[FAİK CAN-TR724.COM]
Tokat’lı bir yetim Ali vardı. Babasının vefatından sonra annesi ve kız kardeşiyle ortada kalmışlardı. Annesi, ilkokulu yeni bitiren Ali’sinin okumasını istiyordu ama imkânları el vermiyordu. Mahalleden tanıdıkları Hacı Osman amca, Ali’yi annesinin de rızasını alarak bir yurda götürüp kaydetti. Yurt yetkilileri, Ali’nin bütün eğitim masraflarını vakıf olarak karşılayacaklarını söylediklerinde annesi gözyaşlarıyla şükür secdesine kapandı.
Çok çalışkan ve zeki bir çocuktu Ali; yaşının üstünde bir olgunluğa sahipti. Yurdunu çok sevmişti. Arkadaşları, belletmen abileri, yurt müdürü ve personeli samimi ve içten insanlardı. Belletmen abilerinden Arif hoca, Ali’yi kendine emanet bildi. Babasının yokluğunda adeta ona babalık yaptı. Bütün dertleriyle hemdert oldu, yakından ilgilendi. Ali de Arif hocasını çok sevdi.
Esnaf abileri
Hafta sonları yurda gelen esnaf abiler olurdu. Onlar da Ali’nin dikkatini çekmişti. Hacı Mustafa amcalar, sonradan fabrikatör olduklarını öğrendiği Ali ve Ahmet abiler, inşaat malzemecisi Rıfat abi, züccaciyeci Veysel abi, kitapçı Mustafa abi ve demirci İbrahim abi sık gelenlerdi. Her biri öğrencilerle kendi çocukları gibi ilgileniyorlardı. Kemal Amca ise adeta yeryüzüne inmiş bir melek gibiydi. Sohbet eder, hayat tecrübelerini anlatır, bir baba şefkatiyle talebelerin ihtiyaçlarını giderirdi. Bir de fırıncı Mehmet Abi vardı ki sorma! Her sabah namazını yurt öğrencileriyle birlikte kılardı. Ali’ler sıcak ekmekle kahvaltı yapsınlar diye fırınından ilk çıkan ekmekleri yeşil Anadol pikapına koyar yurda getirirdi.
Ali hayret ediyordu; koca koca adamlar, işlerini güçlerini bırakıp talebelerle vakit geçiriyorlardı. Yurda gelmekle kalmıyor, sık sık evlerinde de misafir ediyorlardı. Kahvaltılar, akşam yemekleri, Ramazan’da iftarlar, sahurlar en içten sohbetlerin yapıldığı, talebelerin kendilerini evlerindeymiş gibi rahat hissettikleri bereketli ortamlardı. Karar verdi Ali, bu adamlar gibi olacak ve onları mahcup etmeyecekti.
‘Profesör’ duası
Okulun en başarılı öğrencilerindendi. Her sene okul birinciliğini o alırdı. Hem çalışkan, hem ahlaklıydı. Onun bu durumu en çok annesini sevindiriyordu. Her namazda Ali’nin elinden tutup yurda götüren Hacı Osman Amcaya ve vakfın bütün gönüllülerine dua ediyordu. Ali liseden sonra iyi bir üniversite kazandı. Aynı başarılarını orada da devam ettirdi. Fırsat buldukça eski yurduna uğruyor, abilerle bir araya gelip hasret gideriyordu.
Üniversitede okurken arkadaşları Ali’ye çalışkanlığından ötürü “Profesör” diye takılırlardı. Ali de bunun bir dua yerine geçmesini istiyordu. Üniversiteden sonra hemen yüksek lisans yaptı, ardından doktorasını bitirdi. Bir üniversitede göreve başladı. Kısa sürede doçentlik tezini de tamamlayıp doçent oldu. Her gelişmeden Arif Hocasını ve çok sevdiği esnaf abileri haberdar ediyordu. Onların duaları kendisi için en önemli motivasyon kaynağıydı. Abileri, Ali’den her haber aldıklarında “Vay be, buraya geldiğinde küçücük bir çocuktu…” diye başlar, hatıralara dalarlardı. Kemal Amca, kuvvetli hafızasıyla Ali’nin hayatının bütün safhalarını tarih tarih anlatırdı.
YÖK’ten karar beklerken
Ali üniversitedeki yüzlerce öğrencisine güzellikleri, doğruları, iyiliği anlatmanın heyecanını ve mutluluğunu yaşıyordu. Kendi hikâyesinden yola çıkarak, onlarla yakından ilgileniyor, adeta bir baba, bir ağabey gibi yakın davranıyordu.
Profesörlük için gerekli bütün çalışmaları yapmıştı. YÖK’ten gelecek kararı beklerken bir sabah kapısında polisleri gördü. Ali’yi “terör” suçlamasıyla gözaltına aldılar. Dehşete düşmüştü. Hayatında tavuk bile kesmemişti. Kimseyle bir kavgaya giriştiğini de hatırlamıyordu. Öğrencilerine her zaman kavgadan, şiddetten, terörden uzak durmaları için nasihatlerde bulunuyordu. On beş tane polis, arama bahanesiyle evin altını üstüne getirdiler. Suç unsuru olabilecek hiçbir şey bulamadılar. Ama Ali’yi kelepçeleyip emniyete götürdüler. Tek soru sormadan günlerce nezarette beklettiler.
Kendisi gibi onlarca suçsuz insanla birlikte türlü fiziksel ve psikolojik işkencelere maruz kaldı Ali. Ne yapmıştı, ne suç işlemişti milletine faydalı olmaktan başka! Yıllarca öğrencilerine hep sevgiyi, iyiliği ve insanî erdemleri salıklamıştı. 29 günlük gözaltı süresinin sonunda Bank Asya’da hesabının olması, Zaman Gazetesi’ne abone olması ve çocuklarını kendisini yetiştiren insanların okuluna göndermesi suç sayıldı ve tutuklanarak cezaevine gönderildi.
Vefalı zannettiği milleti
Eşi ve çocukları kırk gün sonra kendisini görebildiler. Çok sevdiği esnaf abilerin de tutuklandığını, bütün mallarına el konduğunu, her karışında onlarca hatırasının olduğu yurdun da başkalarına devredildiğini öğrendiğinde ızdırabı daha da arttı. 80 yaşındaki Hacı Mustafa amcanın kelepçelenerek götürüldüğünü duyduğunda hıçkırıklara boğuldu.
Ona esas ızdırabı ise, o zamana kadar çok aziz bildiği, asırlar boyu İslâm’a bayraktarlık yapmış diye hüsnü zan ettiği milletinin tavrı yaşattı. Çocuklarını canice katleden, onları diri diri ateşlerde yakan, şehirlerde bombalar patlatan caniler serbest gezerken, bu milletin evlatlarının ahlaklı, edepli ve vatana, millete faydalı bireyler olması için çabalayan, malını, mülkünü bu uğurda harcayan masum insanlar “terörist” yaftasıyla hapishanelere atılıyordu. Ali’nin o güne kadar vefalı zannettiği milleti ise bu zulmü yapan din bezirgânlarını gözü dönmüşçesine destekleyip alkışlıyordu.