Evet biz sıradanların sıradanıyız da ama Üstad Hazretleri bu hizmetin kerametinin üç olduğunu söylüyor:“Birincisi: O hizmeti hazırlamak ve hâdimlerini o hizmete sevk etmek cihetidir. “İkincisi: Hizmete mânileri bertaraf etmek ve zarar verenlerin şerrini def edip, onları tokatlamaktır. Bu iki kısmın hâdiseleri çoktur, hem uzundur. “Üçüncüsü: Hizmette hâlisen çalışanlara fütur (gevşeklik) geldiği vakit, şefkatli bir tokat yerler, uyanıp ayılarak yine o hizmete girerler. Bu kısmın hâdiseleri yüzden fazladır.”
Bunların yüzlerce misali vardır. Bizzat Üstad Hazretleri Onuncu Lem’a’da (Şefkat Tokatlarında) misallerini vererek anlatıyor. İlklerin, ilk şâhitlerin hatıralarında da misalleri vardır. Şimdi de bütün dünyaya dağılan talebelerin başından geçenler bunun şâhididir.
İkinci kerametle ilgili olarak, akıllara inkârcı zâlimlerle ilgili olarak bir soru gelebilir. Üstad Hazretleri, bunların cezalarının ekseriyetle âhirete kaldığını; imanı olanların ise âhirete temiz gitmek için ekseriya dünyada karşılığını gördüklerini söylüyor. Benim maksadım ibret alınması için bunları anlatmak. Yoksa ÖRDEK HAMDİ gibi mânalar çıkarmak doğru olmaz. Hiç kimsenin Tebbet okumakla öldüğü yok. Bahsettiğim kişi neredeyse 40 seneye yakın hayatta idi. Ümit ederim şimdi de hayattadır, Allah ona hayırlı ömürler versin. Beni linç ettirmek için birilerinin önüne atmak tasavvuf terbiyesi görmüş bir gönül dostuna yakışmaz.
Bildiklerimi anlatmak zorundayım. Ortada bir mazlum var ve bilmeyerek veya bilerek ona zâlimâne hücumlar var. Âkil adamlar, âdilane onun yanında olmak zorundadır.
Her neyse…
Bir dostumuz vardı. Eski hayatı iyi değil… Ama bir meyhane dönüşü muhasebesini yapıp Üstad Hazretleri’nin kitaplarını okumaya başlıyor ve hayatını bu hizmete vakfediyor. Ama her ne oldu ise, Hocaefendi’ye düşmanca tavır aldı. Bizim tayinimiz onun memleketine çıktı… (Ben, Menemen’e ve Muğla’ya çıkan tayinler niçin İzmir’e çıkmadı, diye gitmek istemedim. Üçüncü tayinde eğer gitmezsen, memuriyetin yanar artık dediler, gittim.) Bir ev tuttum ama cuma günü İzmir’e gidiyor, pazartesileri geliyordum. “Sen buraya fitne, ayrılık çıkarmaya geldin.” diyerek evimi bastılar, yanımda kalan öğrenciyi hırpaladılar. Sağa-sola oraya fitne çıkarmak için gittiğimi yaydılar ve büyük ağabeylere de böyle anlattılar. Çok üzüldük. Uğraştılar. Apar topar İzmir’e naklimiz oldu. Sevindik… Hedef ben değildim; Hocaefendi idi. Onun hakkında olmadık gıybetler edildi.
Seneler sonra bir gün Bursa’da bunları yapan ağabeyimle karşılaştım. Ulu Cami’den çıkıyordum. Yanıma geldi. “Hakkını helâl et!” dedi. Dondum kaldım. Gayet samimi “Ne demek, benim hakkım mı olurmuş” sözleri ağzımdan bir anda çıktı. Gerçekten Risaleleri çok okuyan ve anlayan birisi olarak takdir ediyordum… Sonradan öğrendim. Onun memleketinde bulunan bir arkadaş birkaç sene önce bana “Sana burada sıkıntı çıkaran ağabey bana yüklü bir para getirdi. ‘Bu nedir?’ dedim. ‘Çok büyük ve kötü bir borcun altına girmiş ödeyememiştim. Gidecek tek yerim yine Hocaefendi idi. Mektup yazdım. Seven yakınlarından çek-senet bulup göndermiş, borçlarımı ancak öyle kapattım. Şimdi ödemek istiyorum. Sen al götür, benim yüzüm yok. Hakkını helâl etsin.’ dedi. Ben şaşırıp kaldım.” dedi. Yeminle temin ederim, olanları aynen anlatmaya çalıştım. Çünkü Hocaefendi’nin kimseye kötü bir niyeti ve kastı yok. Bu gerçek bilinsin istiyorum.