Sizler, bilerek, Güneş’ten daha parlak ve Cennet’ten daha güzel bir hizmetin içine giriyorsunuz.
Bu iman ve Kur’an hizmetiyle, İslâmiyet’in yüzüne çalınmak istenen yağlı karayı silmek, onun hârika güzelliklerini yaşayarak güneşin doğup battığı her yere ulaştırmak istiyorsunuz. Cennet ucuz ve Cehennem lüzumsuz olmadığı için yine biliyorsunuz ki, bu arzumuzun karşısına çıkacaklar olacaktır…
Bunun için, “Bu dünyada, bilhassa uhrevî hizmetlerde; en mühim bir esas, en büyük bir kuvvet, en makbul bir şefaatçi, en metin bir dayanma noktası, en kısa bir hakikat yolu, en makbul mânevî bir dua maksatlara ulaşmada en kerâmetli bir vesile, en yüksek bir haslet, en sâfî bir ubudiyet” olan İHLÂSI ve ihlâsın sırrını kendimizde yerleştirmek zorundayız. Çünkü omzumuzda gayet ağır, büyük, kudsî ve herkesi ilgilendiren bir emanet var… Bu emaneti ancak ihlaslılar yani beklentisizler yani adanmış ruhlar yani “Ben ırgatım; makamda, mansıpta gözüm yok” diyenler taşıyabilir.
Üstad Hazretleri Afyon hapsinin sıkıntıları içinde iken, talebelerine yazdığı pusulada şunları söylüyor: “Aziz, Sıddık, Vefadar ve Şefkatli Kardeşlerim! İki gündür hem başımda, hem âsâbımda tesirli bir nezle ağrısı var. Böyle hâllerde bir derece dostlarla görüşmekten teselli ve ünsiyet almaya ihtiyacım içinde acib bir tecrit ve yalnızlık vahşeti beni sıktı. Böyle bir nevi şikayet kalbe geldi: ‘Neden bu azap ve işkenceye tâbî tutuluyoruz, hizmetimize faydası nedir?’ Birden bu sabah kalbe ihtar edildi ki: Sizin, bu şiddetli imtihana girmek ve inceden inceye defalarca altın mı, bakır mı diye mihange vurulmak, her cihette insafsızca tecrübe edilmek, hem nefislerinizin hisseleri ve sinsi hileleri var mı, yok mu diye eleklerle elenmek; hâlisane, sırf hak ve hakikat nâmına olan hizmetiniz için lüzumu vardı ki, kader-i İlahî ve inayet-i Rabbaniye bunlara müsaade ediyor.”
Üstad Hazretleri Denizli Hapisanesi’ndeki talebelerine de şöyle diyor: “Kardeşlerim! Gerçi yeriniz çok dardır, fakat kalbinizin genişliği o sıkıntıya aldırmaz, hem yerlerimize nisbeten daha serbesttir. Biliniz; en esaslı kuvvetimiz ve nokta-i istinadımız, tesânüddür. Sakın, sakın, bu musibetlerin verdiği asabîlik cihetiyle birbirinizin kusuruna bakmayınız. Kısmet ve kadere itiraz hükmünde olan şikayetlerle ve ‘Böyle olmasaydı, şöyle olmazdı’ diye birbirinize gücenmeyiniz. Ben anladım ki; bunların hücumundan kurtulmak çaremiz yoktu. Ne yapsaydık onlar hücumu yapacak idiler. Biz sabır, şükür ve kazaya rıza ve kadere teslim ile mukabele ederek, tâ Cenab-ı Hakkın inayeti imdadımıza gelinceye kadar, az zamanda ve az amel ile pek çok sevap ve hayırlar kazanmaya çalışmalıyız.”
Üstad Hazretleri’nin hapisanede yazdığı bu pusuladan alacağımız dersler var:
Bizim en büyük, en esaslı kuvvetimiz, tesânüd yani aramızdaki dayanışmadır. Birlik, beraberlik ancak böyle sağlanabilir. Onun için asla birbirimizin kusuruna bakmamamız gerekiyor.
Kadere iman ediyoruz; hayrı da şerri de Allah’ın yarattığına, O’ndan izinsiz hiçbir şey olmayacağına itikat ediyoruz. Her şeyi yaratan Allah olduğu gibi yarattığı herşeyi güzel yarattığını, mutlaka yarattıklarından bir güzellik ciheti bulunduğunu (Secde Suresi, 32/7)biliyoruz. Öyle bu başımıza gelenler de O’nun takdiridir. Güzellik cihetleri de vardır.
Üçüncüsü, hizmet düşmanlarının hücumundan kurtulma çaresi yok… Çünkü planlarını çok önceden hazırlıyorlar ve tuzaklarını sinsice kuruyorlar…
Dördüncüsü ise, bizim bu durumda yapacaklarımızla ilgili… “Biz sabır, şükür ve kazaya rıza ve kadere teslim ile mukabele ederek, tâ Cenab-ı Hakkın yardım ve inayeti gelinceye kadar, AZ ZAMAN’da, AZ AMEL ile, PEK ÇOK SEVAP ve HAYIRLAR kazanmaya çalışmalıyız.”
Elbette Güneş’ten daha parlak ve Cennet’ten daha güzel bir hizmetin içinde bulunanlara bu yakışır.