İnsan dünyaya bir defa gönderilir, ikinci bir şansı yoktur. Dünyaya gözünü ilk açtığında nereye geldiğinin farkında bile değildir. Uryandır, sinesi şefkat dolu anne onu bir beze sarmıştır. Merhamet-i Sonsuz olan Allah (cc) kan ve pislik içinden tertemiz, ab-ı hayat olan sütü anne musluklarından göndererek hayatını devam ettirmektedir.
Dünyada sanki ebedi kalacakmış gibi, hayatın değişik kademelerinde binbir zorlukla yaşam mücadelesi verirken, beklenmedik bir anda ecel kapısını çalar. Varsa evlat ve yakınları tarafından, hayatın başlangıcında bir beze sardıkları gibi yine bir beze sarılarak, ölümsüz ve ebedi aleme intikal eder.
İşte böylesine geçici, misafir olduğumuz fani dünyanın cazibedar güzellikleri, İnsan’ın başını döndürüp esir almakta; Allah‘ın Rızasını, Resülullah’ın (as) hoşnutluğunu, ebedi hayatı ve hakimler Hakimi Allah huzurunda hesap vermeyi unutturmaktadır.
Kehf suresi 7.ayette, “Biz, dünyada bulunan her şeyi ona bir zinet kıldık. Böylece insanlardan kimin daha iyi iş gerçekleştireceğini ortaya koymak istedik.”
Mülk suresi 2.ayette, “Hanginizin daha güzel iş ortaya koyacağını denemek için, ölümü ve hayatı yaratan O’dur. O azîzdir, gafurdur.”
Zavallı insan huzur bulayım derken, şeytanın cazibedar fitnesiyle cehenneme namzet hale gelmekte, bu fani alemin geçici lezzet ve zevklerinde boğulup gitmektedir.
Bu haliyle insan, ya nefsinin esiri olup dünya cennetinde ahiretini kaybedecek, veyahut kainatı emrine veren Rabbi’ni tanıyıp, O’nun emir ve yasakları doğrultusunda dünya ve ahiret mutluluğuna erecektir.
‘Kaptanı olmayan bir geminin rotası denizin dibidir.’ Dünya denizinde dalgalara teslim olmadan, istikameti koruyarak hedefe ulaşmak için, ancak o dalgaları yaratandan emir alarak yönünü tayin eden bir Kaptan’a ihtiyaç vardır. Müminler, şaşmayan ve şaşırmayan, kıyamete kadar kaptanlığı devam edecek, Hz.Sadık-ı Masduk olan Efendiler Efendisi’ne(sav) ve Kelam-ı Ezeli olan Kur’an-ı Muciz-ül Beyan’a itaat ettikleri ölçüde Mevlanın Rızasını kazanma imkanı elde etmiş olacaklardır.
Yaratılan varlıkların en şereflisi, yeryüzünde hakkın en parlak aynası, eşi menendi olmayan sanat harikası bulunan, inansın inanmasın ‘İnsan’ ismiyle müsemma bütün insanlar, Allah’ın kulları ve Resulullah’ın (sav) da ümmetidirler. Bunlarda Ümmet-i davet ve Ümmet-i icabet olarak ikiye ayrılmaktadırlar.
Allah kullarına çok şefkatli ve merhametli olduğundan, hayatın devamına vesile olan hava, su, güneş ve toprak gibi en lüzumlu nimetlerini en ucuza ve ücretsiz lutfetmektedir.
İmanla şereflenen, imanın zevkini ve huzurunu vicdanında duyanlar; Haktan mahrum insanlara, gece gündüz davayı temsil ederek model ve örnek olmak suretiyle, hakkı ve gerçekleri duyurmakla sorumlu, mükellef ve muvazzaftırlar.
Ali İmran suresi 104.ayette Rabbimiz, “Ey müminler! İçinizden hayra çağıran, iyiliği yayıp kötülükleri önlemeye çalışan bir topluluk bulunsun. İşte selâmet ve felahı bulanlar bunlar olacaklardır.”
Ali İmran suresi 110.ayette de, “Ey Ümmet-i Muhammed! Siz insanların iyiliği için meydana çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz: İyiliği yayar, kötülüğü önlersiniz, çünkü Allah’a inanırsınız….” buyurmaktadır.
İnsanların ebedi saadeti kazanmaları adına Allah’ın en son tayin ettiği Nebiler Sultanı Efendimiz’e (sav), Şuara suresi 3.ayette “(Habibim) Onlar iman etmiyorlar diye üzüntüden neredeyse kendini yiyip tüketeceksin?”
Kehf suresi 6.ayette, “Şimdi, bu söze inanmazlarsa, demek sen onların ardına düşüp nerdeyse kendi kendini yiyip tüketeceksin.”
Fatır suresi 8.ayette “Hiç kötü işleri kendisine güzel görünen kimse, iyilik edip dürüst işler işleyen kimse gibi olur mu? Allah dilediğini sapıklık içinde bırakır, dilediğini doğru yola iletir. O halde insanlardan ötürü üzülüp kendini mahvetme! Çünkü Allah onların bütün yaptıklarını bilir.”
Nahl suresi 127.ayette, “Sabret! Senin sabrın da ancak Allah’ın yardımı iledir. Kâfirlerin yüz çevirmelerinden mahzun olma, yaptıkları hilelerden dolayı da telaş edip darlanma.” buyurmaktadır.
İşte böylesine inanmayan insanlara bile şefkat duyan, inanmaları için çırpınan Nebiler Sultanı’nı ortadan kaldırmak için ölüm tuzakları kurmuşlar, başını yarıp dişini kırmışlar, yapmadıkları eza, cefa bırakmamışlardır. Buna rağmen Efendimiz (sav), kuvvete baş vurmamış, kin ve nefret duymamış, müsamaha ile şefkat ve merhametle muamelede bulunmuş, onların ahiret hayatının kurtuluşu adına dişini sıkıp sabretmiştir.
Aynı sıkıntılara maruz kalan Sahabe Efendilerimize (r.anhüm) de yaşadıkları tahammül-fersa eziyetlere karşı, onlara sabrı tavsiye buyurmuşlardır