ENES CANSEVER-HAFTANIN YORUMU
Ömür kitabından bir yaprak daha düşüyor, yeni bir yıl
geliyor. Herkes, eskittiği, tükettiği
yılın değerlendirmesini yapıyor olmalı.
Kimi ‘Yeni bir yıl’ kimisi de ‘Yine bir yıl’
deyip, takvimi koparmaya başlayacak. Yılbaşı çılgınlığı, çam devirme veya
hindi katliamı yapma, İslam geleneğinde yok. Necip Fazıl’a ait olup olmamakla
birlikte, ona mal edilen; “7 gayri-müslüm bir danaya ortak olmadıkça; Çam
ağacı süslemem” sözü çok anlamlı. Demokrasinin gereği, isteyen istediğini yapma
hakkına sahip tabi ki…
Ama inanç ve yaşam tarzına bakmaksızın bir yılın muhasebesi, kutlamalara kurban gitmemeli.2016 yılı, ülkemiz insanı
açısından; tam anlamıyla zulüme, haksızlığa, baskıya, özel mülkiyeti
gaspa, özgürlüğe saldırı, her türlü şiddete, siyasi ve iktisadi linçe, teröre,
kan ve gözyaşına ebelik yaptı. Arşivime hızlıca göz attım. Geçen sürecin özeti şöyle:
Son üç yıl, ülkemiz yalan, iftira ve entrika dolu bir siyasi
kirlilikle heba edildi. 1925 istiklal mahkemelerindeki zalimliği, 1960’taki
darağaçlarındaki gaddarlığı, 1971, 1980 acımasızlıkları, 1997-2007’deki
postmodern darbelerini bize hatırlatan uygulamalar yaşandı. Ve tabii ki 17/25
Aralık, hala el değmemiş ‘kara bir leke’ olarak duruyor!
Bugün 27 Aralık… Merhum Mehmet Akif Ersoy’un vefat yıldönümü… 1936’da tam 80 yıl önce bugün terketti dünyayı. Üstadı rahmetle anıyorum. Merhum, ülkemizdeki 80 yıl önceki tabloyu ama adeta
bugünü şöyle ifade ediyordu:
Müslümanlık nerde!
Bizden geçmiş insanlık bile…
Âdem aldatmaksa
maksat, aldanan yok, nafile!
Kaç hakiki Müslüman gördümse, hep
makberdedir;
Müslümanlık, bilmem amma, galiba
göklerdedir.
2016’ya günler kaldı. Dönüp Türkiye’nin tablosuna baktığımız
zaman, bugünkü durum, geçen yıldan daha vahim. Mehmet Akif merhumuna reva
görülen 80 yıl önceki despot tablo ve kendisinin de mısralarında söylediği
‘Müslüman tiplemesi’ bugün de var.
Her karış toprağını canından çok sevdiği memleketinden
gönüllü bir sürgünle gittiği Mısır’dan; ailesine ve dostlarına, imzalayıp gönderdiği
fotoğraflar bile cüzzamlı muamelesi gördü. Yazdığı mektuplarında; “Ah vatan! Ah
dostlar! Ah memleketin âşıklarına eşkıya muamelesi gösteren zavallı
bedbahtlar!..” diye serzenişte bulunduğu mazideki muktedirlerin,
bugünkülerden bir farkı var mı?
Dünkü ‘dostlarını’ bugün terörist”, dün ‘terörist’ ilan ettiklerini, ‘Can
ciğer, kuzu sarması dost’ ilan eden kaypak siyasetin hazin sonucu değil mi
yaşadıklarımız.
Dün İstiklal Marşı’nın müellifi, bugün ise milli marşı
dünyanın 170 ülkesinde okutan muallimleri mecburi sürgüne zorlayan
irade(siz)ler ne kadar da birbirine benziyor. Bu kadar çok yalan yanlış,
iftira, zulüm, ölüm, bu kadar kaypaklıktan bir doğru çıkmazdı elbette. Ya da
bırakalım herşeyi bir kenara, şu soruyu soralım, insanlık adına, belki birileri
makul bir cevap verir:
Filistin’i aratmayan
G.Doğu’da hain kurşunlarla cenazesi yedi gün sokakta kalan Cizreli Taybet
Ana, üç aylık masum Miray bebek ile Ramazan Dede’yi, kirli savaşa ve
ikircikli siyasete kurban edenler, Halep’e, Bağdat’a, Gazze’ye barış getirebilir
mi? Ya da Şam’da Cuma namazını kılabilir mi?
2017, ‘Hz. Süleyman’ın kuşu’ gibilerin aldanmayacağı/aldatılmayacağı bir yıl olsun!
2017 yılının barış ve huzur getirmesini dileyerek, yazımı
herkesin bildiği Hz. Süleyman (AS)’ın bir hikâyesiyle bitireyim.
Malum, Hz. Süleyman her türlü canlıyla konuşabilen bir peygamberdi.
Yaralı bir kuş ona gelir. Kanadını bir dervişin kırdığını söyler. Dervişi
huzuruna çağıran Peygamber sorar: ‘Bu kuş senden şikâyetçi. Kanadını kırmışsın.
Neden yaptın..? ‘Derviş’in cevabı: ‘Sultanım, ben bu kuşu avlamak istedim.
Çoluk çocuğumun rızkı için. Kaçmadı, yanına kadar gittim. Yine kaçmadı. Bana
teslim olacağını düşünerek üzerine atladım. Tam yakalayacakken kaçmaya çalıştı.
O sırada kanadı zedelendi…
‘Hz. Süleyman kuşa döner: ‘Derviş haklı. Sen niye kaçmadın? O sana tuzak
kurmamış, gizlice yaklaşmamış. Kanatların var, uçabilirdin’ der. Kuş cevap
verir: ‘Ben onu derviş kıyafetini gördüğüm için kaçmadım. Avcı olsaydı
kaçardım. Dervişten bana zarar gelmez. Allah’tan korkar diye düşündüm.’
Taraflarını dinleyen Peygamber, hükmünü verir: Kısas…Kanada karşılık
kol…Dervişin kolunun kırılmasını söyler. Kuş karara itiraz eder. ‘Dervişin
kolunu kırmayın’ der. Hazreti Süleyman ‘Neden?’ diye sorar: Kuş ‘Kolunu
kırarsanız, ailesine yiyecek götüremez. Kolu iyileşince yine aynı şeyi yapar’
der. ‘Peki, nasıl ceza verelim?’ Kuş ‘Üzerindeki derviş cübbesi olan, Müslüman
giysisini çıkartın. Benim gibi kuşlar bundan sonra aldanmasın’ teklifinde
bulunur. Kuşun önerisi yerine getirilir.
Galiba özelde ülkemiz, genelde İslam coğrafyasındaki idareciler, dünkü ‘dostlukların’
ve bugünkü ‘düşmanlıkların’ hikâyesi, Hz
Süleyman’ın kıssası, Mehmet Akif ile Hizmet Hareketi’nin mensupları,
Gazze ve Cizre’nin kaderini en güzel şekilde anlatıyor.
Üç yıl önce Filistinlilerin evlerini yıkan buldozere,
vücudunu çiğnetme ve ölme pahasına dünyaya; “Zulüm
bizdense, ben bizden değilim” sözüyle sembolleşen Yahudi asıllı Amerikalı
Rachel Corrie’in Gazze’deki feryadıyla, 2016’nın yüzüne kapımızı kapatarak/
geride bırakıp, geleceğe bakalım. Geçmişi değiştiremeyiz, ama gelecekte
bir şeyler yapabiliriz. 2017’nın, tüm zalim ve zülümkarların iflas ettiği bir
yıl olması dileğiyle….e.cansever@yepyeni.zamanaustralia.com.au