Bundan 16 yıl önce (Mayıs 2001) kaleme alınan ama adeta bugün yapılan zalimce baskıları ve zulümleri anlatırcasına, yaşanan/ yaşanacak gelişmelerle ilgili tespitlerin
ve teşhislerin yer aldığı ümit verici, ufuk açıcı; günümüze ışık tutan ve anlam
kazandıran coşkun bir başyazı…
“Gevşeklik göstermeyin, tasalanmayın;
Eğer iman ediyorsanız üstünsünüz.”
Hâlihazırdaki tablo oldukça ürpertici; ancak iman, ümit ve Allah’a teveccüh
sayesinde aşılmayacak gibi de değil. Eğer insan, güneşe doğru yürür veya
uçarsa, gölgesini arkasına almış olur; sırtını güneşe dönerse bu defa da
gölgesinin arkasında kalmış olur. Bu itibarla gözlerimiz hep sonsuz ışık
kaynağında olmalıdır. Evet, her şey,
Âkifçe ifadesiyle: Allah’a dayanıp, sa’ye sarılıp, hikmete râm olmaktan
geçmektedir. Ülkede iç içe kriz yaşandığı bir gerçek; ancak, sebepleri bilinip,
iman, ümit ve azimle karşı çıkıldığında, bu kabîl krizler hemen her zaman
aşılmış; aksine, problemler vehim ve hayallerle köpürtülüp ya da onlar üzerinde
politika yapıldığında şişmiş, büyümüş, olduğunun üstünde bir görünüme ulaşmış
ve psikolojik tahribatıyla içinden çıkılmaz hâle gelmiştir.
ZULÜM EDERKEN,
MAZLUMU HAKSIZ GÖSTEREN ŞARLATAN ZALİMLER…
Günümüzde, tarihî tekerrürler devr-i dâimlerinden biriyle daha karşı karşıya
bulunuyoruz; her tarafta üst üste
felâketler, her yerde toplumu sarsan musibetler; depremler, seller, yangınlar,
trafik faciaları ve bilmem daha ne belâlar.! sonra değişik türden zulümler,
istibdatlar, komplolar, cinayetler, vicdanlara baskılar.. ve onca mazlumiyetlere,
mağduriyetlere rağmen “belâyı dertten” ah etmeyen iradesizler, sessizler.. buna
karşılık insanlara zulüm ve gadirde bulunan, zulmederken de ağlayıp-sızlayıp
mazlumu haksız göstermeye çalışan şarlatan zalimler.. değişik sâiklerden ötürü
her zaman öfkeyle oturup-kalkan muvazenesiz yığınlar; onları her an biraz daha
şiddete, hiddete iten farklı çevreler: mütegallipler, vurdumduymazlar, idare
bilmezler ve tahrikçiler.. aldatmayı akıllılık, hırsızlığı mârifet sayan
hortumcular; hortumculardan pay alan fırsatçılar.. teşriî masûniyete sığınan
haramhor ahlâkzedeler.. tekvînî masûniyet (!) gücünü “Hak kuvvettedir.” deyip
sonuna kadar kullanan Yezid ve Şimirzâdeler.. rüşvetçiler, irtikâpçılar,
ihtilâsçılar, silah kaçakçıları, uyuşturucu şebekeleri ve uyuşturucular.. ve
daha adı konmamış ne mel’un organizasyonlar..!
HER BUCAKTA
ÜRPERTEN HAZAN: NE AR, NE HAYA NE HAKKA SAYGI…
Evet,
bugün hemen her bucakta ürperten bir hazan.. ve her yerde insanî değerler
ayaklar al-tında; ne insana saygı var ne de evrensel değerlere. Üç-beş tane
saygılı gibi davranan bulunsa da, onlar da gösterdikleri saygıya ücret peşinde.
Kitleler, her kesimiyle hemen her yerde yığın telâkki edilmekte; yığınların
hâli ise en acı şekliyle gelip yüreklere oturmakta. İş-aş-ekmek vaadi, seçim
zamanlarında sıkça duyulan sözlerden. Bugüne kadar onunla da yüz yüze görüşüp
tanışma imkânı olmadığından şimdilerde o türlü vaatlere de kimse itibar
etmiyor. Her yerde ilim, Allah’a emanet!. mârifet, Kafdağı’nın arkasında..
sanat, ideolojilere kavaslık yapıyor… pek
çoğu itibarıyla ilim yuvaları taklide teslim.. hakikat aşkı, ilim tutkusu,
araştırma şevki, iltifat görmeyen gayretler.. iltifat görmeyen bir kısım
gayretler de ihtimal birer hobiden ibaret.. bugünümüzü-yarınımızı emanet edeceğimiz
hayatî müesseselerde hayattan eser yok.. propagandalara bakınca, dünyalara
yetecek kadar bir güce sahip gibiyiz; oysaki realiteler bir kasabaya bile
yetmediğimizi haykırıyor. Ahlâkî değerler, sorumluluk duygusu, hak düşüncesi,
adalet mülâhazası açısından dünya standartlarının çok çok altında olduğumuz
apaçık: Çoğumuz itibarıyla ne ar, ne hayâ, ne hakka saygı ne de düşünceye
hürmetimiz var.. Allah korkusu, fazilet hissi çoktan unutulmuş.. kuldan
utanma ise şimdilerde o can sıkan duygudan da (!) kurtulma peşindeyiz.. bir
yığın kalbsizler, ruhsuzlar hâline geldiğimiz, yüzlerimizden okunuyor;
çoğumuzda ne merhamet ve şefkat hissi ne de hürmet duygusu kaldı.
DİNİ- DİYANETİ
PARTAL BİR MÜESSESE KABUL EDENLER AZ DEĞİL…
Dini, diyaneti, eski püskü, partal bir müessese kabul edenlerin sayısı
hiç de az değil.. her yerde dinî duygular harap, dindarlık makhur; her tarafta
lâubâlîlik ve ahlâkî çöküntü; her yanda
iç içe hıyanet ve her bucakta âh u efgân.. insanî duygular açısından erozyona
uğramış ruhlarda hissizlik, hareketsizlik.. veya “Âlemi ben mi kurtaracağım?”
mazeretleri.. müteessir gönüller, heyecanlarının esiri ve muvazenesiz.. “Gün
bugündür, dem bu demdir.” diyenlerin sayısı belli değil.. hayatını köşe dönmeye
veya köşe kapmaya bağlamışların adedini Allah bilir. Bütün bunlara karşılık
azıcık duyan ve düşünen kafalar ise, kaba kuvvetin balyozları altında inim
inim.. millete hizmet edenlerin kaderi ezilmek.. ve samimiyetle çarpan
sinelere karşı her köşe başında ayrı bir şeytanî tuzak.. şimdilik sessiz
duranlara bir şey diyen yok.. yarın, öbür gün ne olacak, onu da bekleyip
göreceğiz… Hemen her fırsatta iman, İslâm ve insanî değerlerin karşısına
çıkan marjinal fakat çığırtkan bir kesim var ki dine, imana düşman oldukları
kadar hür düşünceye, gerçek demokrasiye, insan haklarına karşı da fevkalâde
saygısızlar.
BUGÜN DOĞRU DEDİKLERİNE,
YARIN RAHATLIKLA YALAN DİYEBİLİR
Bunlar,
kendilerine ters gelen her düşünce, her görüşe karşı hemen savaş ilân etmekte;
farklı görüş taşıyan hemen herkesi karalamakta; haysiyetleriyle, şerefleriyle
oynamakta, hatta baş edemedikleri düşünceleri kontrgerillâlarla ortadan
kaldırarak muhalif her sesi kesmekteler. Hele bunların
içinde öyle tipler var ki ne fikir namusu tanırlar ne de ruh iffeti. Bugün
doğru dediklerine yarın rahatlıkla yalan diyebilir; bugün alkışlayıp göklere
çıkar-dıklarını yarın yerin dibine batırabilirler.
HELE BAZILARINDA
KÜFÜR YOBAZLIĞI VAR Kİ…KÖRDÜR GÖRMEZLER, SAĞIRDIR İŞİTMEZLER
İkiyüzlü bu fıtrat garibelerinin hiç değişmeyen bir yanları varsa o da,
her zaman yüzüp gezmeleri ve her zaman yılan gibi zehirlemekten lezzet
almalarıdır. Hele bazılarında bir küfür
yobazlığı var ki hiç sorma!. ne Allah bilir ne de Peygamber tanırlar.. bunlar,
basiretleri açısından kördürler görmezler, kulakları sağırdır işitmezler.. ne
ruhla münase-betleri vardır, ne de beyinle ciddî bir alâkaları, ne Allah’a
karşı saygı taşırlar, ne de Peygamber hürmeti bilirler.. çoğu öyle mük’ap
cahildir ki; bilmezler, bilmediklerini de bilmezler, ama kendile-rini bilir
sanırlar. Hâsılı, bugün, olmamasını arzu ettiğimiz ne kadar menfilik varsa
her yerde diz boyu, hatta ondan da öte; yıllardan beri milletçe beklediğimiz
şeylere gelince, onlardan da hiç mi hiç haber yok. Manzara bu olunca, ümitten,
azimden söz etmek de oldukça zor; ama biz milletçe bu zoru aşma
mecburiyetindeyiz.
BUGÜN BAŞIMIZA
GELENLER, GELECEKTE KATLANARAK ÇIKABİLİR: DOST DÜŞMAN HERKES BİZİ YALINIZ
BIRAKABİLİR…
Bugün başımıza gelenler, gelecekte de katlanarak karşımıza çıkabilir..
ülke bir baştan bir başa mezaristan hâlini alabilir.. milletin azmi, ümidi,
tıpkı bir kefen gibi onun başına geçirilebilir.. ırmaklar Revân Nehri’ne, çöller Kerbelâ’ya, düşmanlar Şimir’e, aylar
Muharrem’e dönüşebilir.. kundaklamayı kundaklamalar takip edebilir.. dev
yangınlar olabilir, yangınlar evlerimizin-barklarımızın yanında,
beklentilerimizi, plânlarımızı da kül edebilir.. dost-düşman herkes bizi yalnız
bırakabilir; yalnız bırakmaktan da öte, hiç ummadığımız kimselerce arkadan
hançerlenebiliriz.
DÜŞMANLARIN ESİP
KÖPÜRDÜĞÜ DURUMLARDA DAHİ, EĞİLMEMELİ, İMAN VE ÜMİTLERİMİZE DAYANMALI
Evet, işte düşmanların böyle esirip köpürdüğü, dostların vefasızlık gösterip
bizi bütün bütün terk ettiği durumlarda dahi kat’iyen teslim olmamalı, eğilmemeli; iman ve ümitlerimize dayanarak
dimdik ayakta durmalı ve bir küheylan gibi hız kesmeden çatlayıncaya kadar
koşmasını bilmeliyiz. Hatta
hâlihazırdaki fecâyi ve fezâyi şimdikinin kat katına ulaşsa.. etrafımız âh u
efgân ile inle-se.. çevremizdeki çığlıklar gidip tâ âsumana dayansa.. yaşanan
ızdıraplar magmalar gibi köpürüp yüreklere vursa ve bütün bir millet
çaresizlikle kıvranıp dursa.. düşünen başlar üzerinde kılıçlar kavisler çizse,
beyinler balyozlarla ezilse.. dört bir yanda sadece zalimlerin “hayhuy”u
duyulsa.. en canlı, en temiz vicdanları simsiyah bir yeis sarsa.. hanlar
devrilip hânümanlar yerle bir olsa.. ay batsa, güneş sönse, nazarlarla beraber
gönüller de karanlığa gömülse.. kuvvet gemi azıya alsa, hak kaba kuvvetin
paletleri altında kalıp ezilse.. her yerde dişli dişini gösterip gezse, zayıf
dilini tutup sessizlik murâkabesine dalsa.. bütün mukavemetsiz ruhlar bir bir
yıkılsa ve kalbzedeler üst üste devrilse…
HER ŞEYE RAĞMEN
DURUŞUMUZU DEĞİŞTİRMEDEN, KONUMUMUZUN HAKKINI VERMELİ
Her şeye rağmen biz duruşumuzu,
tavrımızı değiştirmeden konumumuzun hakkını vermeli, yerimizde durmalı,
herkesin başvuracağı bir güç, bir ümit kaynağı olmalı ve sönmeye yüz tutan
bütün meş’aleleri yeniden tutuşturmaya çalışmalıyız. Allah’a inancımız tam
ise, ümit, azim, kararlılık şiarımız olmalı; millete hizmet de vazifemiz. O
kadar Hakk’a saygı duymalı ve o denli hayatımızı başkalarının mutluluğu içinde
görmeliyiz ki, yemeyip yedirdiğimizi, giymeyip giydirdiğimizi ve kendimize
rağmen yaşadığımızı görenler, ema-nette emin bir kısım kimselerle karşılaşmanın
mutluluğunu yaşasınlar. Biz o denli nezih yaşamalıyız ki; haramlar, gayri
meşrular değil hayatımızı, rüyalarımızın ufkunu bile kirletmemeli.. aslında
böyle bir kirlenme, kim bilir belki de hiç beklenmedik şekilde ne irtifa
kayıplarına sebebiyet veri-yordur..! Konumunun hakkını veremeyip bulunduğu
noktadan kayanların iflâh olduğu hiç gö-rülmemiştir. Kaldı ki biz, değil bir
kısım dünyevî mülâhazalar, yaşama sevdasını ya da menfaat ve çıkar düşüncesini
dahi intihar sayma konumundayız. Dahası biz Cennet’i bile kulluğumuza gaye
yapmaktan kaçınmalı ve bütün gönlümüzü Hak rızasının engin vâridâtına
bağlayarak şahsî istek-lerimize karşı kat’î bir tavır alma durumundayız. Hiçbir
zaman almayı düşünmeden hep vermeli, geriye döneceğini beklemeden de sürekli
ihsanda bulunmalıyız.. ve “Cânân” deyip sefere azmet-tiğimiz bu kutlular
yolunda hiç ama hiç mi hiç “can” sevdasına düşmemeliyiz.
DOST GÖNÜLLERİN
BİLE, HASIMLARI SEVİNDİRDİĞİ DURUMLAR BİLE…
Dünden bugüne bu kutlular yoluna baş koyanlar, dört bir yanda düşmanlık duygularının körüklendiği, dost gönüllerin
bile vefasızlık edip hasımları sevindirdiği, varlığını kine, nefrete bağlamış
ruhların diş gıcırdatıp hiddetle üzerlerine geldikleri durumlarda bile ne yeis,
ne sarsıntı, ne öfke ne de düşmanca duygularla onlara karşılık vermeyi
düşünmemiş; kötülükleri hep iyilikle savmış; fena muameleleri hüsnühâl, yumuşak
beyan ve farklı ihsanlarla rehabilite ederek, âdeta bütün kırılmaları ve
tahribatı tamire çevirmiş ve yıkma düşüncelerine yapma hamleleriyle muka-belede
bulunmuşlardır. Bu itibarla da –maâzallah– bir gün ülkede her şey altüst
olsa, yığınlar gidip karanlıklara gömülse, yollar harap olup köprüler yıkılsa;
bu insanlar paniklemeyi inanç ve iradelerine karşı saygısızlık sayarak, yeis ve
durgunluk içinde ölüm görüntüleri sergilemektense başkalarının yaşama hislerini
harekete geçirmek için uçma gayretlerinde bulunacak ve her hâlle-riyle,
yürüyebilene yolların açık olduğunu haykıracaklardır.
BEN İNANIYORUM Kİ,
AZİM KAHRAMANLARINA, BUGÜN OLMASA DA YARIN MUTLAKA İNAYET ELİ UZANACAK
Ben inanıyorum ki, bu azim
kahramanlarına, bugün olmasa da yarın mutlaka bir inayet eli uzanacak..
yollarını kesen tipi-boran dinecek.. kar-buz eriyip gidecek ve çevrelerindeki
birkaç asırlık o kupkuru çöller Cennetlere dönecek ve mutlaka tâli’ onlara da
gülecektir. Yeis, yol kesen bir
gulyabanî, acz ve çaresizlik düşüncesi ise ruhu öldüren birer hastalıktır.
Şanlı geçmişimizde yol alanlar, hep imanla, ümitle yol almışlardır. Kendini acz
ve ümitsizliğe sa-lanlar da yollarda kalmışlardır. Hissizler, hareketsizler yol
alamazlar.. uyuyanlar hedefe ulaşamaz-lar.. hele azmini, iradesini yitirenler
asla uzun zaman ayakta kalamazlar.
ŞİMDİ EĞER YARINLARI DÜŞÜNÜYORSAK…
Şimdi, eğer yarınlarımızı düşünüyor ve
dipdiri geleceğe varmayı düşlüyorsak, yolların yürünerek alınabileceğini ve
zirvelere azim, irade ve plânlarla ulaşılabileceğini asla hatırdan
çıkarma-malıyız. Ulaşılmaz gibi görünen zirveler şimdiye kadar defaatle aşıldı;
defaatle yüksek tepeler az-min, iradenin ayaklarına yüz sürdü ve onlarda
ulaşılmaz şahikalara ulaşma azmini coşturdu. As-lında hangi devirde olursa
olsun yürüdüğü yolun, yöneldiği gayenin ve dayanıp bel bağladığı kuvvetin
farkında olanlar, bu şuur ve kendi iç dinamikleri sayesinde tekrar tekrar o
zirveleri aşmış ve o şahikalara ulaşmışlardır. Arz, onların ayaklarının altında
küçüldükçe küçülmüş, gökler onların irfanlarına sine açmış, mesafeler onların
gayretlerine selâm durmuş ve karşılarına çıkan engeller de onları hedefe
taşıyan birer köprü hâline gelmiştir.. evet, bu babayiğitler karşısında
karanlıklar her zaman bozgun yaşamış, musibetler rahmete inkılâp etmiş,
sıkıntılar kurtuluş yolu olmuş, tazyikler de birer terakki rampası…
KİNLERİN NEFRETLERİN KUDURUP DURDUĞU
ANLARDA DAHİ…
İşte böyle birinin bugününü bütün bütün
yıksalar, o yönelir yarınlara ve yoluna o kulvarda devam eder; yarınlarını da
yok etseler, atını mahmuzlar ve öbür günlere koşar. Baş edemezler böyle biriyle
ve edememeliler de. Zira o, imanı, azmi, ümidi sayesinde, bozgunlar yaşadığı ya
da yıkıldığı durumlarda bile hep bir başka muvaffakiyet ve zaferin projeleriyle
serinlemiştir. Ve yine böyle biri, önünde kinlerin, nefretlerin kudurup
durduğu, ufkunu üst üste karanlıkların sardığı anlarda bile asla ümitsizliğe
düşmemiş ve paniğe kapılmamıştır. Zira o, ne sadece dün, ne bugün ne de
yarındır. O bütün bu zamanların hepsine sözünü geçirme konumunda bir
“sahibülvakt” ve bir “ibnüzzaman”dır. Bilir yaşadığı zamanın dilini, bildiği
gibi dinin ruhunu, Kitab’ının esrarını. Görüldüğü ve hissedildiği her yerde
hatırlatır Saadet Çağı’nın insanlarını. O, duyguları, düşünce-leri, iffeti,
ismeti, vefası, sadakati ve eğilip bükülme bilmeyen sağlam karakteriyle âdeta
granitten bir âbide gibidir; çevresinde her şey üst üste devrilse –alimallah–
tırnak kadar bir parçası dahi kopup düşmez.
BU SAĞLIM KARKTER SAYISİNDE, HİCRANLA
YANAN SİNELER, BELLERİNİ DOĞRULTARAK, VAR OLDUKLARINI HAYKIRACAKLAR…
Öyle ümit ediyoruz ki; işte bu sağlam karakter sayesinde, bugün olmasa da yarın
mutlaka, hicranla yanan sinelerin hicranı dinecek, asırlardan beri iki büklüm
yaşayanlar bellerini doğrultarak var olduklarını haykıracak, zulmetlere yenik
ruhlar dirilip çevrelerini saran karanlıkları kova-cak ve herkes olağanüstü bir
gayret ve performansla kendi ruh ve mânâ köklerinin kılavuzluğun-da bütün
engelleri aşarak, özüyle bütünleşip tali’inin zirvesine ulaşacaktır. ***
*Not: Sızıntı dergisinin Mayıs 2001
tarihli 268. sayısında yayınlanmıştır.