[DR. EMİN AYDIN-]
Yıllarca haksız ve temelsiz bir şekilde takiyye yapmakla itham
edilmiş bir camianın ferdi olarak özelde Doğan Medya Grubu’nun, genelde birkaç
istisnasıyla Türk aydınlar güruhunun takiyyesini hayretle izliyorum. Gücün
karşısında, bırakınız doğal saklanma refleksini, insan haysiyetini ayaklar
altına alan bir bilinçli tapınma stratejisi geliştiren, bunu yaparken de
birbirleriyle yarışa giren bu sözümona aydınlara ne demeli?
15 Temmuz öncesinde sözde solcu ve sözde aydın kitlelerden ‘Aman
dik durun; sizi de bitirirse bizi paramparça eder bu adam!’ mesajları alır ve
bunları ortak düşmanın diktatörlüğünü nereye kadar vardırabileceğinin bir
öngörüsü ve bir tür teşvik ifadesi olarak algılardık. Meğer düşmanın cesameti
değil, bizim sözde dostlarımızın cebaneti (korkaklık) imiş vurgulanmak istenen
ve teşvik filan değil, apaçık bir yalvarmaymış yapılan. Biz aradan çıkınca
sözde solcu ve sözde aydın kitlenin nasıl bir imtihan verdiğini gördük.
Bir kısım Filistinlilerin sanki işgal altında olan onların
vatanı değilmiş gibi kendilerini lükse, sefahate ve eğlenceye kaptırmış
olmaları karşısında ‘İşgal yozlaştırır; topyekün işgal, büsbütün yozlaştırır!’
hükmünü vermiştim. Sonraları Fikret Başkaya’nın Paradigmanın İflası kitabı
elime geçti. Anadolu’nun işgali döneminde yaşananların gerçek yüzünü okuyunca
bu hükümden hiçbir milletin kaçamadığını da anladım. Şimdi acı acı görüyorum ki
dikta da yozlaştırıyormuş.
Şu Tenkil (Soykırım) sürecinde her birerlerimizin en yakın aile
çevrelerimizden gördüğümüz muamele Huzuri’nin ‘Kime iyi desen darılır söver /
Merhamet zamanı değilmiş meğer / Yanında birini kesseler eğer / Bir hançer de
sen vur sonra utanma’ tarizinde hicvettiği muamele değil mi? Yahu zalimin zulmüne
ses çıkaramıyorsun, anladık. Bari sus! Yok, öyle değil. Zalim kolektif
cezalandırmaya da başladı ya. Dostlarımızı bir korku saldı. Ve zalime karşı
haklarını korumak yerine, vurun abalıya münafıklığına sarıldılar.
Bir tanıdığımın yakın bir akrabasını telefon dolandırıcıları,
‘İsmin FETÖ’cüler listesinde geçiyor,’ yalanıyla dolandırmışlar. Akrabaları onu
itham ediyorlar, ‘Senin yüzünden oldu,’ diye. Dolandırıcı masum… Ülkeyi
toplumsal paranoyaya sürükleyen baş-dolandırıcı masum… Sahte ihbarlara itibar eden
sözde savcılar masum… İşini yapmayan sözde polisler masum… Ama sen suçlusun ey
cemaat mensubu! Niye? Çünkü sen kum torbasısın. Çünkü sana vuruyoruz, sen geri
dönüp vurmuyorsun. Çünkü o saydıklarına laf söylemek yürek ister!
Kimseyi özel yazışmalarından dolayı sigaya çekecek değilim. Hele
de kendisi ‘Ben yazmadım!’ diyorsa. Bence Mehmet Ali Yalçındağ’ın e-postaları
hukuksuz olarak ele geçirilmiştir ve bunların içeriğinin üzerinde tepinmek
doğru değil. Ben Yalçındağ’ın istifasından sonra yaptığı açıklamadan
rahatsızım. Yalçındağ son dönemde ülkemizin karşı karşıya kaldığı iki tehdidi
sayarken terörün yanında ‘FETÖ darbe girişimi’ni zikrederek egemenin lisanını
adapte ettiğini gösteriyor zaten. Sonra da ekliyor: ‘Hükümetler ile medyanın
kavgasının ülkeye bir yarar getirmediğine inandım.’
Yargıda Birlik Platformu da aynı ifadeleri kullanarak yargıyı
ülkemizi yöneten sultaya teslim etmişti.
Her sağlıklı yapıda merkezcil ve merkezkaç kuvvetler olur.
Yapının sağlıklı işlemesi bu kuvvetlerin dengesine bağlıdır. Galaksilerden
tutun atom altı yapılara kadar, dil unsurlarından tutun siyasi partilere kadar
her türlü yapıda geçerli bir kanundur bu. İlelmerkez güçlerle anilmerkez güçler
çatışacak, çekişecek, dengelenecek… Sağlıklı bir demokraside hükümet, ordu,
bürokrasi merkezcil güçlerdir. Üniversite, yargı ve medya da merkezkaç
güçlerdir. Telekomünikasyon kurumları merkezcil güçtür… Hackerlar da merkezkaç
güçtür… Her iktidar otoriterleşme temayülündedir zaten. Sen durduracaksın. Sen
dengeleyeceksin. Üniversite ‘Hükümetlerle akademyanın kavgası zarar veriyor,’
derse… Yargı öyle derse… Medya öyle derse… Güçler ayrımını kim garanti edecek?
İktidarların, orduların, sivil ve güvenlik bürokrasisinin hesap verebilirliğini
kim sağlayacak?
Mehmet Ali Yalçındağ’ın sözlerinin yanına Cumhuriyet yazarı
Aydın Engin’in geçenlerde Hasan Pulur merhuma atfen aktardığı sözü koyun. Kimi
gazeteciden, kimi aydından sayacağız, siz karar verin: ‘Oğlum, berbat bir
mesleğimiz var. Bir yerlerde cadı avı başladı mı, gazetecilik cadı olmayı
gerektirir. Yoksa onu gazeteciden sayma.’ TR 724.COM