Prof. Dr. Suat Yıldırım
“Ülü’l emre itaat esastır. Başlangıçtan beri Müslümanlar tabi oldular. Şimdi ilk olarak biat etmeyen bir zümre çıktı ve müstahak oldukları cezayı buldular”. Bu söylem az eğitimli geniş kitleden gelse neyse! Fakat ilim ehlinden geliyor. Onlar ya bilerek gerçeği gizliyor veya tegafül ile görmezden geliyorlar. Onlar Hz. Hüseyin’in, Abdullah bin Zübeyr’in Yezid’e biat etmediklerini ve hak yolda şehid olduklarını bilmez olamazlar. Yine tabiin neslinin en büyük müçtehidlerinden Said bin Müseyyeb, Said bin Cübeyr gibi şahsiyetlerin, adil olmayan Emevi halifelerinin karşısına çıktıklarını bilmez değiller. O zamandan beri yüzlerce alimin zalim idareciler tarafından şiddete maruz kaldığını, onlarcasının şehid olduğunu unutmuş görünüyor veya unutturmaya çalışıyorlar. Sadece iki vak’ayı hatırlatayım:
İlim ve takvadan başka silahı olmayan Said bin Müseyyeb Emevi halifesi Velid’in ,devletin bütün satvetini kullanmasına rağmen ona biat etmedi, “Allah’ın takdiri dışında bir şey olmaz” mealindeki ayeti okuyup Hakkın şahidi oldu. Durumu idare etmesini tavsiye edenlere: “Ahali bize uyar. Zalimi onaylayıp onları da peşimizden sürüklersek, bunun hesabını nasıl veririz?” diye kükredi.
Büyük müçtehid Ahmed bin Hanbel, Abbasi halifesi Me’mun’un hışmına uğradı. Kur’an-ı Kerim hakkındaki batıl görüşünü ikrar etmesini istiyordu. İşkenceler karşısında kendisini kurtarmak isteyen bazı sevenleri, Me’mun’a sert çıkmadan bu badireyi atlatmasını rica ettiler. O ise tarihin kapısında durup kollarını açarak, sadece kendi zamanına değil, gelecek bütün asırlarda yaşayan herkese şunu ilan etti: “Ümmet alimlere tabi olur. Onlar haktan saparsa ümmet de sapar. Alimler Allah’ın hükmünü değiştirirlerse Allah onlara bunun cezasını çektirir. Tek başına Ahmed bin Hanbel’in öldürülmesi, İslam ümmetiyle beraber Ahmed bin Hanbel’in de ölmesinden daha hayırlıdır”.
Demek zalim hükumet ile mazlum ve müttaki alim Sahabe devrinden beri her asırda karşı karşıya gelmiştir. Yoksa adil olmayan hükumete biat etmeme ilk olarak ortaya çıkmış değil. Fakat İslam ümmeti, hepinizin “Hazret” lakabıyla yücelttiği Hz. Hüseyin, Abdullah bin Zübeyr, Said bin Müseyyeb, Said bin Cübeyr, Ahmed bin Hanbel … gibi zevatı baş üstünde tuttu; Yezid, Haccac, Ömer bin Sa’d, Velid, Ahmed bin Ebi Düad gibileri müstahak oldukları çukurda bıraktı.
Üç yıldan beri, Türkiye’de benzeri asırlardan beri dünyada görülmemiş bir zulüm, bir hükumet terörü uygulanıyor. Çünkü bu zulüm beş-on kişiye münhasır kalmıyor. Eğitim, kültür, ahlak, hayır alanlarında gayret eden on binlerce masum insanı, hatta kadınları, yaşlıları, ağır hastaları, çocukları bile kapsamına alan bir zulüm kasırgası. Otuz-kırk yıldan beri Türkiye’nin, yirmi küsur seneden beri 170 ülkenin devlet imkanları, istihbarat ve emniyet cihazlarıyla izledikleri, legal eğitim faaliyetlerinden, insanlığa faydalı sosyal ve kültürel çalışmalardan başka işi olmayan geniş bir sosyal yapı, birden bire “cadı avı” denilen bir nefret söylemine, ayrımcılık, hatta soykırıma hedef yapıldı. Hükumet önce yüzlerce legal kurumun üstüne yürüyerek kanuni boşluk araştırdı. İllegal taraf bulamayınca, “legal görünümlü illegallik” “terör örgütüne üye olmadan destek” “bilinçaltı ilişki kurma” gibi akıl dışı suçlar kanunlaştırıldı. İhtimale mebni illegal ithamı 70 yıl kadar önce Bediüzzaman Said Nursi’ye bir savcı tarafından yapılmış, o da savunmasında şöyle demişti: “Savcı bey vukuat ile imkanatı birbirine karıştırıyor. Onun bu hükmüne göre şu anda suçu olmayan Savcı bey de ileride suç işleme ihtimaline binaen tutuklanabilir”. Şimdi aynı hukuksuzluk, çok daha geniş alanda uygulanıyor.
Fakat Hizmet hareketi ve onun rehberi Fethullah Gülen Hoca Efendi’nin hayatı altmış yıldan beri toplumun büyüteci altında olup, faaliyetleri şeffaftır. Bu hizmet Türkiye’den sonra 170 kadar ülkede de tanındı. Başta Türkiye devlet adamları, kanaat önerleri, Diyanet başkanları olarak bütün dünya ülkelerinin, uzun yıllar test ettikten sonra takdir ettikleri bu yapının terör yaptığına aklı başında olan hiç kimse inanamaz. Bilimsel başarıları TÜBİTAK gibi bilimsel kurumlar ve uluslararası kuruluşlarca çeyrek asır boyunca tescil edilen bin on yedi okul, bir o kadar eğitim dershanesi, bir çok öğrenci yurdu, yirmi kadar üniversite, kırk kadar hastane, kültürel dergiler, yayınevleri… İşte hükumeti ele geçiren oligarşik kaba kuvvetin kapattığı terör kurumları (!). Bu yüz kızartıcı tahrip, yapanlar için ebedi bir leke olarak kalacaktır. Allah Teala da , tarih de bunu yapanları affetmeyecektir
Bu kadar geniş bir yapı ilahi rızaya muvafık olmasaydı: 1-Kendi kendine çürüyebilirdi, itibarını kaybedebilirdi. 2-Yurt içinde ve dışında on binlerce, yüz binlerce öğretmen, öğrenci, esnaf, gönüllüden yüzde biri gayrı meşru iş yapabilirdi. Başka durumlarda normal sayılabilecek bu küçük nisbetten dolayı bile Hizmet yara alabilirdi. 3-Bu işe gönül verenlerden bir kısmı gidişattan memnun olmayan önemli bir kesim, bir çok sosyal yapıda olduğu gibi, bölünmelere yol açabilirlerdi. Allah’ın inayetiyle bunlar olmadı ve tarih huzurunda bu Hizmet aklandı. Böylece yıkılmadığını gören hasetçiler kaba kuvvetle tahrip etmeye çalışarak aslında kendilerine yazık ettiler.
Aleyhteki propagandanın etkisindeki geniş kitle, bu tüyler ürpertici zulümleri görmezden geldiler. Az sayıdaki insaflı kimseler ise korkuları sebebiyle suskun kaldılar.
Ama dünyanın çok ülkesinden bazı alimler sessiz kalmadılar. Dilsiz şeytan olmadılar. Kendilerinden uzak, başka bir ülkede diye umursamazlık yapmadılar. Bildikleri ve gözlemleri söz konusu olduğundan tavır almaktan çekinmediler. Ne de olsa başka bir ülkede olan şeyler, bizim bilemeyeceğimiz tarafları da olabilir gibi bir mazeretle diplomatik nezaket üslubu kullanmayıp hadisenin esasına parmak bastılar. Hak Teala’nın şu emrine icabet ettiler: “Ey iman edenler! Haktan yana olup var gücünüzle adaleti gerçekleştirin. Allah için şahitlik eden insanlar olun. Bu hükmünüz isterse bizzat kendinizin, annenizin, babanızın ve yakın akrabalarınızın aleyhinde olsun(…)Eğer dilinizi eğip bükerek gerçeği olduğu gibi söylemekten çekinir veya büsbütün şahitlikten kaçarsanız, iyi bilin ki Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır”(4/135).
Onların her birinin beyanatları çok önemli. Fakat , izin verirlerse , hepsinin de Üstad kabul edecekleri esbak Mısır müftüsü Prof. Dr. Ali Cumua’nın beyanatını özetlemekle yetineceğim.Çünkü onun kapsamlı açıklamaları, diğer hocalarımızın da vurguladıkları noktalara tercüman olmaktadır. Bu zat mücerret açıklama ile yetinmeyip bir basın toplantısı düzenleyerek (23.10.2016 tarihli toplantıyı isteyen internette bulabilir) şunları dile getirdi:
Türkiye’de bazı devlet yetkilileri, Allah ve Resulünün rızası için çalışan Hizmet hareketine karşı bir karar aldırmak için Diyanet Şurasını topladılar. Bu kararı çıkaranlar, kendi kusurlarını başkalarında aradılar. Otuz küsur seneden beri işi gücü eğitim, Allah ve Resulüne davet, zikir ve fikirle meşgul olmak, İslam’ın güzel ahlak esaslarını yaşayıp yaymak olan, mensuplarını siyasi çekişmelerden uzak tutarak işine bakan bir camia var. Otuz seneden beri bu işi yaptığını Türkiye’de olduğu gibi, dünyanın çok ülkesinde de ispatladı. Birden bire bu camia, gizli terör örgütü ilan edildi. Diyanet’in bu bildirisini okudum. Burada, iddia edilen terörlerine dair tek delil bulamadım. Bu yazıda “İleride şöyle yapabilirler” diye bir kayıt gördüm. Yok olana, ihtimal ve tahmine dayanarak bir hüküm veriliyor. Fethullah Gülen Hocaefendinin dalalette olduğunu iddia ediyorlar. Onun kitapları bir çok dile olduğu gibi Arapça’ya da tercüme edilmiş. Bunlar otuz yıldan fazla bir zamandan beri yayınlanmakta. Hiç kimse onlarda İslam’dan sapma görmedi. Bu toplantıda bulunanlar da onlara vakıf olup daha önce böyle bir tesbit yapmış değillerdi. Şimdi ani bir kararla bunu iddia etmek çok garip. Elli sene barış, merhamet, sevgi için çalışan bir alim, bir anda terörist ilan ediliyor. Buna kim inanır?
İŞİD konusu Ezher Hey’etinin gündemine getirilip onların tekfir edilmeleri teklif edildi. Doğrusu İŞİD küfre çok yakın bir yapıdır. Buna rağmen Ezher tekfir etmedi. Çünkü bu, mesuliyetli bir iştir. Bunu yapanlar, kendilerini tehlikeye atıyorlar. Tekfir ve tadlil edilenler kafir değillerse, kafirlik sıfatı bunu diyenlere yapışır. Diyanet’e şunu demek isterim: Bu alan, sizin alanınız değil. Yayınladığınız bu bildiri ilme de, takvaya da uygun değil. Geçici dünya siyasetine alet olmayın! Zulüm ahirette zulumattır, karanlıktır. Fırsat varken, ölüm gelmeden kendinizi kurtarmaya bakın. Allah Teala biz Müslümanların ahvalimizi ıslah eylesin. Şeytanın hilelerinden bizleri uzaklaştırsın. Suriye, Irak, Sudan, Türkiye ve her yerde huzur ve birlik nasib etsin.
Basın toplantısının sonunda bir de şuna değindi: Türk Dış işleri bakanı Özbekistan’da İslam Ülkeleri İş birliği toplantısına, Hizmet hareketi hakkında görüşme teklifinde bulundu. Fakat Kurul’un gündemine koyduramadı. Buna rağmen bu bakan, toplantıdan sonra “İİB Teşkilatı Gülen hareketinin terörist olduğunu kabul etti” diye iftira atarak kendi kendisini rüsvay etti. Mısır temsilcisi de gündeme alınmasını red edenlerden olmuştu.(Nüfusça en büyük İslam ülkesi Endonezya Dış işleri sözcüsü Armanatta Nasir da 15.10.2016 da böyle bir kararın alındığını yalanladı) Ayrıca şunu söyledi: “Diyanet başkanı, ben Ali Cumua’yı darbe yapmakla suçladı. Cinnetin hangi boyutlara ulaştığını bundan anlayın”
Mısır’dan:
Değerli Prof. Dr. Ali Cumu’a! bu açıklamalarınızdan ötürü sizi tebrik ediyor, teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Değerli Prof. Dr. Fethi Hicazi! Hakk’ın şahidi olduğunuz için sizi tebrik ediyor, teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Değerli Prof. Dr.Ahmed Ali Rabi’i! Hakk’ın şahidi olduğunuz için sizi tebrik ediyor, teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Mağrib’den:
Değerli Prof. Dr. Ahmed Abbadi! Hakk’ın şahidi olduğunuz için sizi tebrik ediyor, teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Değerli Prof. Dr.Abdulmecid Bu Şebke! Hakk’ın şahidi olduğunuz için sizi tebrik ediyor, teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Değerli Prof. Dr. Muhammed Cekib! Hakk’ın şahidi olduğunuz için sizi tebrik ediyor, teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Değerli Prof. Dr. Samir Bou Dinar! Hakk’ın şahidi olduğunuz için sizi tebrik ediyor, teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Nijerya’dan:
Değerli Prof. Dr. Muhammed Nur el-Halid! Hakk’ın şahidi olduğunuz için sizi tebrik ediyor, teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Değerli Prof. Dr. Ahmed Mukri! Hakk’ın şahidi o
>lduğunuz için sizi tebrik ediyor, teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Değerli Prof. Dr. Ali al-Ahmar! Hakk’ın şahidi olduğunuz için sizi tebrik ediyor, teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Değerli Prof. Dr. Abubakar Aliyu!Hakk’ın şahidi olduğunuz için sizi tebrik ediyor, teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Irak Kürdistan’ından:
Değerli Prof. Dr. Nasih Fettah Nasrullah! Hakk’ın şahidi olduğunuz için sizi tebrik ediyor, teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Değerli Prof. Dr. Osman Muhammed Ğarib! Hakk’ın şahidi olduğunuz için sizi tebrik ediyor, teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Afganistan’dan:
Değerli Prof. Dr. Abdulhakim Munib! Hakk’ın şahidi olduğunuz için sizi tebrik ediyor, teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Değerli Prof. Dr. Muhammed Şuayb Saykal! Hakk’ın şahidi olduğunuz için sizi tebrik ediyor, teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Cezayir’den:
Değerli Prof. Dr. Süleyman Aşerati! Hakk’ın şahidi olduğunuz için sizi tebrik ediyor, teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Kırgızistan’dan:
Değerli Üstad, esbak Kırgizistan Müftisi Çubak Calilov! Hakk’ın şahidi olduğunuz için sizi tebrik ediyor, teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Tanzanya’dan:
Değerli Ulema birliği başkanı Prof. Dr. Süleyman Amran Kilemile! Hakk’ın şahidi olduğunuz için sizi tebrik ediyor, teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Kamerun’dan:
Değerli Prof. Dr. M. Malik Faruk! Hakk’ın şahidi olduğunuz için sizi tebrik ediyor, teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Yazdıklarımdan başka haberdar olmadığım zevat da elbette vardır. Onlar da dahil olarak hepinize diyorum ki: Sizler Hakk’ın buyruğuna icabet buyurarak çağın şahitleri oldunuz, halkınıza tercüman ve onlara güzel bir nümune oldunuz. Allah Teala ilminizden istifade edenlerin adedini müzdad eylesin. Allah sizleri iki cihanda aziz eylesin.
Diyanet’in Hizmet camiası konusundaki toplantısının hazirun listesinde isimleri bulunan zevata, sadece beş dakikalarını ayırarak şu maruzatımı dinlemelerini rica ediyorum: Yayınladığınız bildiri bir şehadettir. Şahitlik görmeye ve bilmeye dayanır. Hizmet camiası içinde en çok tanıdıklarınızın başında –galiba- ben Suat Yıldırım yer alır. Bazınız 55, bazınız 50, bazınız 40, bazınız 30, bazınız 20 seneden beri beni tanıdınız. Bir çoğunuz hakiki, bir çoğunuz hükmen talebesi oldunuz. Bir çoğunuzun Yüksek lisans ve doktora tezlerini yönettim. Bir çoğunuzun akademik kariyerde yükseltilme jürisinde rapor yazdım. Ekseriyetinizle çok meclislerde, heyetlerde beraberliğimiz oldu. 20 kitabım, 200’den fazla makalem var. Bunlarda dalalet gördünüz mü? Yazılı yoksa şifahi dalaletime tanık oldunuz mu? Yahut lisan-ı hal ile dalalete sevk ettiğim vaki midir? Bende ve yakından tanıdığınız Hizmet – grubu denilen- mensuplarında bunları görmedim, diyorsanız, bunu belirtmeniz gerekir.
Bazılarınız belki şöyle diyecektir: “Sende görmedik ama başka yoldaşlarında varmış!” Müsaadenizle bu, şahitlik olmaz. Tahmin ve su-i zan olur. Bu zannın hükmünü de Hak Teala şöylece bildirmiştir: “Zan, hakikat adına hiçbir şey ifade etmez (İnne’z zanne la yuğni mine’l-hakki şey’a)”. Görmediğine, bilmediğine şahitlik dünyada bile değersizdir. Ukbada ise büyük vebaldir. Saygılarımla arz ederim. Ve’s-selam.