonra bu görevlinin yanına gittim. Dedim ki: “Hiç, içi-dışı düşman bir ülke olur mu? Böyle bir anlayış bu ülkeyi sadece yalnızlaştırır. Bu anlayışı bir gözden geçirmemiz lâzım değil mi?” “Ayrıca şu öğretim üyelerinin kimisi sağ görüşe, kimisi sol görüşe mensup… Şimdi siz diyorsunuz ki: Sizin hepiniz bizim düşmanımızsınız!.. Böyle şey olur mu?” dedim.
Prof. Dr. Ömer Aksu Bey, Avrupa’da bulunmuş bir bilim adamıydı. 1971-1972 yıllarında Alman hükümetinin bursu ile Köln Üniversitesi’nde doktora çalışması yapmıştı. 1975-1976 yıllarında Birlemiş Milletler Teşkilatı’nın bursu ile Almanya’da Hür Berlin Üniversitesi’nde 1978-1979 yıllarında İngiltere ve Hollanda’da çalışmıştı. Onun için askeriyeden üst seviyeden arkadaşlarına “Avrupa’da Türk varlığının korunmasını istiyor ve bunun için maddi destek verilmesini istiyorsunuz. Ama netice alamıyorsunuz. İşte Fethullah Gülen Hoca bizim varlığımızı korumak için gayret gösteriyor. Sizden maddi destek de istemiyor. Siz sadece köstek olmayın yeter.” dediğini söylemişti.
Bir zamanlar Arnavutluk’ta Enver Hoca, “Bütün iç ve dış düşmanlar birleşmişler, bizim bu güzel ülkemizi elimizden alacaklar, onun için bu düşmanlara karşı çok dikkatli olmalıyız.” diyerek bir taraftan telkinlerde bulunuyor, öbür taraftan dıştan düşmanlar ülkeye hücum edeceklermiş gibi çok pahalı koruganlar yaptırıyordu. Hatta sağlamlıklarını denemek için bunların mimarlarını da içine koyarak yukarıdan bombalar attırıyordu. Testler olumlu çıkınca ülkenin her tarafını koruganlarla doldurdu…
Ülke iyice içine kapanınca ekonomi geriledi…
Ormanlara düşmanlar gelir saklanır diye başka bir paranoyaya kapıldı ve ağaçları kestirip dağları, tepeleri, kel hale getirdi…
Neticede milleti fakirlikten sadece pırasa yemeye mecbur etti… Osmanlı’dan kalma camileri medreseleri kapattı. Sünnet olmayı, cenaze namazlarını yasaklattı. Milleti inim inim inletti… Bütün bunlar sırf kendi diktatörlüğünün devam etmesi içindi…
Ama şimdi onun yerinde yeller esiyor. Ama birer ibret vesikası olan koruganlar, duruyor. Onları söküp atmak için dünyanın parası gerekiyor…
Irak’ta Saddam’ın da sarayları, malları, mülkleri, atları, develeri vardı… Oğulları, kızları vardı… Şimdi onlardan geriye ne kaldı? Libya’da Kaddafi’nin de göz kamaştırıcı sarayları, servetleri vardı. Oğulları vardı. Sonları ne oldu? Daha yakınlarda oğullarından birisini teslim ettiler… Ne olacak?
Geriye sadece acılar bıraktılar?