Hizmet Hareketine yönelik suçlamaları seslendirenler ve bunları savunanlar kurguyu çok iyi yapmışlar. Gayet mantıklı olarak “yazılan, söylenen iddiaların hepsi mi yalan, yarısı, dörtte biri doğru olsa bile yeter” diyorlar.
17 Aralık öncesi Türkiye’nin en iyi, en vatansever hareketi olan Hizmet, 17 Aralık sonrası daha öncekilerinden farklı hiçbir sosyal faaliyette bulunmamasına rağmen Türkiye’nin en kötü ve vatan haini bir hareketine dönüştürüldü. Daha öncesinde “bir savcı iki polisle” bunu yapacağını söyleyen dediğini yaptı.
Süreç tam bir yalan rüzgarıydı. Neler iddia edilmedi ki… Bizim mantık sınırlarını zorlayan saçmalamalar karşısında “yakında bunu bile söylerler” diyerek “bu kadarı da olmaz” türünden konuştuğumuz hususlar bile, havuz medyası tarafından iddia edildi ve ne yazık ki halk tarafından inandırıcı bulundu.
Birini cevaplamadan bir diğerinin ortaya atıldığı yalan rüzgarı ile baş etmek imkansızdı. Çünkü ortada o kadar çok iddia vardı ki, hangisine cevap vereceğinizi bile şaşırıyorsunuz. Kirlilik o düzeyde ki, verdiğiniz cevaplar da olayı temizlemiyor, aksine cevabın kendisi bile kirleniyor.
Suçlamaları yöneltenler ve bunları savunanlar kurguyu çok iyi yapmışlar. Gayet mantıklı olarak “yazılan söylenen iddiaların hepsi mi yalan, yarısı, dörtte biri doğru olsa bile yeter” diyorlar. Mantıklı olmanın her zaman haklı olmak manasına gelmediğini söylemeye gerek yok. Zaten bu mantığa sığınan AKP iktidarı da, yargı ve yürütme yıllardır her şeyiyle elinde olmasına rağmen ileri sürülen iddialara “evet bunlar doğru” dedirtecek somut ve inandırıcı belgeler sunmuş değil.
İnsanlar da cemaat mensupları arasından birini gösterip “Aha işte bu. Medyada yazılan bütün kötülükleri yapacak adam” diyemiyorlar. Hangi cemaat mensubunu görseler “O iyi adam, kesinlikle yapmamıştır, onu kandırmışlardır” diyorlar. Kandıranlar kim sorusuna ise somut bir cevap veren yok.
Ben bugün “Hepsi mi yalan?” sorusuyla alakalı olarak kendi çapında bir kıyas olabilmesi için size benimle ilgili medyada çıkan iddiaları ve cevaplarımı yazmak istiyorum. Bunlar benim somut ve net olarak bildiğim yüzde yüz doğru şeyler.
1-Sabah gazetesi Almanya Zaman merkez binasında Almanya istihbarat servisi BND’nin ajanlarını gezdirdiğimi yazdı. Türkiye’de masa başında yapılan haber her şeyiyle yalandı. Yalan olduğu için o günlerde işi ihbar hattı boyutuna taşımayan Almanya Sabah bile Türkiye Sabah’ta yayınlanan haberi, kendi sayfalarına koymamıştı.
2-Yine Sabah gazetesinde manşetten Hizmet hareketinin Almanya imamı olduğum yazıldı. Bu da yalandı. Sabah bu konudaki tekzibimi yayınlamasına rağmen bu yalanını silmedi. Tekzib görünmeyen bir yerde yayınlandığı için Sabah okurlarının büyük çoğunluğu beni hala Almanya imamı sanıyor.
3-Zaman gazetesinde yönetici olduğum yazıldı. 2012 Nisan ayından beri sadece yazı yazıyorum. Yönetimle alakalı herhangi bir görevim yok.
4- Sosyal medyada, herhalde bunalıma filan düştüğümüz havası uyandırmak için olsa gerek sigaraya başladığım yazıldı. Cemaatle tanışma öncesi arada bir içmişliğim olsa da, tanışma sonrası geçen 30 yılı aşkın sürede sigara ile bir muhabbetim olmadı.
5-Odatv muhabiri efkar boyutunu daha ileri taşımak için olsa gerek rakı içtiğimi yazdı. Hiç ağzıma sürmediğimi, tadını bile bilmediğimi ifade edeyim. Bu vesile ile bir itiraf yapayım. Üniversitede okuduğum ama cemaatle henüz tanışmadığım yıllarda sınıf arkadaşlarım veda partisi düzenlemiş beni de çağırmışlardı. Orada gaza gelip bir iki bardak şarap içtim. Sonrasında o geceye dair hatırladığım tek şey “alaturka tuvalette düşmemek için çeşmeyi sıkı sıkı tuttuğum” idi. “Düşseydim ne olurdu?” korkusu ile bir daha tecrübe etmedim.
6-Hürriyet gazetesinde manşetten adresim verilerek Savcı Zekeriya Öz’ü evimde sakladığım yazıldı. Bu emniyeti yani devleti de işin içine katarak söylenen bir yalandı. Sert itirazım ve ağır yazım üzerine Hürriyet haberini sildi, ama ondan alıntı yapan yirmiyi aşkın sitede aynı yalan yazılmaya devam ediyor.
7-Savcı Zekeriya Öz’ün Zaman merkez binasında örgütsel toplantıları yönettiği, hatta Zaman gazetesi yayınına müdahil olduğu iddia edildi. Haberi yazanlar yine Türkiye’den olduğu için Zaman yazı işlerinin dört yıl önce Berlin’e taşındığından bile haberlerinin olmadığı belliydi. Zekeriya Öz’ün ZAMAN binasına aranmadığı zamanlar da dahil olmak üzere hiç uğramadığının şahidi ise polisin de görebildiği kamera kayıtları idi.
8-30 yılı aşkın gazetecilik hayatımda yazdığım yazılardan dolayı sadece bir kere “Ah Süheyla vah Kaplan” başlıklı yazım sebebiyle mahkemeye verildim. Talep edilen şey yazının internetten kaldırılması idi. Mahkeme 10 paragraftan oluşan yazımın sadece bir paragrafının düzeltilmesine, gerisinin ise aynen kalmasına hükmetti. Fakat Odatv’de yer alan haberde benim mahkemeyi kaybettiğim ve mahkum olduğum yazıldı. Bu da tipik bir tetikçi Soner Yalçın yalanıydı. Çünkü yazı bir paragraf hariç yerinde duruyordu. Odatv’ciler ve ondan alıntı yapanlar (http://zaman-online.de/ah-suheyla-vah-kaplan-22510) linkine bir kere tıklayıp gerçeği görmek yerine yalan yazmayı tercih etmeye devam ediyorlar.
Medyada benimle ilgili çıkan haberler böyle. Gördüğünüz gibi hepsi de yalan. Yalan olmasına ilaveten gazetecilik ahlakı adına da çok kötü örnekler. Çünkü haberi yapanlar, hiçbir haberde rahatça ulaşabilecek olmalarına karşılık benden görüş almaya bile gerek görmemişlerdi. Bunun da sebebi bence yazdıklarının yalan olduğunu kendilerinin de biliyor olmalarıydı. Haberin halk nezdindeki inandırıcılığını benim görüşlerimi katarak azaltmak istememeleri onları bu tercihe zorlamış olmalıydı. Yalancılığı resmi ve normal boyuta taşıyanlar açısından ise bu çok mantıklıydı. Zaten onlar da aynı mantıkla aylardır devam ediyorlar.Yalan haber furyasının bana bakan yönü ile vaziyeti böyle. İsteyen buradan hareketle bir kıyas yapabilir.