ENES CANSEVER-
Yeni Türkiye kurulduktan sonra Anadolu insanı, ülkesini, şehrini,
kasabasını, köyünü terk ederek, dünyanın değişik ülkelerine dağıldı. Bu terkedişin iki temel sebebi
vardı, siyasi ve ekonomik sebepler…
Benzer terkedişler bugün de var. Türkiye’yi yönetenlerin zulmü,
adaletsizliği ve hukuksuz uygulamaları yüzünden insanlar işini, aşını,
yuvasını, eşini ve çocuklarını dahi bırakarak gözyaşları ile terkediyorlar. Bu
dram bu ülkenin yaşadığı ne ilk, ne de son dramdır. 1980’de Kenan Evren’in
zulmünden kaçanlar da, 1990’lar’da fail-i meçhul cinayetlerin korkusundan
dolayı, Doğu ve Güney Doğu’dan iç ve dış göç yaşayanlar gibi, bugünküler de
aynı dramın mağdurudurlar.
Ülkemizin bu en temel problemi, farklı düşüncelere sahip
insanların empati zaafiyetinden kaynaklanıyor. Şöyle ki: Anadolu insanı olarak 1980 trajedisini
yaşayanların acısını paylaşsaydık, 1990’daki gaddar devlet anlayışıyla
toplumumuz yeniden bir soykırım yaşamazdı. 1990’daki acılara karşı
duygularımızı harekete geçirip toplumu, akan kan ve gözyaşlarına karşı duyarlı
hale getirebilseydik, bugün Türkiye’de elinde binlerce insanın kanı ile hâlâ
ortalarda dolaşanlar TBMM Darbe Komisyonu tarafından “Müşteki” sıfatıyla
dinlenmezdi.
Sadede gelirsek…
Anadolu topraklarını
ekonomik nedenler sebebiyle terk eden ilk kervan, 1961’de Almanya’ya doğru yola
çıktı. Almanlar daha o zamanlar Türk işçilerinin, diğer milletlere nazaran daha
uyumlu ve daha çalışkan olduğunu tespit etti. Almanya’nın olumlu referansıyla,
Avustralya hükümeti de Türkiye’den işçi talebinde bulundu. Ardından Süleyman Demirel’in Başbakanlığı döneminde, iki
ülke arasında yapılan anlaşmayla, Almanya’ya gidişten 7 yıl sonra Türkiye’nin
çeşitli bölgelerinden oluşan 167 kişilik kafile, 13 Ekim 1968’de Sydney’e ayak
bastı, bundan tam 48 yıl önce…
Avustralya Milletler Topluluğu (Commonwealth of Australia) aynı zamanda,
200’ü aşkın farklı etnik kimliğin süslediği barış ve güvenin hâkim olduğu tek
Kıta Ülkesi. Haklı gurura sahip önemli dünya devletlerinin ilk sırasındadır.
Dünya milletlerinin toplandığı Okyanus Ülkesine, her ülkeden olduğu gibi
memleketimizden de ilk gelen kafile, ekonomik nedenlerden gelmiş olsa da,
sonraki göçleri ağırlıklı olarak ‘siyasi düşüncesinden’ dolayı mağduriyet
yaşamış olanlar takip etti.
Buraya yerleşip,
vatandaş olanların sayısı, 70 ile 100 bin arasında rakamlarla ifade ediliyor.
İfade ediliyor çünkü bu rakam tam anlamıyla istatistiklere yansımıyor. Kimisi
bu rakamlara, Türk kökenli, Batı Trakya, Kıbrıs, Bulgaristan ve diğer
coğrafyalardan gelenleri de dâhil ettiğinde, buradaki nüfusunun 150 bine
ulaştığını ifade ediyor.Kemmiyet (sayı) önemli değil, asıl olan keyfiyettir
(kalite, öz) denir.
Çoğunluğu
Melbourne, Sydney ve Perth’te yaşayan toplumumuzun, burada yaşayan diğer
toplumlara göre, bulunduğu tabloya bakınca: Mesela doğu komşumuz Ermeniler, batı komşumuz Yunanlar da tıpkı bizim gibi
yarım asır önce buraya geldiler… Bu iki milletin Avustralya siyasi ve ekonomik
hayatındaki rolü ile bizim aynı olduğunu söyleyebilir miyiz? Ya da güney
komşularımız ve Arap coğrafyasından gelmiş diğer milletlerin dikkate alınması
ve ağırlığıyla ile kendi toplumumuzun durumu aynı olabilir mi?
Mümkün
değil. Öyle ya, Vıctoria’nın dışında kaç tane eyalet veya federal düzeyde
insanımız var? Mümkün olamaz da zaten…
Türkiye’nin diplomatları, kendi ülkesinin en ciddi şekilde lobiciliğini
yapacağına; Avustralyalı bazı siyasetçilere, kendi vatandaşını –sözde-
gammazlar ve kin kusarsa, kimse de seni devlet veya millet olarak dikkate
almaz. 20 bin kilometre yol tepip buraya gelen Meclis Başkanı’nın
kendi vatandaşlarını gammazlamaya çalışmasının bir Avustralyalı da nasıl bir şaşkınlık
meydana getirebileceğini düşünebiliyor musunuz?
Bizden başka vatandaşını, başka ülkelere gammazlayan dünyada başka bir
devlet olduğunu duyan varsa beri gelsin. Olsaydı, 200’den farklı milletin
yaşadığı Avustralya’da bunu duyardık. Öyle ya!
200 farklı milletin politikacıları da buralara resmi-gayri resmi
ziyaretler düzenliyor. Avustralyalı önemli bir siyasetçi aynen şöyle diyor
geçenlerde birine: Türk Büyükelçisi ve Konsolosu gelip, kendi insanını bize
gammazladılar ama biz de kapıyı gösterdik. İfade ne yazık ki bu… Görülen
muamele, irtifa kaybını ülkemize de devletimize de hatta vatandaşımıza da yaşatıyor. Dedim ya, mesele sayısal çoğunluk değil,
seviyesel saygınlıktır. Kendi vatandaşına saygısı olmayanın, başkasından saygı
görebilir mi?
Yazımı; önceki hafta
belli bir kesimi Sydney ve Melbourne’de toplayarak, toplumumuzun arasına
tefrika sokmaya çalışan TBMM Başkanı’nın konuştuğu mekân olan Gelibolu
Camii’nde, bundan 27 yıl önce aynı çatı altında ama tarihi bir konuşma yapan
Merhum Turgut Özal’la bitireceğim.
Özal bugünkü vahim ve haşin tabloyu adeta
görerek ‘ihtilafa’ dikkat çekmiş ve şöyle demişti:“Sydney’deki soydaşlarımızın büyük çoğunluğunun bulunduğu
bu mekanda, bir araya gelmek nasip oldu. Bundan dolayı, Allah’a hamd ediyorum.
Bakın, artık Türkiye’nin Cumhurbaşkanı ve yöneticileri eskiden gelemediği
Avustralya gibi uzak yerlere rahatlıkla gelebiliyor. Artık burada yalnız
değilsiniz. Burada başınız dara düştüğü zaman arkanızda koskoca 56 milyonluk
bir Türkiye var. Dünyada itibarı artmış, sözü geçen, komşularından durumu çok
daha iyi vaziyette olan, koskocaman bir Türkiye var. Sizden önemli bir isteğim
var. Bir arada ve birliğiniz olduğu zaman, yani aranıza ihtilaf girmediğinde,
birbirinizle sırt sırta verdiğiniz zaman, sayınız fazla olmasa da, sözünüz
dinlenir.”
Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez;
‘Toplu
vurdukça yürekler, onu top sindiremez…’ diyor Merhum Mehmet Akif Ersoy.
Özal
ve Ersoy’u rahmet ve minnetle anıyorum. Tefrika sokmaya çalışanlar, bir yarım
asır daha ülkemize irtifa kaybettirecek, ne yazık ki… e.cansever@zamanaustraila.com