Yeni romanı ‘Huzursuzluk’u romanın yazarı Livaneli, Türkiye aydınlarının
bugününü İkinci Dünya Savaşı’ndaki Nazi Almanyası’nın aydınlarına benzeterek; “İkinci Dünya Savaşı’ndaki
Nazi Almanyası’nın aydınları gibi olduk. Kimisi direniyor, kimisi işine devam
etmek için rejimle uzlaşıyor, kimisi susup görmezden geliyor. Ama eğer tanınan
bir insansan ve toplumla iletişim kurabiliyorsan bunları görerek susmak da bir
uzlaşmadır tabii. Türkiye, hayatları haber bültenleriyle değişen insanlar
ülkesidir…”
– Kitabın afişinin metroya asılmasına OHAL nedeniyle izin
verilmemiş. İnsanlar ‘huzursuz’ olduklarının farkına varırlar diye endişe
edildi herhalde?
O kadar insan hakları ihlali yapılıyor ki… Bu kadar acı içinde
bir kitabın afişini yasaklamaları çok önemli değil. Ama bugün kitap afişleri
yasaklanıyor, yarın kitaplar yasaklanacak demek. Kapakta hem ‘Huzursuzluk’
yazıyor, hem de benim adım. Bu afişi koydurmayarak insanlara “Hayır siz
huzurlusunuz” demek istediler. Adım adım bir yere gittiğimiz zaten belli. Ama
afişi yasaklayarak okurun ilgisini kesemediler. ‘Huzursuzluk’, 15 günde 250
bine ulaştı.
– Size IŞİD zulmünü anlatan bir roman yazdıran ne? Özellikle bunu
yüzyıllardır katliamlar gören Ezidiler’in kültürünü de anlatmayı seçerek
yapmanız neden?
Aslında özel olarak Ezidiler’i anlatmak için yola çıkmadım. Bir
insanlık durumunu anlatıyorum. “Serenad” romanımda mesela Struma gemisini,
Yahudiler’in dramını anlatıyordum. Zulme uğrayan insanların hikâyelerini
anlatmak güzel bir şey tabii ki. Ama edebiyatın bir görevi de bunları empati
kurdurarak daha geniş kitlelere, insanın insan olduğunu hatırlatarak anlatmak.
İnsana insan olarak bakmak çok zor bir şey. Bir ara Amerikalılar Vietnamlılara
“Kuyrukları var, maymun bunlar” derdi.
‘İnsan insanı öldürebilmek için hayvanlaştırır’
– Aynı şey bizde de Aleviler ve Kürtler için söylendi… Şimdi
oraya geleceğim. Niye maymun diyorlardı Vietnamlılara?
Çünkü herhangi bir canlının hemcinsini öldürmesine doğal bir engel
vardır. İnsan insanı öldürürken bu engeli aşmak için “Bunlar insan değil
hayvan, dolayısıyla ahlaki olarak öldürebilirsin” diyor. Askerlere düşman için
hep bu bilinç verilmiş. Ezidilerse çok acı görmüşler. Çünkü çok antik bir din.
Melek Tavus hikâyesinde Tanrı Ezd’in Melek Tavus’u cennetten kovuşu, daha sonra
çıkan tek tanrılı dinlerdeki şeytan hikâyesine benzediği için ‘şeytana tapar’
diye bir klişe yapıştırmışlar. Nasıl Alevilere mum söndü yapıştırdılar, öyle.
Bütün dinler bunları böyle saydığı için Ezidiler maalesef çok zulüm gören masum
insanlar. Bu içimi çok yakan bir konuydu, anlatmak istedim.
– Kitabın mottosu “Merhamet zulmün merhemi olamaz”. Edebiyat
olabilir mi?
Nedir zulmün merhemi? Bir tek kelime: Adalet. Adaletin olmadığı
yerde merhamet sahtekârca kalır.
‘Livaneli de ülkeyi terk etti dedirtmem’
– Sizce başkanlık referandumu süreci Türkiye’yi nereye götürecek?
Zaten kamplaşmış bir ülkede kampları daha da keskinleştirmekten
başka bir işe yaramaz. Meclis’te olan kavgalar, o sinir ve öfke bir mikrokozmos
oluşturuyor. Şimdi onun toplum sathına yayıldığını düşünün, ki öyle olacak.
Önümüzdeki birkaç ay yapılacak propagandalardan, kışkırtmalardan,
provokasyonlardan çok korkuyorum. Çünkü iki taraf da ölüm kalım savaşı olarak
görüyor bunu.
– Siz de iç savaş ihtimalini düşünüyor musunuz?
Bizde iç savaş geleneği pek yok. Ama büyük çarpışmalar oluyor.
Mesela ‘80’den önceki çarpışmalarda 5 bin kişi öldü. Her gün sokaklarda
insanlar birbirini öldürüyordu. Ben tarihe baktıkça Türkiye’de halkın uçurumun
kenarına gelene kadar kaygısız davrandığını ama son anda frene bastığını
görüyorum. Şimdi de sanki öyle olacak gibi geliyor bana.
– Konuştuğumuz bütün bu alternatif senaryolar içerisinde
Türkiye’den gitmeyi düşünür müsünüz?
Hayır. Ben 12 Mart’tan sonra üç kere değişik ve saçma suçlamalarla
hapse alındım. Dördüncü sefer hapse alınmak üzereyken arkadaşlarımın da
kararıyla yurtdışına gittim. Artık pek yaşatmayacaklardı, anlamış durumdaydık.
O dönemde toprağa gömmeler, elektrik vermeler, Filistin askıları filan çok ağır
işkenceler vardı. Korkunç bir dönemdi. İsveç’te beş altı sene kaldım. Daha
sonra da Paris’e gittim, toplam 11 yıl filan oldu. Ama o zaman 20’li
yaşlardaydım, tanınmış birisi değildim. Şu anda durumum farklı. Toplumda beni
tanıyanlar, sevenler var. “Livaneli de bıraktı gitti, ülkeyi terk etti”
dedirtmem. Bu, o insanların da umutlarını kırmak olur. Hem haksızlık hem de çok
bencillik olur. O yüzden biz burada başımıza ne gelirse kalacağız. Namuslu
yaşayan insanlar namuslu ölmek zorundadır. “Cumhuriyet’teki arkadaşlarımızın
içeride tutulmaları ve iddianameyi bekliyor olmaları büyük haksızlık. Herhalde
dünyada Shakespeare’den din kitaplarına kadar hiç kimsenin yazacağı yazı bu kadar
önemle beklenmemiştir. Şimdi savcı oturup iddianame yazacak. Peki, yaz
kardeşim, yaz şunu bir an önce, değil mi! Benim ailemde herkes hukukçu olmasına
rağmen derdik ki, hukuk fakültesini bitiren ve hâkim olacak insanların hepsini
bir gün hapiste yatırmak lazım. Bir günün ne demek olduğunu görseler de ondan
sonra hüküm verirken öyle rahatça ‘17 yıl’, ‘25 yıl’ falan deseler. Zaten
gözaltının ve tutuklamanın cezaya dönüştürüldüğü bir noktadayız.
Cumhuriyet’teki arkadaşlarımızı Silivri’de tutmanın ne manası var, onları ceza
almadan cezalandırmaktan başka? Bu artık hukukun dışına çıkıyor, esir almaya
giriyor.”
‘Hâlâ barbarlık dönemindeyiz…’
“İnsanlara hayvanlara her türlü işkenceyi yapma hakkını kim verdi?
Zaten insan eğer diğer canlıları öldürmeyi bırakabilirse hemcinsini öldürmeyi
de bırakır. Özellikle Ortadoğu’da insanlar sürekli birbirlerinin kafalarını
kesiyorlar? Bütün o insanlar çocukluklarında hayvanların ayaklarının bağlanıp
kafalarının kesildiğini görmüş. İnsanların diğer canlıları öldürüp yemesi
dönemi bir gün mutlaka kapanacak ve bizim dönemimizden yine barbarlık dönemi
diye bahsedilecek.”
“Edebiyat dünyayı
değiştirebilir mi? Evet değiştirir. Çünkü dünyayı değiştiren zaten kitaplardır.
Bütün dünya din savaşlarını konuşuyor. Bu din savaşları da o Ortadoğu
çöllerinden çıkmış kitaplara dayanıyor. Dinlerde de önce kitap var, biliyorsun.
Tanrı bile sözle insanları ikna ediyor. O yüzden kitapların dönüştürücü gücü
vardır. Toplumları da kitaplar dönüştürür. Batı toplumlarını bilimsel eserler
dönüştürür. Mesela Montesquieu ‘Kanunların Ruhu Üzerine’yi yazar veya
Jean-Jacques Rousseau yazar, Fransız toplumu döşünür. John Stuart Mill yazar,
İngiliz toplumu dönüşür. Bizde bilimsel eser olmadığı için bizim toplum da
şiirle dönüşür. Nâzım Hikmet’le solcu olan çok insan var. Şimdi bunun çok
farkında oldukları için Nâzım Hikmet’in yerine Necip Fazıl’ı getirmeye
çalışıyorlar. Biraz beyhude bir çaba. Çünkü sanat özünde zaten soldur.”
‘Çok arkadaşım öldürüldü’
“Ben de huzursuzum. 20’li yaşlarımda askeri cezaevinde yatıyordum.
70 yaşına geldim cezaevi önlerinde arkadaşlarım için nöbet tutuyorum. Yaşar
Kemal’le her gün bunları konuşurduk. Zulmü, adaleti… İnsan onurunun yüce
tutulduğu bir ortamın kurulduğunu göremeden gitti. Tarık Akan da öyle, diğer
arkadaşlarımız da. Herhalde bunun sonunu göremeyeceğiz…Tabii yoruluyor insan.
Çok darbeler gördüm. 50’den fazla arkadaşım öldürüldü. Hepsi yazar, çizer,
gazeteci, bilimadamı… Bu kadar insan hapsedildi, perişan edildi. Ama biz yine
buradayız işte. Görevlerimizi yapıyoruz. Biz yine bugünlerde İkinci Dünya
Savaşı’ndaki Nazi Almanyası’nın aydınları gibi olduk. Kimisi direniyor, kimisi
işine devam etmek için rejimle uzlaşıyor, kimisi susup görmezden geliyor. Ama
eğer tanınan bir insansan ve toplumla iletişim kurabiliyorsan bunları görerek
susmak da bir uzlaşmadır tabii. Türkiye, hayatları haber bültenleriyle değişen
insanlar ülkesidir…” Röporta: Cumhuriyet