Türkiye’den gelen mağduriyet haberleri yürek dağlıyor. Halkına hizmet etmekle mükellef olan iktidar bu dertleri azaltmak yerine daha da artırmaya, hatta mağduriyet yaşayanları “suya muhtaç” hale getirmeye çalışıyor. Bu ızdırabı paylaşmak, dertleşmek ve yaşananların bilinir hale gelmesine vesile olmak için bana gelen bir mektubu hayra vesile olması ümidiyle iki bölüm haline yayınlıyorum.
“Türkiye’nin en büyük Holding’lerinden birinde yönetici pozisyonunda çalışıyor bir yandan da eğitim, sosyal faaliyet ve yardımlaşma amacıyla kurulmuş derneğimizde Yönetim Kurulu Başkanlığını yürütüyordum.
Eşim de gazeteci olarak çalışırken, 2014 Ocak ayında kavuşacağımız oğlumuza anne olmanın heyecanını yaşıyordu. Özetle Allah’a şükretmek için bir çok sebebimiz vardı. Kendi dünyamızda durum bu iken maalesef ülkemizde bizleri de fazlasıyla yakından ilgilendiren olumsuz gelişmeler yaşanmaya başlamıştı.
Ülke tarihinin en büyük yolsuzluk söylentisi ve ilişkili olan kişilerin ülkenin en üst düzey siyasetçileri olması bundan sonra olacakların da vahametinin habercisi gibiydi. Yolsuzluk ve rüşvet ile suçlanan siyasetçiler, ne yapmadıklarını ispat ediyor ne de yaptıklarını inkar ediyorlardı, bunun yerine yıllar önce bitirmeye niyetlendikleri ve dershanelerin kapatılması süreciyle açığa çıkan Gülen Hareketini ve bağlı şirketlerini vatan haini olmak ve sivil darbe yapıp hükümeti indirmeye çalışmakla suçluyorlardı. Bununla kalmayıp soruşturmayı başlatan emniyet ve hukuk adamlarını da “devlete sızmış” bu hareketin mensupları olarak nitelendiriyorlardı.
Önceden siyasetçilerin kendileri de dahil tüm insanların övgüyle bahsettiği, takdir ettiği, içinde bulunmak istediği, çocuklarını okullarına dershanelerine emanet etmeye can attığı, iş verecek olanların özellikle aradığı, kızını ya da oğlunu evlendirmek isteyenler için referans kaynağı olan bir cemaat; direkt hükümet tarafından düşman ilan edilmekte ve taraftarlarına hedef olarak gösterilmekte, ötekileştirilen bir topluluk haline gelmekteydi.
Benim çalıştığım Holding’e de hükümet tarafından kayyum atandığını, bir sabah işe giderken arayan arkadaşımdan öğrendim ve iş yerine vardığımda ise panzerler, çevik kuvvet arabaları, tomalar ve yüzlerce polis arasından içeriye girebildim. Odama gittiğimde ise sivil polisler ile karşılaştım ve bizden oturmamızı ancak masa, dolap, çekmece ve bilgisayarlardan uzak durmamızı ve öylece beklememizi istediler. Daha sonra yaklaşık 10’ar kişilik gruplar halinde dolap, çekmece, masa ve özel eşyalarımızı kitapların ve dosyaların içlerine kadar aradılar. Bilgisayarlarımızı toplayıp imajlarını aldılar. Yaklaşık 1 ay boyunca her sabah kimliklerimiz ile isim listeleri kontrol edildi, giriş çıkış personel kartları ve turnikeleri değiştirildi. Yine uzun bir süre polisler bina önünden ve içinden ayrılmadılar. Masa ve cep telefonlarımız takibe alındı, oda ve koridorlara görüntü ve ses kaydı yapan cihazlar yerleştirildi.
Baskı ve takip altında geçen ayların sonunda, daha önceden sürekli dile getirdikleri Temmuz ayında olacak organizasyon değişikliği planlarını ne tesadüftür ki 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrasındaki ilk iş gününde hayata geçirdiler. Başta şirket üst yönetimleri olmak üzere yönetici kadrolarındaki 2.000 üzerindeki kişi Holding genelinde “yaşanan olaylar neticesinde, şirket organizasyonunun güvenilir insanlar ile yeniden oluşturulması” gerekçesi ile işten çıkarıldı. 18 Temmuz 2016 benim de son günüm olmuş ve iş akdim feshedilmişti.
Sonrasında çıkış kodumuzun işsizlik maaşı ve tazminat gibi yasal haklarımızı alamayacak şekilde değiştirildiğini öğrendiğimizde iş işten geçmişti. İtiraz için başvurduğumuz makamlar olumsuz dönüş yapıyor, suçsuz olduğumuzu kendimizin ispat etmesi gerektiği söyleniyordu. İşsiz kalmadan önce iş tekliflerinde bulunanlar, öz geçmişimde yer alan üniversite ve şirketler dolayısıyla çekinerek kendi şirketlerine de zarar gelmesinden korktular ve başvurularıma olumlu dönüş yapamadılar.
Bu arada eşimin çalıştığı gazeteye atanan Kayyum’un da daha önceki aylarda benzer sebeplerle eşimi işten çıkardığını ve tazminatını ödemediğini belirtmeliyim. Bu durumda önce eşim ve sonrasında ben işsiz kalmış ve yasalardan doğan haklarımızı alamamıştık. Hiç bir yerde iş bulamayacak durumda, eve 2,5 yaşındaki oğlumuzun yanına dönmüş bulunmaktaydık.
Evimizin borcunun bitmiş olması bizim için bir avantajdı, en azından kira verme derdimiz olmayacaktı. Ancak maalesef Cumhurbaşkanı ve Hükümet’in nefret söylemleri, başlatılan cadı avı, insanların bizleri düşman olarak görmeleri, gelirimizin kesilmesinin tedirginliğine, bir de kapatılmadan önce başkanı olduğum derneğin de yönetiminin, yani ben ve arkadaşlarımın savcılık tarafından ifadeye çağırılması da eklenmişti.
Baskı her geçen gün artıyor. Zulmün karanlığı gittikçe koyulaşıyodu.”