[TARIK TOROS-TR724.COM]
Dünya basını, büyükelçi suikastını şöyle gördü:
-Polis, Rusya’nın Türkiye elçisini öldürdü.
-Suikast, Türkiye başkentinde utanç verici bir güvenlik açığı anlamına geliyor.
-Cihadist tetikçi “Allahu Ekber, Halep’i unutmayın” diye slogan attı.
-Moskova, kendi suikast soruşturmasını yapacak!
-Olay, Türkiye’de güvenlik durumunun giderek kontrol dışına çıktığını gösteriyor.
-Suikast, Moskova ve Ankara’yı daha da yakınlaştırabilir.
-Erdoğan, Rusya’ya taviz vermekte zorunda kalacak.
-Taraflardan işbirliği sinyali geliyor.
-Rusya, Sunni isyancılarla ilişkisini kesmesi için Türkiye’ye baskı yapabilir.
-Birinci Dünya Savaşı’nı çıkaran suikast gibi bölgesel bir savaşı tetikleyebilir.
SONUÇLARDAN SEBEPLERE
Olayları sonuçlarıyla değerlendirmek gerekir. Çok erken olmakla beraber, şu geçen iki üç gün içinde yukarıdaki yorumların tümünün doğru çıktığını gördük. Peki Türkiye ne yapıyor? Tetikçinin profili üzerinden “servis” bilgilerle iç propaganda yapıyor. Katil, arkasında epeyce iz bırakmış, açığa bile alınmamış. Bir ByLock eksik, keşke kargaşada onu da bulsalarmış telefonunda. Hoş o telefona da Ruslar el koymuş!
PİŞKİN SORUMSUZLUK
Büyükelçinin öldürülmesinin hemen ardından Berlin’de bir TIR, “Christmas Market”e girdi, 12 kişiyi öldürdü. Geçen temmuzda da Fransa Nice’te bir kamyon bayram törenine dalmış, 84 kişiyi katletmişti. Batı’da saldırılar biçim değiştirdi, bomba sokamadıkları için mi kamyonla insanların içine dalıyorlar bilemiyorum, terör uzmanlarının işi. Şu var ki, kimse çıkıp olayı bir örgüte havale edip sorumluluktan sıyrılmıyor. Yine kimse, “Terör bugün Berlin’i vurdu, olsun varsın. Yarın adres İstanbul olabilir” demiyor.
TERÖRLE YAŞAM ŞAHANE (!)
Türkiye’nin içine girdiği durum hayli sıkıntılı. Batı basınında çıkan yorumlar bunu kritik ediyor. Şöyle ki, sanki ülkede ikili federatif bir yapı var, bir taraf tüm kötülükleri diğer yapıya yüklüyor. “Ben yapmadım onlar yaptı” deyip ‘mazlum’ rolüne bürünüyor. Olayı farklı örgüt üstlense dahi bunu yayımlamak ya da paylaşmak cesaret istiyor. Nitekim öyle de oldu.
HEDEF CUMHURBAŞKANIYSA?
15 Temmuz’da Saray’daki askeri üst kadro, yaver dâhil “darbeci” damgası yedi. Kimse, cumhurbaşkanına bu kadar yakın olup da neden bir suikasta kalkışmadıklarını sorgulamadı, üstelik darbe gecesi hiçbiri yanında değildi. Tıpkı, Rusya büyükelçisini öldüren tetikçinin son 5 ayda 8 kez cumhurbaşkanını koruduğunun ortaya çıkması gibi.
TADINDAN YENMEZ TABİRLER
‘Üst akıl’ diye bir şey vardı, şimdi moda ‘uyuyan hücreler’. 40 bin kişiyi tutuklasanız, dışarda kalan yüzbinleri felç etseniz de kıyamete kadar bitmeyecek bir terör kaynağınız var artık: ‘Uyuyan hücreler’, hayırlı olsun. Kevgire dönmüş istihbarat, olayların tümüne seyirci kalıp, enerjisini sadece ve sadece sonrasındaki algıyı yönetmeye harcıyor. Başarılı da oluyor. Çalışma binası daha birkaç gün önce protestolara sahne olan büyükelçi korunmuyor, katili öldürülerek susturuluyor. Cumhurbaşkanı “sırtından vurmak kalleşlik” diyor, karşıdan ateş etse mazur mu göreceğiz! Böyle giderse yakında şehit ismi verilecek meydan, köprü, tepe kalmayacak!
Şu başdöndürücü gündemde iyice unutulmaya terk edildiler, farkındayım. Ülkenin iki çıplak gündemi var: OHAL rejiminde açta açıkta bırakılan ve artık sayıları milyonları bulan ihtiyaç sahipleri ile “İnsanlık Hakları Evrensel Beyannamesi”nin tüm maddelerini hiçe sayan ağır insan hakkı ihlalleri. Bugün çok farklı bir mesaja yer veriyorum, darbenin artçı şoklarına örnek bir mesaj:
EVLATLIKLAR DA DARBE MAĞDURU
Eşim bir vakıfta muhasebeci olarak çalışıyordu. Rabbim bize üç çocuk verdi. Günlerimiz gayet mutlu ve huzurlu geçiyordu. 3 yıl önce koruyucu aile sistemiyle ilgili bir tanıtım izledim. Eşime anlattığımda “biz de koruyucu aile olalım” dedi. Çocuklarımızın da onayını alarak sosyal hizmetlere başvurumuzu yaptık. Prosedürü ağır ve masraflı olmasına rağmen yılmadık. Gelgelelim, çok şirin, üç buçuk yaşında bir kızımız olacaktı. Alışma sürecinde sık sık kuruma gidip kızımızla parkta oyunlar oynuyorduk. En küçük çocuğumuz 13 yaşında olduğu için eşimle birlikte tekrar çocuklaşmıştık. Geçen mart ayında kızımıza kavuştuk. Kısa zamanda birbirimize alıştık. Ayda bir kuruma götürüyorduk, gerçek ailesiyle görüşüyordu. Bizi de genelde müdür bey ağırlardı. Bir defasında, “160 koruyucu ailemiz var, kalitede ilk 10 aileden birisiniz” dedi. Her buluşmamızda kızımızın çok şanslı olduğunu söylerdi. Rüya gibi günler yaşarken 15 Temmuz kâbusumuz oldu. Eşimin çalıştığı vakıf kapatılıp mallarına el kondu. Üzerinden bir ay geçmeden, sosyal hizmetler memuru aradı. İşsiz olduğumuzdan kuzucuğumu geri alacaklarını söyledi. Yıkılmıştım. Eşim, “İş bulurum, zaten İstanbul’dan abim iş için çağırıyor” demesine rağmen kabul etmediler. Halbuki dul, bekâr isteyen herkese çocuk veriyorlardı. Buna rağmen “sık sık kuruma gider kuzumu görürüm” diyordum. Teslime gittiğimiz gün, her gün odasında olan müdür kaçmıştı. Memur da bir daha asla göremeyeceğimizi söylediğinde ikinci kez yıkıldım. Çocuk kucağımdan inmek istemiyordu. Ağlaya ağlaya aldılar. Hemen başka aileye vermişler. Devletimiz için insan psikolojisi bu kadar mı önemsizdi..! Madem teröristtik, en baştan çok sıkı araştırmalar yapıp onayımızı valilikten vermişlerdi, 5 ayda ne değişmişti? Ben eşim ve çocuklarım çok özlüyoruz. Bu özlemimizi kim giderecek? Sorumlular üzüntümüzden mes’ul değil mi? Ya kızımız, küçücük yaşıyla bütün olanları anlayamayacak, belki de en kötüsü ömür boyu bize kızacak.