ENES CANSEVER-
ABD seçimleri, beklenenlerden çok farklı bir tablo ortaya koydu. Donald Trump’ın seçim sürecindeki söylemleri, her bir
Müslümanı tedirgin ettiği kadar, göçmen toplumuna düşman fanatikleri bir o
kadar sevindirdi. Amerika’daki Müslümanlar adeta diken üstünde. AB
ülkeleri Dışişleri Bakanları dün acil toplandı. Avrupa, Asya ve Uzak Doğu çok tedirgin. Ülkesindeki diktatörlerden kaçmaya çalışan, çaresizlikten dolayı
okyanuslarda ölümü göze alan göçmenler
ümitsiz. Trump’ın misket bombalarını andıran
sözlerinin
etkisi, dünyanın dibi Avustralya’ya kadar hissediliyor.
Dünya
bir yana ABD adeta kaynıyor. İnsanlar asıl çok tepkili ve
tedirgin. Kanada ve Yeni Zelanda göçmenlik büroları ve siteleri adeta
Amerikalıların akınına uğradı. Tedirgin kesim, ülkeyi terketme hazırlığında… “Trump
zaferini ilan ettiği an Yeşil Kartımı keseceğim ve eşyalarımı toplamaya
başlayacağım” diyen Nobel ödüllü Nijeryalı Yazar Wole Soyinka ABD’den
ayrılacağı tarihi bile açıkladı. New York’ta yaşayan ve New
York üniversitesi Afrika Amerika Birleşik Devletleri İlişkileri Enstitüsünde görev yapan Soyinka,
sosyal medya kullanıcılarının sözünde durup durmayacağını sormaları üzerine, şu cevabı
verdi: “20 Ocak 2017 tarihinde ülkeyi terk edeceğim.” Yani Trump’ın yemin
arifesinde ülkeyi terk edecek Nobel ödüllü Yazar.
Avustralya’da
Müslüman ve göçmen karşıtlığıyla bilinen Tek Ulus Partisi Lideri
Brisbane Senatörü Pauline
Hanson’un,
Trump’ın zaferini Başkent Canberra’da
şampanya
ile kutlamasına şaşırmadım. Ama asıl beni en çok
şok eden nokta, Müslümanlara
savaş açacağını söyleyen Trump’ın söylemlerinin ve
zaferinin, Türkiye’de AKtrollerce büyük bir sevinç ve çoşkuyla karşılanıyor
olmasıdır.
Trump’ın
zaferi, bu ‘mücahitleri’ neden böyle heyecanlandırıyor? Kılıcını kuşanan
Trump’ın, seçim
meydanlarındaki söylemlerinin,
neden biran önce
eyleme dönüşmesini şehvetle arzuluyorlar? Yada seçim sürecinde Trump’ın
kampanyasına neden Anadolu insanının vergilerinden toplanan/örtülü ödenekten para
aktarıldı?
Donald Trump’ın askerî danışmanı olarak görülen emekli General
Michael Flynn’in Türkiye’yle ilişkili bir lobi grubu(!) tarafından finanse
edilmesi, sanırım biraz ip ucu veriyordur. Trump’ın ilk davetlisi olarak İsrail
Başbakanı’nı kabul edecek olması da bizi şaşırtmadığı gibi, Recep Tayyip
Erdoğan’ın, Trump’a “ilk ziyareti bizim ülkeye yap” daveti de artık sürpriz değil.
Avustralya
penceresine dönecek
olursak…
Federal Başbakan
Turnbull, Trump’ın seçim kampanyasında
kullandığı dili, Beyaz Saray’da yumuşatacağını tam diyemese de, en azından ima
etti. Çünkü kimse emin değil… Turnbull, benzer söylemlerin gölgesinde Brisbane‘dan
senatoya giren Hanson’un,
açıklamalarına tepki göstermişti. Avustralya’da ırkçılık rüzgârının, belli bir kesim
tarafından sürekli ve tehlikeli boyutta pompalandığını başbakan da bizler de
biliyoruz. Allah’tan muhalefet çok hassas.
Ana Muhalefet Lideri
Shorten’ın, Trump hakkında daha önce
kullandığı ağır sözlerinin arkasında durması takdire
şayan bir durum. Bill Shorten; “Seçimden önce yapmış olduğum açıklamalarım aynı
şekilde devam ediyor. Ben hiçbir zaman kadınlara, işsizlere, göçmenlere, savaş gazilerine ve
Müslümanlara karşı saygısızlığı desteklemiyorum” dedi. Shorten, Facebook aracılığıyla,
bir adım daha atarak, Trump’ın söylemlerinin, eyleme dönüşmemesi adına, özelde Müslümanların,
genelde tüm göçmen toplumunun büyük
takdirini kazanan şu güzel ifadeleri paylaştı; “Eğer bir kişiye
derisinin rengi veya dini nedeniyle ayrımcılık yapıldığına şahit olursam sesimi
yükselteceğim.”
Şu
dünyada çok
kültürülük belki de birlikte yaşama adına keşfedilmiş en güzel
yaşam tarzı olmalı… Herkes, yetmiş iki millet, her türlü kültürün insanı ancak
böyle
bir atmosferde barış içinde yaşayabilir. Çok kültürlülüğün
hakim olduğu bir ülkede nefes alıp verince insanın, diktatörlük
peşinde olan ülkelerde olup biten ahmaklıkları anlaması daha kolay oluyor.
İnsan
doğduğu sınırların dışına
çıkmayınca, gezip göremeyince, bilmeyince kendi küçük
sınırlarını evrenin bütünü zannedermiş. Oysa şu dünyada konuşulan binlerce dil,
yaşanan on binlerce kültür, geliştirilen yüzlerce medeniyet var ve bu dillerin,
kültürlerin ve medeniyetlerin insanları bu küçük dünyada beraber yaşamak
zorundalar. Birbirini itip kakmadan, birbirlerinin özgürlük alanlarına müdahale
etmeden, diğerinin hakkını hukukunu çiğnemeden
yaşamak gerekiyor. Aksi takdirde kavga çıkıyor, insanlar çatışıyor,
bu çatışmaların
bir kısmı da sadece çatışanlar için değil bütün insanlık için
bir felaket olan savaşa dönüşüyor.
Savaş ölümlere, ayrılıklara, acılara yol açıyor. İnsanların arasındaki köprüleri
bombalıyor. Dünyanın dört
bir tarafından gelmiş insanlar bu ülkede kendi kültürlerini rahatlıkla yaşıyor.
Belkide
Avusturalya adı verilen bu ülkenin en önemli övünç
kaynaklarından birisi bu çok kültürlülük
düzenidir. Avustralya, 200’e yakın
ülkeden insanlara ki bu neredeyse dünyadaki bütün ülkelerin toplam sayısı kadar
bir rakam, ev sahipliği yapıyor. Bu durum da Avusturalya’yı dünyadaki en
başarılı ve güçlü çok kültürlü toplumlardan biri haline getiriyor. Burası
renkli bir toplum. Burada hoşgörülü
bir devlet var. Burada hukuka saygılı hükümetler var. Dolayısıyla kimsenin bu
barış ve huzuru bozmaya hakkı yok.
Ama galiba, topluma rahat imkânı sağlamayan
diktatör ruhlu siyasetçiler dörtbir koldan, mazlum ve mağdurlara adeta oksijen
çadırı fonksiyonunu taşıyan Avustralya, Kanada, Avrupa, ABD gibi ülkeleri de
göçmen toplumuna zehir edecekler.
Asılında
Trump, Hanson
veya Hollandalı İslam düşmanı Geert Wilders gibilere
kızmaya gerek yok. Asıl zalimliği, ülkesinde terör estiren, yurt ve yuvaları
kendi vatandaşına zehir eden, başka ülkelere göçe zorlayarak, sığınmacı
durumuna mahkûm eden İslam
coğrafyasındaki ‘Müslüman’ kılıklı diktatör liderler, bu yaşanan trajedinin baş
sorumlularıdır. e.cansever@yepyeni.zamanaustralia.com.au