[SELİM GÜNDÜZ-TR724.COM]
Demokrasiden diktatörlüğe geçişimiz iki zümre ortaya çıkardı. Birinci zümre diktatörlük yönetiminden gelen tüm emirleri sorgulamadan yerine getirenler. Yani hak-hukuk gibi her şeyi elinin tersiyle itenler. Bir de demokrasi hukuk ve adalet gibi kriterleri dikkate alanlar. Aldıkları için, gelen emirleri sorguladıkları için devletten bu insanlar kamudan atılıyorlar. Diktatörlüğün ve birinci zümrenin en büyük korkusu bunlar “ne olur ne olmaz başımıza dert açmasın” diyerek binbir bahane ile devletten afaroz ediliyorlar. Medya da olmadığı için bunların sesi artık hiç duyulmuyor.
Yüz binlerce Erdoğan mağduru var ama sesi duyulan kimse yok. Habercilik bitti. 40 şehidin olduğu gün tüm saray gazetelerinin manşeti başkanlık. Hak ve adaletten bahseden bir kaç köşe yazarı kalmıştı. Son olarak Umur Talu Habertürk’ten ayrıldı.
Bugün sesi duyulmayan binlerce mağdurdan birinin feryadını size aktarıyorum. Hukuksuzca ve hoyratça meslekten atılan bir hakimin mektubu:
HUKUKSUZLUKLARINI YÜZLERİNE TÜKÜRDÜK, GEÇTİK!
“Birçok meslektaşım gibi ben de işsiz kaldım… HSYK, yeniden inceleme taleplerini reddetmiş. İhraç kararı kesinleşmiş. Böylece fiilen sona ermiş olan meslek yaşamım, hukuken de sona ermiş oldu. Bu büyük haksızlığı yapanlara karşı sonuna kadar hak mücadelem devam edecektir. O ayrı… Talimat ile aldıkları kararın göğüslerinde bıraktığı “pasak” HSYK üyelerini ömür boyu takip edecektir! Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın! Üzerine alınmak isteyen alınsın! İbret almak isteyen yakın tarihe baksın…
Hatırlarım. İlkokula giderken okulun bahçesinde top oynardık. Kale direkleri taşlardı. En çok tartışma taş üstü mü gol mü konusunda olurdu. Nedense tartışma çıkınca bana sorarlardı. Belki de doğruyu söyleyeceğime güvenirlerdi. Bilmiyorum… Çocukluk işte. Bazen takım arkadaşlarım kızardı! Nedenimi anlamazdım.
Ailemin nutuk attığını hatırlamam. Başkalarının hakkına girmemeyi yaşayarak öğrettiler sanırım. Büyük dedem “kadı olacak” diye severmiş torununu. Torunu değil belki ama onun çocuğunun mesleği içine doğmuş belki de… Bir gün terörist (!) damgası vurularak meslekten atılacağı da doğmuş mudur içine? Sanmam.
Lisede okulun serserileri kendi halinde bir arkadaşa çökmüştü. Durun napıyorsunuz demek zorunda hissettim kendimi. Şairin dediği gibi haksızlık karşısında dövüşmeye hazırdım. Yaşım, başım da müsaitti… Nöbetçi öğretmen geldi. Yarım kaldı. Serseriler okul çıkışında bekliyoruz dediler… Bekledim. Gelmediler.
Okul bitti. Avukatlık stajında hacze gitmiştim. Kapıyı çaldık açan olmadı. Eve çilingirle girdik. İçerde bir kaç somya, eski bir buzdolabı… Her yerden garibanlık akıyor… Ne eşya varsa muhafaza yapılsın, demişti avukat. Tutanak tutulurken somyanın altında saklanmış bir adam gördüm! Parası olsa saklanmazdı diye düşündüm. Benden başka gören olmadı. Kimseye söyleyemedim! Eski buzdolabı da kalsın, dedim. O gün avukatlık yapamayacağımı anlamıştım!
Bu düşüncelerle seçmiştim mesleğimi. Şimdi gerilerde kaldı..
Kendimi anlatıp, uzatmak istemem. Derdim bu değil. Benzer hikayelerin olduğunu bildiğim için yazıyorum bunları.Hak deyince akan suların durduğu iklimde, “kesilse de çekmeye gelmeyen boynumuz” nedeni ile tercih etmiştik bir çoğumuz bu mesleği… Hiç bir zaman düşünmemiştik altından da olsa “lalelerin” tasmalığını kabul etmeyi… Bundandır belki de benim ve meslektaşlarımın teröristliği (!)…
Neler gördük neler yaşadık! Aslında benzer hikayelerin aktörleriydik. Taşrada köyden bozma yerlerde çalıştık. Doğuda -45’i gördük. Giden arabanın mazotunun donduğunu şahit olduk… Minibüste keçilerle yolculuk yaparken kimseyi hor görmedik. Duruşmaya ara verdik, vatandaş haline ağladığımızı duymasın istedik… Meslektaşların ihanetini gördük! Ucuz pazarlıkçıları tanıdık. Eşya taşımaya, koli yapmaya alıştık. Her yerden ayrılırken adliyede terimizi, toprağa gözyaşımızı bıraktık…
Meslekte; belki kendi işim için de kullanmışımdır diye fotokopi kağıdı alıp kaleme bırakanları da gördük, temizlik malzemesini evine götürenleri de. Dosya okumadığı zaman israf olmasın diye karanlıkta oturan meslektaşları da gördük. Devletin arabası ile tatile gidenleri de. Hafta sonu soğuk adliye de titreyerek çalışanları da gördük, akşama kadar misafir ağırlayanları da. İşe erken gelemedik bari erken gidelim diyenleri de… Daha neler gördük neler!
Gece yarılarına kadar süren duruşmalar… Sürekli eve dosya taşımalar… Vatandaşın hakkı için ailesini, eşini, çocuklarını ihmal etmeler… Bu ihmalin açtığı derin yara… Bir yerde kalıcı olamama..
Senin yüzünden arkadaşlarından ayrılan çocuklarının hüznü… Düzen kuramama… Kendini hiç bir yere ait hissedememe… Yorucu akşamlar… Rüyana giren dosyalar… Bezgin sabahlar… Hasılı daha neler gördük neler…
Gördük hepsini. Büyük oranda iyiler gitti kötüler kaldı! Satın alınamamanın bedeli neyse ödedik! Artık geride kaldı. Mesleğin yüklerinden kurtulsak da ayrılığın hüznü kaldı belki de…
Sınırlı olan insan ömrü içinde meslek de bir gün bitecekti. Şimdilik ara vermiş olduk. Kaybeden onlardır belki de…
Dönmek mi?
Belki daha ölmedik!
Takmaya çalıştıkları tasmalarını iade ettik.
Hukuksuzluklarını yüzlerine tükürdük, geçtik!”
Sayın Hâkimin mektubu bu kadar. Saray’ın talimatlarını yerine getire getire android robotlara dönüşmüş olan HSYK üyeleri için bu sözler bir kıymet ifade etmez. Önceki hafta Avrupa Yargı Konseyleri Ağı HSYK’nın gözlemciliğini askıya aldı. Bu kararla HSYK Avrupa’daki en büyük çatı kuruluştan dışlanmış oldu. Yani Türkiye sınırları dışında HSYK üyelerinin yargıç olarak haysiyetleri kalmadı. Ama bu önemli değil onlar için. Onlar için değerli olunacak tek yer Saray duvarlarının ötesi.