Doç.Dr.
Salih Yücel
Yıl
1999…
28
Şubat’ın zulmü Hizmeti İmaniye ve Kuraniye gönüllülerine karşı (bugün
yapılanların yüzde beşi kadar değil) tüm şiddeti ile devam ediyordu. O
zaman New York’taydım. Zar zor geçinilebilecek bir burs veriliyordu, o da üç ay
geriden…
Çünkü
baskı ve zulümler burs verenleri burs vermekten alıkoyuyordu, o dönemin
muktedirleri de bugünküler gibi… Ama hizmet devam ediyordu,
Kervan bugüne geldiği gibi…
Bir kültür merkezi açıp çocuklara dillerini,
dinlerini ve güzel ahlakı öğretmemiz gerekiyordu. O zaman imkanlar cok
kısıtlıydı. New York’ta maddi destek sağlayacak esnaf neredeyse yoktu.
Sadece öğrencilerin kaldığı evler vardı.Bir taraftan kültür merkezi açmaya
çalışıyorduk.
Hocaefendiyi
her ziyarete gittiğimde kültür merkezi için yer bulup, bulamadığımızı soruyordu.
Bir kaç ay sonra bir yer bulup, kiraladık. Vakit kaybetmeden müjdeyi vermek
için ziyarete revan oldum.
Öyle
ya, giderken o kadar sevinçliydim ki, göz yaşlarımı tutamamıştım. Varır varmaz
haberi verdim, pek tabii o da çok sevindi. Cuma namazını kıldıktan sonra
odalarına davet ettiler.
Çalışma
masasının çekmecesinde gazeteye sarılı bir miktar parayı göstererek “Bu benim
ilaç param, fakat iki çocuğun eğitilmesi benim hayatımdan daha önemli. Al
götür, kültür merkezinin tefrişatında kullanın” dedi, gözyaşları içinde.
Ben
de; “Hocam arkadaşlar tefrişatı halleder” dediysem de tekrar “alıver” deyince,
saygısızlık olmasın diye aldım, ben de gözyaşlarımı tutamamıştım.
Gerisini
mi? Ne siz sorun, ne de ben anlatayım…Hocaefendi’nin yıllardır devam eden kalp,
yüksek tansiyon ve şeker hastalığı var. İlaç almazsa her an hayati tehlike söz
konusu.
Bir
gecede milyonlarca öğrencinin eğitim gördüğü 4000’e yakın okul, üniversite,
kreş ve Kur’an kursunu kapatan, yüzbinlerce öğrenciye zekât ve sadakalarını
burs olarak veren, on binleri zindana atan ehli haset, yaşaması için zaruret
ölçüsünde olan ilacın parasını dahi “iki çocuğun eğitimi benim hayatımdan daha
önemli” diyerek vazgeçeni anlamaları mümkün mü?
Bu
diyargımlığı anlamın önündeki perde ve en büyük engel hasettir.
Şeytanı
şeytan yapan ve yeryüzünde Adem Peygamberin çocuğu Kabil’in, Habil’I
öldürmesine sebep olan ilk günahtır, haset…
Evet
haset küfürden daha yıkıcıdır. Zetan bugün olup bitenler bunu teyit etmiyor mu?
Bu
hastalığın ilacı ise aktif sabır. Çünkü haset en çok haside zarar verir.
Okulu melekler mi yaptı?
1990’lı
yıllarda eğitim sevdalıları, Melbourne’de okul açmak için gece gündüz
çalışıyorlardı.
Adeta karınca gibi…
Nihayet
bugünkü Eastmeadows Kampüsü yeri eski bir okul binası olarak 1996 yılında
satılığa çıkarılmıştı.
İstenilen
para bedeli, 1996’da 2 milyon dolar. Bu kadar parayı bulmak imkânsız. Ama
arkadaşlar ümitsiz değildi, bugün oldukları gibi…
Önce
bir şirket alıp, oraya alışveriş merkezi kurmak ister, fakat Australian Greens
(Yeşilciler) karşı çıkar, oranın yeşil alan olarak kalmasını ister. Eski okul
arsa olarak satılamayınca, fiyatı 400 bin dolara kadar düşer.
Selimiye Vakfı yöneticileri (çoğu hala
yaşıyor) devlet yetkilileri ile görüşüp elli bin dolar peşin gerisini bir yıl
sonra vermek üzere dört yüz bin dolara anlaşırlar. Binanın anahtarlarını
aldıkları zaman eyalette okullar bir hafta önce eğitime başlar.
Vakfın
hedefi okulu hemen açmak. Yönetimden İbrahim Dellal Bey, bakanlık yetkililerine
“Gelecek Pazartesi okulda eğitime başlamak istiyoruz. Lütfen gelip teftiş edip
izin belgesi verir misiniz?” der.
Günlerden
Perşembe. Eğitim Bakanlığı yetkilileri, önce bu davetin minik bir şaka olduğunu
sanır.
Çok
da ciddiye almaz.
Öyle
ya, yıllardan beri kapalı duran okulu eğitime açmak için, en az üç ay vakit
lazım.
Vakıf
yetkilileri bakanlık temsilcilerini ısrarlı davet edince üç gün sonra
nihayet müfettişler okulu teftişe gelirler.
Bir
de ne görsünler?
Okulun bir binası boyanmış, halılar
değiştirilmiş. Pencereler, kapılar, tamir edilmiş ve iki sınıf, masa sandalye,
kitaplık hazır. Telefon, fax bağlanmış. Okulun bahçesi temizlenip pırıl pırıl
hale getirilmiş. Eski binadan adeta eser yok… İki öğretmen, müdür ve 28 öğrenci
eğitime başlamaya hazır.
Bakanlık
müfettişleri hayretle Vakıf Yöneticisi İbrahim Dellal’a “Bu kadar kısa zamanda
bunu nasıl yaptınız, kim size yardım etti?” diye sorar. İbrahim Bey de, tatlı
telaşa, yorgunluğa ve haklı sevince mizah katarak, “melekler yaptı” der.
Müfettiş “Gerçekten mi melekler size yardım etti?” diye sorar.
Sonra
İbrahim Bey, “Biz 70 kişi bay, bayan, genç, çocuk üç gün, üç gece durmadan
çalıştık. Kimimiz boya yaptı, kimimiz halı değiştirdi, kimimiz ev ev dolaşıp
öğrenci kaydetti, bazılarımız masa sandalye vs. eğitime lazım olacak malzemeleri
satın alıp getirip yerleştirdi. Kimisi okulun bahçesini temizledi. Eve gitmeden
yemekleri burada yedik. Bazılarımız burada uyudu. Ve üç günde bitirdik.
Bakanlık
yetkilisi siz geçen Perşembe söyleyince bizimle alay ediyorlar diye, pek
inanamadık. Atalarımız “Türk Gibi” sözünü kullanırlardı. Yani Türkler söz
verince mutlaka yaparlar. Atasözümüzü unutmuştuk, fakat siz fiilen tekrar
hatırlattınız.
Yetkililer
zannediyorlarmış ki bunlar gazetelere ilan verip ihaleye verecekler. İhaleyi
alan üç ayda bu işleri bitiremez. Fakat gönüllü bay, bayan kahramanlar üç günde
bitirdiler.
Ve
Melbourne ‘Işık’ doğmuştu.
Eski
adı ile Işık yeni adı ile Sirius Koleji altı kampüsü ile bütün tehditlere
rağmen eğitimine, bugün 2000’den fazla öğrencisi ile devam ediyor. Son 18
yıldır eyalette üniversiteye öğlenci göndermede defalarca ülke derecesine
girdi, madalya getirdi, daime ilk sıralarda derece getirdi, bu yıl olduğu gibi…
Şimdi
milletin alın teri ile yapılan okullara el koyup halkın parası ile “business
class” ta seyahat edenler, marifetiniz varsa buyurun gelin siz de gece gündüz
yatmayın, üç günde okul açın. Haset etmeyiz ve seviniriz. Çünkü büyüklerimizden
böyle gördük…
Sevdası
imar ve tamir olanlar, kısa kesintiler olsa da bu sevdalarını sürdüreceklerdir
vesselam.