DİKEN.COM
Bazen söz bitiyor. Bir olay olduğunda, bir haksızlığa şahit olduğumuzda ne yapacağımızı, ne söyleyeceğimizi bilmez hale geliyoruz.
Medeni ülkelerde böyle durumlarda konu yargıya havale edilir.Yargı hem suç işleyenin cezasını verir hem de mağduriyeti ortadan kaldırır.Eğer bir adalet mekanizması yoksa, hukuk güçlüye söz geçiremiyorsa, mağduriyeti gideremiyorsa bütün çaresizliğimizle ve son bir umutla “Sen Allah’tan korkmuyor musun?” diyerek son ve yüce makam gördüğümüz Allah’a havale eder o insanın vicdanını harekete geçirmeye çalışırız.
İktidarın yaptığı yanlışların hesabını soracak, mağduriyetleri giderecek bir yargı olmadığı için Allah korkusunu hatırlatan, yaptıklarının sadece adalete değil İslam’a, Müslümanlığa, insanlığa, vicdana da sığmadığına vurgu yapan bir yazı yazmayı düşündüm.
Mesela şöyle demeyi düşünüyordum: Hz Ömer’in devlet işini yaparken devletin mumunu, özel işini yaparken kendi mumunu kullandığını vaaz edip durdunuz.
Fakat şimdi devlet kasası ile sizin kasanız birleşti.Mitingler, seçim kampanyaları, iktidarınızı korumak için yaptığınız tüm faaliyetler…
Hepsi devletin parası ile yapılıyor. Hani nerede Müslümanlık? Hani nerede o Allah korkusu?
Fakat diyemedim.
Veyahut Başbakan Binali Yıldırım geçtiğimiz ay bir askerî birliği ziyaret etmiş. Yemek yerken yanına aldığı iki askerle fotoğraf var.
Üstelik yemekteyken o askerlerin ailelerini arayıp “Evlatlarınız bize emanet müsterih olun” demiş.
Fakat geçtiğimiz günlerde o iki asker Suriye’de şehit oldu.
Ama başbakan her ortamda fıkra anlatmaktan, espri yapmaktan geri durmuyor.
Şöyle demeyi düşündüm: Emanete ihanet etmek, o çocuklara sahip çıkmamak üstelik bu durumdayken gülmek, fıkra anlatmak en küçük bir mahcubiyet belirtisi göstermemek Müslümanlığa, İslam’a, insanlığa, vicdana sığar mı?
Allah’tan korkmuyor musunuz da kendi çocuklarınız lüks, şatafat içinde yüzerken fakir fukaranın, kimsesizlerin çocuklarını birer birer ölüme gönderiyorsunuz?
Ama söyleyemedim.
Ya da KHK ile yüz binlerce insan işinden oldu.
Öyle acı hikayeler var ki okudukça insanlığımızdan utanıyoruz. İnsanlar aç, işsiz, perişan. Anneleri, babaları tutuklandığı için 3-5 aylık çocuklar ortalıkta kalmış.
On binlerce mağdur var ve kimseye sesini duyuramıyor.
Bunu hatırlatıp iktidar mensuplarına şöyle demeyi düşünüyordum:
“Dicle kenarında Kurt kapsa koyunu / İlahi adalet sorar Ömer’den onu” yaklaşımını benimsediğinizi söyleyerek insanlardan oy aldınız.
Şimdi sırf iktidarınızı korumak için yüzbinlerce insanın hayatını cehenneme çevirdiniz.
Hani ne oldu o ilahi adalete? Hani ne oldu sizin o ilahi adalet korkunuza?
Fakat soramadım.
Mesela üniversitelerden binlerce akademisyen ihraç ediliyor.
Aralarında iktidar mensuplarının tanıdığı kimi hocalar da var.
Bundan dolayı kimi iktidar mensupları son ihraçlara şüpheyle yaklaşıyorlar.
Kendi tanıdıkları isimler olmasa bu kıyıma, bir ülkeyi cehalete sürükleyen bu akıl almaz işlere ses çıkarmayacaklar.
Bunu hatırlatıp şöyle diyecektim: Bu suskunluğunuz, bu teslimiyetiniz bu ‘bizden değilse canı cehenneme’ yaklaşımınızın neresi İslam’a, Müslümanlığa sığıyor?
Allah’tan hiç mi korkmuyorsunuz da bu ülkeye bu kadar kötülük yapıyorsunuz?
Ama soramadım.
En önemlisi de, iktidar kamuya personel alırken mülakat sistemi getirdi.
Üniversiteyi birincilikle bitirmiş, KPSS’de yüksek puan almış fakat kendinden görmediği bu ülke evlatlarını mülakatlarda eliyorlar.
Kendinden olmayana hayat hakkı tanımıyorlar.
Eğer kul hakkı denen bir şey varsa, tam da bu.
Bunu hatırlatıp “Siz Allah’tan korkmuyor musunuz? Siz kul hakkı yemekten, bu yükle ölmekten hiç mi korkmuyorsunuz?” diye soracaktım.
Bunu da soramadım.
Bütün bunları soramadım çünkü bir şey fark ettim: İktidar mensuplarına Allah korkusunu hatırlatmanın bile artık bir işe yaramayacağı duygusu hakim bende.
En zalime bile son bir umutla hatırlattığımız Allah korkusunun da artık işe yaramayacağını düşünür duruma gelmek…
Hakikaten asıl vahim olan bu.
Bunun iki yönü var. Birincisi iktidar mensuplarına Allah korkusunu hatırlatmanın, kul hakkı, inanç terbiyesi, Müslümanlık gibi değerlerin bile etki etmeyeceğini düşünmek onlar açısından korkunç bir durum.
Çünkü insanlığından, vicdanında, inancından bütünüyle umudumuzu kestiğimiz insanlara karşı böyle bir hisse kapılırız.
İkinci yönü de şu: Dini, dindarlığı siyasetin malzemesi yapan İslamcılar, kendilerini dindar olarak tanımlayanlar inancımızın içini boşalttılar.
Temiz bir duyguyla sığındığımız en kıymetli değerlerimizi kirlettiler, işe yaramaz hale getirdiler.
O inancın verdiği terbiyeye olan güvenimize ağır bir darbe vurdular.
Esasında bu durum bize bir şey daha gösterdi: İnsan olmadan Müslüman olunmuyor. İnsan olmadan bir dine, bir inanca sahip olunduğunda tam tersine daha büyük sorunlara kapı aralıyor.
Yani vicdanı olmayan, hak, hukuk, adalet duygusu gelişmemiş insanların inancı da sahicilikten uzak oluyor. İnanç o kimseye bir değer katmıyor.
Diyeceğim o ki “Sen Allah’tan korkuyor musun, bunca haksızlığı yapıyorsun, kul hakkı alıyorsun?” demenin bile işe yaramadığını düşündüğümüz, hatta gördüğümüz insanlara referandumla bütün yetkiyi vermek…
Bir ülke için, o ülkede yaşayan insanlar için bundan daha büyük bir felaket ne olabilir ki?