34 yaşındaki İlhan Omar, daha 14 yaşındayken yerel siyasetle ilgili olan büyükbabasına çevirmenlik yaparak bu dünyaya ilgi duymaya başladı. Politik analist oldu; Minnesota Demokrat Çiftçi İşçi Partisi’nde yer aldı. Omar, adım adım Temsilciler Meclisi’ne kadar uzanan hikâyesini Cumhuriye’ten Pınar Öğünç’e anlattı.
“Güvensizlik vaat ediyor”
– Trump’ın ülkeye girişini yasakladığı 12 yaşında diyelim Somalili bir kız çocuğu bir mülteci kampında nasıl bir ruh halinde şu anda sizce?
Bu sizin bildiğiniz bir gerçeklik, kafasından ne geçiyor olabilir? Ben de bunu çok düşünüyorum yasaktan beri. Ne zaman uçacak, ne zaman yerleşecek, ne zaman okula başlayacak gibi bir dolu sorun zaten vardı. Şu anda ise durum daha da farklı. Bu ülke artık bu imkânları sunmak bir yana güvensizlik vaat ediyor. Bir çocuğa kolay anlatılabilir şeyler değil bunlar. Yasak kalksa, Amerika’ya gitmeyi başarsa bile bu yaşadıkları onun düşünce yapısını kimbilir nasıl değiştirecek. Bu aynı zamanda tüm dünyada kabul bekleyen çocuklara karşı tavrımıza dair düşündürmeli bizi. Dinsel ya da etnik açıdan bulundukları toplumlarda azınlıkta olan tüm dünya çocuklarına nasıl bir mesaj veriyoruz böyle yaparak? Üstelik topraklarına vardığında sana hayallerindeki gibi umut dolu bir gelecek sunmakla övünen bir ülkeden söz ediyoruz, şu an sunduğu şey nefret.
“Çocuklara üzülüyorum”
– 1995’te Amerika’ya geldiğinizde mesela sokaktaki evsizleri görünce hayal kırıklığına uğradığınızı söylemişsiniz bir söyleşide. Kafanızda canlanan ile gerçek hayattaki ABD tutmamış. Diyelim o kız çocuğu 2017’de ABD’ye geldi. Onu ne bekliyor?
Evet, açıkçası benimkinden büyük bir hayal kırıklığı olacak onunki. Çok daha düşmanca hisler bekleyecek çünkü onu. Kadın-erkek eşitsizliğinin, toplumsal cinsiyet temelli şiddetin arttığı bir ülke bulacak. Çünkü şu anda kendini herkese hizmet etmekle yükümlü görmeyen bir liderimiz var. O kız çocuğu için üzülüyorum. Bu yönetimde büyüyecek kendi çocuklarım için de üzülüyorum. Devlet nedir, hükümet nedir yeni anlamaya başladıkları çağda onların gerçeklikleri bu gördükleri olacak. Sekiz yıllık Obama yönetimi insanlara geçmişleriyle, dinsel kimlikleriyle değer biçildiği bir dönem değildi. O kız çocuğunun benim gibi hayal kırıklığına uğrayacağı kesin ama benim gibi toplumu için daha fazla şey yapmak konusunda direnci ve iyimserliği kendinde bulacağını da düşünüyorum.
“Kaçmasın, benimle görüşsün”
– Hillary Clinton’ın seçilmiş olmasını belli ki tercih ederdiniz. Ama Trump da tek başına aklını kaçırmış biri değil, onun fikirlerini onaylayanlar oy vererek oraya getirdi. Clinton seçilseydi şimdi görünür olmuş tabandaki bu hissiyat ne olacaktı? Ya da mesela bunun aşikâr olması mücadele etme, dayanışma imkânı vermiş sayılabilir mi?
Evet, Demokratların çoğunluğunu tercih ederdim, Hillary’nin kampanyasında da yer aldım. Ama söylediğinizde anladığım bir yan var, bu kadar bölünmüş bir toplumda bu nefretin görünür olması da, bir araya gelmek için ve harekete geçmek için bir neden oldu. Fakat ABD gibi bir ülkede bunun ötesinde bir durum da var. Bilmiyorum Trump’ın diplomatik düzeyde, iç politikada yaratacağı altüstün sonuçlarını nasıl yaşayacağız? On yılda, yirmi, otuz yılda kazanımlarımızı geri almayı becerebilecek miyiz?
– Trump’la hiç yüz yüze geldiniz mi?
Hayır. Ama ona bir davet yolladım. Trump kaçmasın, benimle görüşsün. Daha ses yok, bakalım…
– Belli ki başarmak için çok inat ettiğiniz, parlak bir geçmişiniz var. Göçmen, kadın, Müslüman, tüm bu özelliklerin sizi sürekli kendinizi kanıtlamaya ve herkesten daha iyi olmaya mecbur bırakması yorucu değil mi?
İlginç bir soru. Bunu bir erkeğe de sorar mıydınız?
Elbette. İnsanın mutlu olacağı, içine sinen işleri iyi yapması başka ama belki de kimse hayatını çok başarılı olabileceğini kanıtlamaya adamak zorunda değil.
Bende şöyle oluyor, rahatsız edici bir durumla karşılaştığınızda önünüzde iki seçenek var. Biri konfora yönelmek, diğeri de rahatsız edici olanı zorlamak ki herkes konfora erişebilsin. Ben kendim için istediklerime herkes ulaşabilsin diye, koşulları zorlamayı seviyorum.
“Erdoğan’ın sessizliği hayal kırıklığı yarattı”
– Trump’ın bilhassa Müslümanlara yasağı, göçmen düşmanlığı üzerine daha net tavır alan liderler oldu. Müslüman kimliğini bilhassa vurguladığı için sorabiliriz; Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, Türkiye’de iktidardaki partinin başka hesaplarla bu meselede net bir duruş sergilemeyişi, genç Müslüman bir politikacı olarak size ne düşündürüyor?
Bunun bir hayal kırıklığı yaratmadığını söylemek zor. Genel olarak konuşacağım, İslam dünyasında ABD tarafından kabul görmek ihtiyacı adına zayıf düşmüş liderleri görmenin utandırmadığını söylemek de zor. Bütün Müslüman liderler temsil ettiği ülkeler ve de inançları için dik durmalı. Bu tür zaafların onların liderliğinin meşruiyetini sorgulatıcı bir etken olduğunu da düşünüyorum. Dürüst olalım, saygı bekleyebilmek için önce kendinize saygı duymanız gerekir. Görünebilmek için, önce neye benzediğinizi görmeniz lazımdır. İslam dünyasındaki birçok liderin sorunu ne temsil ettikleri insanlara ne de kendilerine saygı duyuyorlar. Ve o zaman dünya da onlara saygı duymuyor.