11 Eylül olaylarından sonra kışın Amerika’ya gitmiştim. İç hatlarla uçakla bir yere gidecektik.
Eşyalarımız ve kendimiz kontrolden geçiyorduk. Ayakkabılarımı çıkarttılar. Mestlerimi görünce onu da çıkartmamı istediler. Soğukta bilhassa uçakta abdest alırken ayak yıkamak çok zor olduğu için giyiyordum. Mecbur çıkardım ama abdestim bozulmuş sayıldığından üzüldüm. Onunla da yetinmeyip çoraplarımı da çıkarmam gerektiğini görevli söyleyince iyice canım sıkıldı ve kızgınlıkla çoraplarımı yere çarptım, artık bağıracaktım ki, ellerindeki cihazla çıplak ayaklarımı üstünden altından, sağından solundan kontrol etmeye çalıştılar. Sanki etimin içinden bomba çıkaracaklardı. İş bu raddeye gelince artık kızgınlık mızgınlık kalmadı, gülmeye başladım. Benimle beraber bizi seyreden diğer Amerikalı görevliler de gülmeye başladılar.
Sadece Amerika’da değil, bütün Batı ülkelerinde böyle bir paranoya yaşanıyordu… Evet… O yıllarda Frankfurt’tan Milano’ya gideceğiz. Yani İstanbul’dan İzmir’e gitmek gibi… Yani pasaport kontrolü vs. yok… Bir cuma günü yola çıktık. O zaman, Prof. Dr. Gabriel Mandel hayatta… Onu ziyaret edeceğiz. Mevlânâ hayranı… Bizim Cerrahî; ocağımıza bağlı… Uçak inişe geçti. Bir anons yaptılar: “Müslüman olanlar pasaportları ile indikten sonra diğer yolculardan ayrılsınlar!” denildi. Çok ağrıma gitti. “Neden Müslümanlar? Neden biz!..” diye sormaya başladım… Görevli hiçbir şey demeden pasaportlarımızı topladı ve peşinden gelmemiz için işaret etti. Ben kızgınlıktan hâlâ söyleniyordum. Bir ofisin önüne kadar geldik, görevli içeri girdi. Biz dışarıda bekliyoruz. Araştırmalarını yapıp pasaportu verdiler. O gün cuma idi. Tam namaza duracağız. Polisler camiye geldiler. Pasaport kontrolüne başladılar. “Bunu niçin yapıyorsunuz?” diye sorduk. “Bugün Milano’da bir terörist saldırısı olacağı istihbaratı aldık.” dediler.
Peki niye Müslümanlar ve niye cami? 11 Eylül ile böyle bir algı oluşturuldu. Bu bir paranoya idi!..
Şimdi ülkemizde de, benzer bir paranoya maalesef Hizmet’e karşı yaşanıyor. Sanki her kötülüğün sebebi ve adresi Hizmet… Hizmet’e adanmış gönüller ve saygı duydukları büyükleri için sayabildiğin 18 tane kötü vasıf söylendi… Bunlar: 1- Hain, 2- Çete, 3- Örgüt, 4- Dış mihrakların içerideki piyonları, 5- Söğüşçü, 6- Rantçı, 7- Çıkarcı, 8- Paralel devlet, 9- Paralel yapı, 10- Âlim müsveddesi, 11- Yalancı peygamber, 12- Haşhaşin, 13- Vücuda girmiş ur, 14- Virüs, 15- Ajan, 16- İninize gireceğiz, 17- Alçaklar, 18- Kan emici vampirler… Sayıp döküldü. Artık gerisini saymaktan vazgeçtim. Şimdi kaç oldu bilmiyorum. Bütün bunların ardından deniliyor ki: “Hainler oylarını bize vermeyeceklermiş!..” Bu nasıl mantıktır? Allah aşkına güler misin, ağlar mısın? Sen bu ülkenin dünya çapında yüz akı eğitim gönüllülerine demediğini bırakmayacaksın; İslam’dan irtidat etmiş Müseylemetü’l-Kezzab’a benzeteceksin, Hasan Sabbah’ın gözü dönmüş cânileri ve katilleri Haşhaşiler diyeceksin. Sonra oylarını isteyeceksin. Ya bu insanlar ahmak mı? Akıllarını peynir ekmekle mi yediler? Kanun nizam tanımayacak, akla hayale gelmez kanunlar çıkaracaksın. “Bu kanunları bu paralel yapıyı bitirmek için çıkarıyorum.” diyeceksin. MİT’e öyle yetkiler vereceksin ki, istediklerini yapabilecekler, hatta işkence ile adam öldürseler bile sen izin vermedikçe hiç kimse hesap soramayacak. Bu yetkiyi de Cemaat’i bitirmek için verdirdiğini ilan edeceksin. Sonra mağdur ve mazlumlar sana oy vererek “Biz, senin söylediğin her şeyi tasdik ediyoruz. Biz mürtediz. Bizi ne ile yok edeceksen et. Biz ahmağız ve her şeye müstehakız” dercesine sana oy verecekler öyle mi? Acaba o kadar ahmak olsalardı, Allah yolunda her şeylerini feda edecek kadar bir fedakârlık bir kahramanlık gösterirler miydi zannediyorsun. Böyle bir hamakatı onlardan nasıl bekleyebilirsin?