BU HABERLER İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
Allah cc, kainatı yaratmış, esmasını, sıfatlarını ve efalini orada teşhir etmiş, İnsanı da, o teşhirgahda sergilenen esma- i ilahiyi, sıfat-ı sübhaniyi ve efalini okuyarak Rabb’ini tanıması ve tanıtması için yaratmıştır. Ta ki, insan bu fırsatı değerlendirip, sonsuz ve ebedi hayatı, kısa vadeli fani dünyada kazanma imkanını kaçırmasın.
Yüce Allah (cc), bu fırsatı değerlendirebilmek için de, öylesine kıymetli değerli sermayeler vermiştir ki, bunların dünyada ne fabrikası vardır, ne de satılan mağazası.
Sahip olduğumuz bütün bu maddi manevi değerler Rabbimizin bir mevhibesi, bir hediyesidir. Bu dünya pazarında, ücretsiz insana emanet edilen bu sermayeleri, sermaye sahibinin izni dairesinde kullanmalı ki, sonsuz ve ebedi olanlarını elde etmiş olsun.
Ne garip bir tecellidir ki, insan bu değerleri dünyada ebedi kalacakmış gibi, mülkün hakiki sahibini tanımadan kendi çıkarları, fani ve geçici cenneti uğruna dünyayı yangına veriyor, çoluk çocuk, kadın ihtiyar ve hasta demeden, mazlum mağdur hesap etmeden, dünyayı başlarına yıkıyor ve zulmün zirvesini temsil ediyor.
Evet, zalim böylesine zulmü irtikap edip kendi karakterini, kendi rolünü oynuyorsa. Allah da (cc) bunları görüyor ve biliyor. Bu yapılan zulümler karşısında, insan olarak elbette üzülüyoruz, ciğerlerimiz yanıyor, dua dua yalvarıyoruz ama Allah’tan da daha çok şefkatli ve merhametli olmaya da hakkımızın olmadığını kabul etmek zorundayız.
İmanda, inançta, ahlakta, ihlas ve kardeşlikteki zaafımız, bozgunculuk, huzursuzluk, ortalığı yakıp yıkmak, fesada vermek ve kan dökmek şeklinde karşımıza çıkıyor. Halbuki Hz. Allah (cc) ilahi beyanda; “Bir toplum kendinde olan durumu değiştirmedikçe, hiç şüphe yok ki, Allah da o toplumda olan hali değiştirmez” (Rad-13) buyuruyor. Önemli olan mü’minin rolünü oynaması, muhtaç gönüllere hakikati duyurması, mevsiminde bahar tohumlarının ihmal edilmemesidir.
Neden bunlar başımıza geldi/ geliyor. Eksiğimiz kusurumuz nedir? Yaratılış gayemize uygun vazifemizi yapıyor muyuz? Sorumluluğumuzun idrakinde miyiz? Hak bildiğimiz, gönül verdiğimiz davayı islam-ı ne ölçüde temsil ediyoruz, Rabb’imize karşı saygıda, itaatte kusur etmeden, Rasülullah’ı (s.a.v) memnun etme yolunda mıyız? Bulunduğumuz konumun hakkını ne ölçüde veriyoruz? İnsanın bunlar üzerinde derin derin düşünmesi gerekiyor.
Bir taraftan insanın “Ey insan! Sana gelen her iyilik Allah’tandır. Başına gelen her fenalık ise nefsindendir…” (Nisa-79) diyen ilahi beyana kulak vermesi gerekirken diğer taraftan da eksiklerimiz, kusurlarımız nelerdir? deyip araştırması, günahlardan temizlenmesi adına tevbe ve istiğfarda bulunması gerekir.
Bir diğer taraftan da, Allah’dan kalbi bağını koparmış, dünyanın rahat ve rehavetine kendini salmış, zillet ve sefalete mahkum hale gelmiş, alemi İslam’ın yürekler yakan acınacak perişan halini düzeltmek, yaratılış gayesine, sırat-ı müstakime yöneltmek için, atmacayı serçe yavrularına uçmayı öğretme adına musallat ettiği gibi, ehli küfrü, ehli dalaleti ve nifak şebekelerini de mü’minlere musallat ediyor doğruyu, gerçeği bulmaları için.
“Zahiri şer neticesi hayır “olduğunda zerre kadar tereddüdümüzün olmadığı bugünkü şu acı tablolar karşısında, inanmış gönüller olarak Rabb’imizden özür dileyip, dinin temel prensiplerine bağlı kalarak kalbimizle Allah (cc) arasındaki engelleri kaldırıp, nefsimizi ve neslimizi ülkemiz ve dünya hayatımızın huzur, güven ve emniyeti adına ahiret sorumluluğu altında değerlendirip, dünyada ahireti temsil eden insanlar olarak hazırlamak, bakıldığı zaman Allah’ı hatırlatacak seviyeye gelmemiz ve getirmemiz gerekiyor. O zaman bize bizden daha şefkatli ve merhametli olan Rabb’imiz rahmetiyle muamele edecektir inanıyoruz.
“Aleyküm enfüseküm” her şeyden evvel kendinize, nefsinize bir bakın, niyetlerinizi bir süzgeçten geçirin, kendi istekleriniz mi, Allah’ın (cc) rızası mı? Ahiret mi, Yoksa dünya mı? ağır basıyor. Namazlarımız, ibadetlerimiz ne kadar sağlıklı, alem-i İslam’daki yangınlar karşısında içimiz ne kadar yanıyor, bu yangının ülkemize sıçramaması için ne gibi maddi manevi tedbirlerimiz var. Dualarımız ölüm döşeğindeki yavrumuzun gözünü açması için yapılan dualar kadar samimi mi acaba?
Bir anda her şeyimizi kaybetme durumu ile karşı karşıya bulunduğumuz şu dünyada, ilmimiz servetimiz ve sahip olduğumuz bütün imkanlarımızla, sokaktaki, okullardaki, meyhanelerdeki, plajlardaki sahipsiz, geleceğimizi tehdit eden nesillerimizin ihyası yolunda ne kadar gayret gösteriyor, ne kadar fedakarlıkta bulunuyoruz, üzerinde durulmaya değer.
Yüce Rabbimiz’in Alem-i İslam olarak bizlere, “Ey iman edenler! Allah’a, Rasülüne, gerek Rasulüne indirdiği, gerek daha önce indirdiği kitaplara imanınızda sebap edin.”(Nisa-136) emrine lebbeyk demeden, meseleyi dip dalga olarak yeniden ele alıp kafası ilimle aydınlanan, kalbi imanla nurlanan, dünyevi uhrevi hiç bir beklenti içinde olmadan kalbini Allah’ın rızasına kilitleyen, dünyayı kalbine koymama kaydiyle meşru dairede çok iyi değerlendiren, ahiret yörüngeli olarak maddi manevi değerlerine sahip çıkan nesiller yetiştirmeden, dünyada huzur aramak beyhude olacak ve elinde hiç bir aleti olmadan, tekvini kanunlara riayet etmeden “evladım yanıyor” feryadı bir işe yaramayacaktır.
Ümitsizlik kafir sıfatıdır. Mü’min ümitsiz olmaz. Kuyudan çıkmak için fedakarlık gerekiyor. Mes’uliyetimiz Allah (cc) ile kulları arasındaki engelleri kaldırmak ve fırsatları en iyi şekilde d
eğerlendirmeyi gerektirmektedir.