Ercümend Perver, 30 yıllık öğretmenken ihraç edilip tutuklanan babasının bıraktığı boşluğu doldurmaya çalışan genç Hamza’yı yazdı.
Eminönü’ndeki Yeni Cami her zamanki kalabalık günlerinden birini yaşıyordu. Öğle namazına cemaate yetişememiştim. Namaz kılmak için caminin ön sağ taraf köşesini geçtim ki camiyi ziyarete gelenler namazımın huşu’una mâni olmasınlar. Gerçi pek huşu içinde namaz kıldığım söylenemez de olduğu kadarıyla Allah kabul etsin.
Sünneti kıldıktan sonra fark ettim ki sağ tarafımda, her halinden farklı biri olduğu fark edilen nurani bir delikanlı ellerini açmış, öne doğru hafif hafif ırgalanarak dua ediyor. Ben farzı kıldıktan sonra delikanlının için için ağladığının alameti, hafif hafif burun çekme seslerini duymaya başladım. Delikanlının bu hali benim de namazıma sirayet etti ki bende bir anda ciddileşip, huzuru ilahide olduğumun idrakine vardım. Son sünneti de kıldıktan sonra tesbihatımı yapıp bu delikanlıyla tanışmak istiyordum. Ben tesbihatımı yaptım ama delikanlı hâlâ gözyaşları içinde ırgalanarak duaya devam ediyordu. Ben de delikanlının hemen gerisine geçip duasını bitirmesini bekledim. Hayli zaman sonra ellerini yüzüne sürüp bir müddet daha öylece kala kaldı. Camiden çıkmak için kalktığında bende kalmış bu delikanlıyla tanışma, onun duasından pay alma ümidiyle tanışmak istiyordum. Başımla selamladıktan sonra “Allah kabul etsin” dedim.
-Amin. Ecmain. Allah razı olsun abi. Dedi kibarca
-Tanışabilir miyiz mahsuru yoksa.
-Estağfurullah. Ben Hamza
-Hamza kardeşim nerelisin?
-Konyalıyım abi
-Burada mı oturuyorsunuz yoksa gezmek için mi geldiniz?
-Oturmak için gelmiştik ama. Dedi ve derin bir iç çektikten sonra sustu.
Delikanlının hali iyi bir terbiye ve eğitimden geçtiğini ele veriyordu. Ama derdinin büyüklüğü tablolar çizmişti alnına en hüzünlüsünden. Bu mevzuda daha fazla konuşmamak için hemen konuyu değiştirip.
-Abi burada “Şark han” diye bir yer varmış
-Evet var
-Orayı bana tarif edebilirmisin abi
-Ederim ama şimdi buradan çıkaramazsın. Dedim.
Delikanlıyla biraz dertleşip belki bir faydam olur umuduyla derdini anlamak için;
-Seni oraya götürebilirim
-Abi siz zahmet etmeyin tarif edin ben bulurum inşallah. Sora sora Bağdat bulunur.
-Keşke Bağdat’a gidenler dönüp Bağdat’ın yoluna işaretler koysaydı da herkes sora sora değil de işaretlere bakarak Bağdat’ın yolunu bulsaydı.
Sustu. Belli ki çok konuşmasını seven biri değildi. Ama ben onu konuşturmak için elimden geleni yapıyordum.
-Hadi gel gidelim
-Abi zahmet etmeseydiniz
-Ne zahmeti be delikanlı. Ben zaten tramvayla Beyazıt’a gidecektim, Allah seni çıkardı karşıma bu vesileyle yürümüş, spor yapmış olurum fena mı.
-Eyvallah abi
“Şimdi ben bu delikanlıyı nasıl konuşturur da derdini anlarımın” planıyla kafamda “Nerden başlasam da bu delikanlıyı konuştursam” diye ciddi ciddi beyin jimnastiği yaptım. Çünkü bu delikanlıda beni ona ısındıran manevi bir hal vardı. Adeta bağrıma basıp doya doya sarılmak geçiyordu içimden ama. Daha biraz evvel tanıştığın birine böyle bir muamele doğru olmazdı.
-Ne yapacaksın kardeşim “Şark Handa”
-Bir şeyler alacağım
-Toptan mı perakende mi
-Gücüm yettiği kadarıyla toptan
Hiç de tüccara benzemeyen bu delikanlı beni iyiden iyiye meraklandırmıştı.
-Tüccar mısın
-Yok abi. Ufak tefek şeyler alıp maişetimizi çıkarmak için.
-Sen ne iş yapıyorsun ki
-Aslında öğrenciydim
-Eee
Sustu. Konuşmak istemiyordu ama mevzuya girmişti bir defa. Benim de ısrarlı sorularım karşısında çaresiz gıdım gıdım dertlerini açmaya başlamıştı.
-Ne öğrencisi
-Liseyi yeni bitirdim üniversiteye gidecektim
-Kazanamadın mı
-Kazandım da
-Eee
-Abi boş ver yaa
Benim ikinci evladımdan daha küçük gösteren bu delikanlıya o kadar ısınmıştım ki daha babacan bir edayla.
-İyi de babacığım derdini anlatmazsan derman bulamazsın ki
-Abi bizim dertlere derman olmak şöyle dursun şu anda benimle yaptığınız bu yolculuk bile sizin başınız bela açabilir.
-Bu sözü duyar duymaz mevzuyu az çok anlamıştım.
-Yoksa sen hizmet hareketinden misin?
-Nerden bildin abi
-Mübarek her halinden belli
-Abi siz hizmet hareketi dediniz
-Ya ne diyecektim
-Ne bileyim Paralel, Fetöcü filan dersiniz diye sandım
-Allah korusun kardeşim o nasıl söz
-Abi ne bileyim son zamanlarda milletin ağzına sakız oldu bu mesele varsa yoksa F…
Evet delikanlı haklıydı. Çünkü toplumda bu insanlara karşı akıl almaz bir ön yargı ve devrin zalimine bila-kayd u şart itaat vardı. Aslında itaat değil de dünyalık menfaatlerinin zevalinden endişe ettiklerinden güçlüden yana tavır alıyorlardı. Yoksa iman sahibi insanların yapacağı şeyler değildi şu son süreçte yapılanlar.
Delikanlı duygu ve düşüncelerine muhalif olmadığımı anlayınca biraz rahatladı. Yüzündeki endişenin yerini güven ve itimat gamzeden bir hal almıştı. Delikanlıyı şark hanın Mercan tarafında bir bankanın önünde belediyenin koyduğu iki tane banktan birine oturtup ayrıntılı dinlemeye karar verdim.
-Sen onları boşver de şimdi bana işin aslını anlat ki elimden bir şey geliyorsa yardımcı olayım sana.
Bir müddet sustuktan sonra devam etti.
-Abi benim babam otuz küsur yıllık öğretmendi. Biri ben işte; diğerleri de biri on beş, diğeri on yaşında iki kız kardeşim daha var. Geçen ay tayinimiz İstanbul’a çıktı. Geldik ev tuttuk yerleştik. Ben Hacettepe Tıp’ı kazandığımdan evi yerleştikten sonra okul kaydımı yaptıracaktık. Bir Eylül’de babamı KHK ile ihraç ettiler. Ne yapalım ne edelim derken İstanbul’u bilmediğimizden, babam Bursa’ya halamların yanına bir iş aramaya gitti. Yolda polisler kimlik kontrolü yaparken babamı gözaltına almışlar. Kimsenin haberi olmadığından halam iki gün sonra bizi aradı durumu bildirdi. Hemen apar topar Bursa’ya gittik. Vardık Bursa’ya bulduk Emniyeti babamı sorduk. Hayli bekledikten sonra babamın orada olmadığını söylediler. Nerede sorusunun cevabını saatler sonra çok ağır azar ve hakaretlerden sonra öğrendik ki babamı İzmir’e sevk etmişler. Ne yapacağımızı şaşırdık. Ev İstanbul’da, babam İzmir’de, nasıl ederiz, ne yaparız bilmiyorum. İzmir’e taşınalım dedik.
Babam:
“Oğlum yerinizden kımıldamayın sizin buraya taşındığınızı duyarlarsa bu sefer de başka yere naklederler. Bunların derdi bize zulmetmek. Yoksa benim İzmir’le ne alakam var”
Babam haklıydı. Geldik. Hayatta kalmak için yemek, yemek için kazanç, kazanç için de çalışmak gerekti. Bu çaresizlik içinde ne yapar, ne ederiz derken daha evvel bu işleri yapmış bir komşum dedi “Şark Han’da Uzakdoğu’dan gelen çok güzel ürünler var git al gel pazarlarda sat. Ekmeğini çıkarırsın”
Ben de geldim işte.
-Bir dakika siz memlekete niye gitmiyorsunuz.
-Abi gidip ne yapacağız? Yakın akrabalarımızla bu meseleyi konuştuğumuzda sanki yıllardır bizi tanımıyorlarmış gibi “Suçu vardır ki tutukluyorlar. Bizi niye gelip tutuklamıyorlar” dediler. Çok ağrıma gitti abi. Onlarla olmaktansa gurbette kendi yağımızla kavruluruz daha iyi.
-Eyvallah
Bu işler bu delikanlının yapacağı işler değildi ama bir şeyler yapmak lazımdı tabi.
-Komşun doğru söylemiş ama bu işler sana göre değil be mübarek.
-Abi hemen hüzzama bağlama ya. Neden olmasın Allah’ın izniyle yaparım ben bu işi.
Niyetim delikanlının azmini sınamaktı maşallah iyi çıktı.
-Ama yüzün hiç de dilinin dediğini demiyor. Yüzün gülsün be mübarek elbette yaparsın ama bu işi bu yüzle yapamazsın.
-Nasıl yâni
-Bi tebessüm et bakayım.
Zorladı ama tebessümü bile ağlar gibiydi. Yine de bu delikanlıya tebessüm çok yakışıyordu.
-Şimdii! Birinci kural tebessüm edeceksin. İkinci kural azimli olacaksın. Üçüncüsü ye’ise kapılmayacaksın. Anlaştık mı?
Anlaştık der gibi başını salladı.
-Eyvallah abi
-Senin el becerin var mı
-Fena değil abi
-Geliştirirsin
-Ne yapacağız abi şimdi
-Gel benimle
Planımda Beyazıt’a gitmek vardı onu erteleyip bu delikanlıyla ilgilenmeye karar verdim. Girdik içeri. Üzerine bir harf veya iki harf yazılacak kadar sedef takılar aldık delikanlıya. Yüzük, kolye, küpe, bileklik gibi. Sonra geçtik Perşembe pazarına. Perşembe pazarına geçerken itiraz etti “Abi siz Beyazıt’a gidecektiniz” ben de tebessümle karışık,
-Yahu sana ne benim Beyazıt’tan, sen işine bak bugün seninleyim boş ver beni.
-Abi zahmet vermeyeyim de
-Zahmet yok, rahmet var rahmet. Sen bana bir dua edersin ödeşiriz.
Perşembe pazarına geçerken delikanlının parasının bittiğini biliyordum. Girdik çok kibar ve kullanışlı bir tane “Dramel kalem” aldık. Parasını ben verdiğimde itiraz etti.
-Abi alamam
-Yahu anlaştık ya sen bana dua edeceksin ödeşeceğiz.
-Şimdi ben bunu ne yapacağım abi
-Şimdi göstereceğim.
Vitrinde teşhir ürünlerinden birini kullanmayı hemen orada gösterdim.
-Bak bununla aldığımız takılara alan insanların isimlerinin veya soy isimlerinin baş harfini yazacaksın.
-Abi bu süper ya! Tutar bu iş!
“Tutar bu iş” dediğinde yüzünde öyle bir tatlı tebessüm vardı ki. “Ha şöyle” deyip o sevincine ortak olarak kendimi tutamayıp sarıldım delikanlıya. Öyle mutlu görünüyordu ki, ışıl ışıldı gözleri. Koluna girip yürüdük baba oğul gibi Karaköy köprüsünün üzerinden Eminönü iskelesine kadar.
Bak sana son bir şey söyleyeceğim itiraz etmeyeceksin
-Estağfurullah abi
-Cebine bir miktar para koydum. Estağfurullah dedi ama yine de itiraz etti. Ve sordu:
-Abi bütün bunlar niye?
Hamza kardeşim senin babana bu milletin olduğu gibi benim de çok borcum var. Bu hem öyle borç ki böyle harçlıklarla ödenecek borç değil.
Israrımla kabul ettirdim. Tabi yine dua karşılığı diyerek. Zira bulmuştum hazineyi zayi eder miydim? Üsküdar vapuruna bindirip gönderdim Hamza’yı mahallesine. Vapur hareket ettiğinde iskelesinden bana el sallarken gözyaşlarıma hâkim olamadım. Allah’ım sana havale ediyoruz bunlara sebep olan zalimleri deyip. Günlük virdlerimden “Hasbunallahû ve niğmel vekil, niğmel Mevla ve niğmen nasir” çekerek evin yolunu tuttum.
Ercümend PERVER