BU HABERLER İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
İnanan ve imanından hiçbir tereddüt ve şüphesi olmayan bir mü’min için, hiç bir kimse sahip çıkmasa bile; yaratan, yaşatan ve herşeyden haberdar olan Allah(cc) onunla beraberdir.Hz. Adem(as) dünyada tekti ama yalnız değildi. Kendisini bir hikmete binaen yoktan yaratan Allah’a dayanıp güveniyordu. Allah(cc),kıyamete kadar nesillerin devamını sağlamak için, kendisine eş ve arkadaş olarak Havva validemizi yaratmıştı. Allah (cc) bu yolla varlığın hem çekirdeği, hem de en mükemmeli, kusursuz ve olgun meyvesi bulunan Hz.Muhammed’i (sav), beşere dünya ve ahiret saadetini elde etme adına temsil ve tebliğ için göndermeyi murat buyurmuştu.
Ne var ki, dünya hayatı bir imtihandan ibaretti. Hz.Adem (as) kıyamete kadar gelecek nesline örnek ve model olma makamındaydı. O’nun imtihanı şeytanla başlamıştı. Evet, şeytan Allah’ı bilmeyen birisi değildi. Melaikeler içinde seçkin bir yeri vardı. Fakat enaniyetinin, gurur, kibir ve kıskançlığının kurbanı oldu.
Hz.Adem’e (as) secde emrine muhalefet ettiği için kaybetti ve huzur-u İlahi’den tardedildi. Allah’a karşı saygısızlıkta bulunarak, ‘’O’nu topraktan beni ateşten yarattın’’ deyip, Hz.Adem’i kıskandı ve Allah’a başkaldırdı. Kıyamete kadar Ademin çocuklarına musallat olarak onları Allah’a isyana, yakıp yıkmaya, birbirine karşı gayz, kin ve nefretle düşmanlığa teşvik etmek üzere –lihikmetin- Allah (cc) ruhsat ve izin verdi. Nitekim, Ademin çocukları olan Habil ile Kabil’i birbirine düşürdü. Habil, kardeşi Kabil’e ‘ben sana el kaldırmam’ demesine rağmen, Kabil Habil’i kıskandığı için öldürdü.
Babamız ‘Yusuf’u bizden daha çok seviyor’ diye şeytan, Yusuf’un kardeşlerini kıskandırıp O’nu kuyuya attırdı ve Peygamber olan babaları Hz.Yakub’a yalan söylettirdi. Evet, Habil-Kabil’de, Yusuf ve kardeşleri de yalnız değildi. Herşeyi gören bilen Cenab-ı Hak (cc), yapılan her icraatden haberdardı.
Firavun saltanatımı elimden alırlar diye, her doğan erkek çocuğu öldürtüyordu ama, Allah (cc) Musa’yı firavunun sarayında himaye edip büyütüyordu. Musa’nın(as) peşine takılan Firavun’u Allah suda boğuyor, Hz.Musa’ya necat veriyordu. Demek Musa (as) yalnız değildi.
Hz.İbrahim (as)’ı Nemrud, ateşe atıp yakmak istiyordu ama, Allah(cc) ateşe ‘yakma ‘ emri veriyordu.’’ Biz ateşe şöyle ferman ettik: ‘Dokunma İbrâhime! Serin ve selamet ol ona!”(Enbiya suresi,69) Demek İbrahim(as) yalnız değildi.
Hz.İsa (as) çarmıha gerilip idam edilmek isteniyordu. Cenab-ı Hak O’nu huzuruna alıp himaye etmişti. Demek Hz.İsa (as) da yalnız değildi.
Efendiler Efendisi Efendimiz(sav)’e de Ebu Cehiller, Şeybe ve Utbeler hakk-ı hayat tanımak istemiyorlardı. Ama Allah (cc) Habib-i Edibi’ni Sevr sultanlığında, örümcekleri, güvercinleri memur kılarak muhafaza edip koruyordu. “…Hani kâfirler onu Mekke’den çıkardıklarında, iki kişiden biri olarak mağarada iken arkadaşına: “Sen hiç tasalanma, zira Allah bizimle beraberdir” diyordu….” (Tevbe suresi,40) Demek, Allah (cc) Alemlere Rahmet olarak gönderdiği Habibini yalnız bırakmıyordu.
İnsanlığın İftihar Tablosu Efendimiz (sav) “İslam, şüphesiz garip olarak başladı ve günün birinde garip hale dönecektir. Ne mutlu o garip mü’minlere!” buyurmuşlardır.(Müslim) Ümmet-i Muhammed (sav) -belli zamanlar dışında- hep gurbet yaşamış ve yaşamaktadır.
Garib, yurdundan yuvasından ayrı düşen, dünya nimetlerinden mahrum kalan değildir. O insanların ahiret hayatlarını kurtarma adına gece gündüz koştuğu, her türlü sıkıntılara katlandığı halde, halinden dilinden anlaşılmayan, dövülüp kovulan, değişik ölümlerle tehdit edilen, itilip kakılan, hor ve hakir görülendir.
Buna rağmen garib, bir itfaiye memuru gibi ateşte yanan nesli için tehlikeleri göğüsleyen, şefkatli bir ana gibi insanlığın küfür ve dalaletde boğulmasına karşı ve onların kurtarılması için ağlayıp inleyendir.
Garibler işin başında bu davaya bilerek, inanarak, ölüm dahil hak yolunda herşeye ‘evet’ deyip yola koyulmuşlardır. Garibin kırık kalbinde bin hüzün ve bin keder saklıdır. Onlar gecelerin derinliklerinde binbir ızdırapla kıvranır, insanlığın imdadına yetişebilmek için dört gözle gündüzü beklerler.
Onlar, ortalığı fitne ve fesada verenlere karşı tahripçi değil, daima ıslahçıdırlar. Kötülük yapanlara karşı dahi, sineleri şefkat ve merhamet doludur. İnandıkları ve temsil ettikleri yolun kaderinin çile ve ızdırap olduğunun farkındadırlar. Onun için her türlü eza ve cefaya katlanır, Allah’ın (cc) rızasına talip olurlar.
Onlar, ’…Allah’ın nimetlerini düşününde, bozgunculuk yaparak dünyada karışıklık çıkarmayın.’(Araf suresi,74) ‘…Ülkede düzen sağlanmışken fesat çıkarıp huzuru bozmayın…’(Araf suresi,85) ‘….Ülkeyi bozan o müfsitlerin sonunun nasıl olduğuna bakın da ibret alın!’ (Araf suresi,86) ikazlarını hiç unutmazlar.
Onları, ‘…Allah’a yönelip yalvarsınlar diye yoksulluğa, hastalık ve musibetlere düçar ederiz. (Sabredenler için) Sonra o kötü durumları değiştirip, güzellikleri yayarız…’(Araf suresi,94) ‘Ey bizim Rabbimiz! Bizimle şu halkımız arasında sen adil hükmünü ver, haklı-haks
ız ortaya çıksın. Sen elbette hüküm verenlerin en hayırlısısın.’ (Araf suresi,89) ‘…O halde aramızda Allah hükmünü verinceye kadar bekleyin(sabredin). Hüküm verenlerin en hayırlısı O’dur.’ (Araf suresi,87) İlahi beyanlara kulak vererek, teslim ve tevekkül içinde neticeyi beklerken görürsün.
Hz.Adem’i Şeytana, Hz.İbrahim’i Nemruda, Hz.Musayı Firavuna, Hz.İsa yı İsrailoğullarına, Efendiler Efendisini de Ebu Cehillere ve müşriklere karşı yalnız bırakmayan Allah(cc); kıyamete kadarda davasına sahip çıkan, hasbi, fedakar, muhlis Kur’an ve iman hizmetine kendini adayan gönül erlerini de yalnız bırakmayacaktır.
Unutmayalım ki, Biz Allah ve Resulullah’ın davasına sahip çıkar isek, o zaman Allah’ın inayeti bizimle beraber olacaktır. “Ey iman edenler! Eğer siz Allah’ın dinine destek olursanız, O da size yardım eder ve savaşta ayaklarınızı kaydırmaz.” (Muhammed suresi,7) Nitekim Hz.Üstad da ‘Ümitvar olunuz, şu istikbal inkilabı içinde en yüksek gür sada İslamiyetin olacaktır.’ müjdesini vermiştir.(Sünühat)
Dünyada bir çok şeyin varken kıymeti bilinmez. İnsan elindeki nimetleri ne zaman kaybederse, o zaman onun kıymeti anlaşılmış olur. Efendimiz (sav) “Beş şey gelmeden evvel şu beş şeyi ganimet bilip değerlendir: İhtiyarlık gelip çatmadan evvel gençliğin, hastalıktan evvel sıhhatin, fakir düşmeden evvel varlıklı olmanın, meşguliyetten evvel boş zamanın ve ölüm gelmeden evvel hayatın kıymetini bil, bunların hakkını ver!” (Hâkim, Müstedrek) buyurmaktadır.
Allah’ın (cc) bize lutfettiği nimetlerin kıymetini ne ölçüde değerlendirdik bilemiyoruz ama, ihmallerimiz olmasına rağmen, fırsatları gücümüz yettiği ölçüde değerlendirdiğimiz kanaatindeyiz. Daha iyi meyve alabilmek için ağaçlar budanır, madenin altın olabilmesi için ateşe verilir. Baharda yeniden yeşermek için bütün ağaçları hazan vurur. Binaenaleyh, hizmetde bugün bir budanma, altın kabiliyetlerin ortaya çıkması için ciddi bir imtihana tabi tutulma ve bütün dünyada insanlığın istifade edebilmesi adına Allah’ın (cc) hizmeti yeşertmeyi murat buyurduğunu müşaade ediyoruz.
Onun için şahıs, aile ve hizmet olarak maddeten kaybettiğimiz şeylere üzülmenin yanında, üzerimize düşen sorumlulukları yerine getirerek yarına ümitle bakıp, Allah’ın(cc) lütfedeceği güzelliklere talip olmalıyız.
25 yıldan beri yayınına devam eden, insanımıza ve neslimize çok büyük hizmetleri bulunan, Efendimiz’in (sav) parmaklarından akan ve binlerce ashabının su ihtiyacını gidermesi gibi nice ciğeri yanmışların imdadına yetişip nice gönülleri huzur ve itminana kavuşturan, çok alıştığımız Zaman Gazetesi’nin şimdilik kağıt basımının sona erdirilmesi, her ne kadar bizi üzse de, Allah’ın izni ve inayetiyle hizmet hiçbir zaman durmayacak ve kıyamete kadar da devam edecektir.