[HABER-ANALİZ: AHMET DÖNMEZ-TR724.COM]
Avrupa ülkeleri ile Türkiye arasındaki ilişkiler neden bu noktaya geldi? Bugünlerde herkes bu sorunun cevabını arıyor.
Giderek yükselen gerilimin elbette tek bir sebebi ve tek boyutu yok. Her iki taraftaki iç siyasi hesapların rolü muhakkak ki inkar edilemez. Ancak en az onun kadar önemli bir başka faktör var ki açık açık adını koymak gerek: Avrupa ‘paralel yapı’ ile mücadele ediyor!
Hollanda, Almanya, Avusturya, İsviçre gibi ülkeler bunu “Erdoğan’ın uzun eli” olarak nitelendiriyor. Kastedilense Erdoğan’ın bazı resmi, yarı resmi ve sivil ‘uzuvlar’ aracılığıyla ilgili ülkelerde illegal operasyonlar yürütmesi. Büyükelçilikler, Diyanete bağlı imamlar, Avrupa Türk Demokratlar Birliği (UETD), yer yer Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı (TİKA), Anadolu Ajansı (AA) ve benzer kurum ya da kuruluşlarla ‘gölgeli’ faaliyetlere kalkışması. Buna Sedat Peker gibi Saray’a bağlı mafya babalarının tehditleri, AKP yandaşlarının ulu orta ‘IŞİD’ göndermeleri, havuz gazetecilerinin Abdullah Çatlı referansları da eklenince ortaya daha vahim bir tablo çıkıyor. Avrupa, Erdoğan’ın Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) ve onun birer alt ünitesi ya da destek kuvvetleri gibi çalışan bu “uzun parmaklar” eliyle kendi içlerini karıştırdığını düşünüyor. Almanya örneğinde olduğu gibi, bunu açık açık “Türkiye burada paralel bir toplum oluşturmaya çalışıyor” diye niteleyenler de oldu. Avrupa’da yaşayan yüzbinlerce fanatik seçmeni ile bu uzun parmakların birleşimi sayesinde Erdoğan’ın muazzam bir paralel örgütlenmeye sahip olduğuna dikkat çekiyorlar. Bu da Avrupa için potansiyel istikrarsızlık, iç çatışma, kaos kaynağı demek. Hele bu rejimin 16 Nisan’dan sonra tamamen bir diktatörlüğe dönüşecek olması nedeniyle kaygının dozu, Avrupa için es geçilemeyecek boyutta. Hiç kimse boğazında, bir diktatörün uzun parmaklarının gezinmesini istemiyor. Mesele bu.
ERDOĞAN’IN HALİFELİK HAYALLERİNİN UZANTISI
Aslında olan şu; Erdoğan halifelik hayali doğrultusunda Kuzey Afrika’da, Suriye’de, Irak’ta, Yemen’de, Nijerya’da, Sudan’da neler yapıyorsa; nasıl kanlı bir oyun oynuyorsa Avrupa’daki Türkler üzerinden de kıtada söz sahibi olmak istiyor.Bu hedef doğrultusunda adım adım her seçimde gurbetçiler üzerindeki nüfuzunu pekiştirdi. Türkiye’nin Rotterdam Başkonsolosluğu’nun, Nisan 2016’da ihbar hattı oluşturması ile birlikte sürecin seyri değişmeye başladı. Cemaat mensuplarını hedef alan bu ihbar çağrısı, Avrupa’da yeni bir cadı avı süreci demekti. Haliyle, Nazi zulmüne çok ağır bedeller ödemiş Avrupa için bunun çok kötü çağrışımları vardı. Hollanda parlamentosu ayağa kalktı. Ana muhalefetteki Sosyalist Parti, “Bu Ankara’nın uzun kolunun yeni bir girişimi” tepkisini gösterdi.
Fakat mülteci korkusu nedeniyle bir süredir rölantide götürülen ilişkiler, özellikle 15 Temmuz sonrası rayından çıkmaya başladı. Bunda bir kaç faktör rol oynadı. Öncelikle Türkiye içindeki çatışmanın Avrupa’ya sıçratılması, AKP yandaşı gurbetçilerin cemaate yakın kurumlara ve kişilere fiziksel saldırılara başlaması, insanların tehdit edilmesi ortamı gerdi. Almanya’da milyonlarla, diğer ülkelerde yüzbinlerle ifade edilen Türk toplumu arasındaki bu denli büyük yarılma, Avrupa için ciddi tehdit kaynağıydı. Tabii önemli bir çoğunluğunun AKP fanatiği ve Erdoğan’ın bir emrine bakıyor oluşu, riskin boyutlarını da büyütüyordu.
YURTDIŞINDA SUİKAST TEHDİTLERİ
Cumhurbaşkanı Erdoğan, bakanlar ve tetikçi gazetecileri bu süre zarfında, cadı avı nedeniyle ülkeyi terk etmek zorunda kalanlar için ısrarla tehditler savurdu. Avrupa içerisinde “operasyon yapabilme kabiliyetini” ima eden bu tehditler de Avrupa başkentlerinde not ediliyordu. Örneğin Erdoğan 19 Eylül 2016 tarihinde ABD seyahati öncesi, “Bundan sonra dünyanın hiçbir ülkesi, hiçbir bölgesi FETÖ ve militanları için güvenli bir sığınak değildir ve olmayacaktır.” dedi.
Peki dünyanın hiç bir ülkesi neden artık ‘güvenli’ değildi? Sadece bir kaç örnek, yeterince ipucu verebilir. Örneğin tetikçi gazetecilerden Cem Küçük, Rusya Büyükelçisi Andrey Karlov’un 19 Aralık 2016 tarihinde Ankara’da menfur bir suikasta kurban gitmesinin ardından şahsi Twitter hesabından, “FETÖ’nün yurtdışındaki tüm militanlarının öldürülmesi artık bu iki devletin ortak gündemidir” diye yazdı. Bir başka AKP yanlısı kalem Ersoy Dede de 10 Ağustos 2016 tarihli canlı yayın programında, yurtdışına çıkmak zorunda kalan Hizmet Hareketi’ne yakın isimlere ASALA militanları gibi suikastlar düzenlenebileceğini söyledi.
“ERDOĞAN’IN UZUN KOLU” BENZETMESİ
Benzer tehditlere hemen her gün kürsülerden, TV ekranlarından, gazete sütunlarından ve sosyal medyadan rastlamak mümkün. Diyanet imamlarının ajanlık faaliyetleri, Avrupa için tehdidi somutlaştıran bir gelişme oldu. Öyle ki, hızını alamayan Diyanet, Hollanda’daki siyasetçileri bile fişlemişti. Örneğin muhalefetteki Hıristiyan Demokrat Parti (CDA) için “Fethullahçıların kalesi” deniyordu. CDA Milletvekili Pieter Heerma, “Türkiye’nin uzun kolu” olarak tanımladığı muhbir imamlarla etkin mücadele çağrısı yaptı. Patlayan skandal, Din İşleri Müşaviri Yusuf Acar’ın sınırdışı edilmesine kadar vardı.
Benzer gelişmeler Almanya’da da yaşandı. Yeşiller Partisi, imamların çatı örgütü DİTİB’i “Erdoğan’ın Almanya’daki uzun kolu” olarak niteleyip muhbirlik çalışmalarına karşın suç duyurusunda bulundu. Alman Ceza Yasası’nın 99. maddesi uyarınca casusluk soruşturması başlatıldı. Soruşturma, 15 Şubat’ta 4 DİTİB imamının evine operasyon düzenlenmesi ile sonuçlandı. Adalet Bakanı Heiko Maas, “Türk devletinin DİTİB üzerindeki etkisi büyük. DİTİB’in bazı imamlarının casusluk yaptığı şüphesi onaylanırsa, o zaman kuruluşun Türk hükümetinin uzantısı olduğu ithamında bulunulmak zorunda.” dedi. Soruşturmanın düğmesine basılmasına yol açan Volker Beck, “DİTİB, Türkiye’deki Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bir yan kuruluşu olarak doğrudan Türk Başbakanı’nın emri altında” dedi. Yeşiller Partisi Eşbaşkanı Özdemir, 20 Şubat’ta “Korku ve ihbar etme üzerine kurulu bir Erdoğan paralel toplumu oluşmasını omuz silkerek kabul edemeyiz” ifadesini kullandı. Bu sözler, Erdoğan’ın Avrupa’da kurduğu ‘paralel yapı’ya açıkça gönderme barındırıyordu.
“ERDOĞAN, ALMANYA’DA GÖLGE BİR TEŞKİLAT KURUYOR” İDDİASI
Casus imamların evine yapılan operasyondan 2 gün sonra Der Spiegel dergisi, Almanya dışındaki 4 Avrupa ülkesinde de Türk büyükelçilik ve konsolosluk çalışanlarının Gülen cemaati sempatizanlarını Ankara’ya ihbar ettiği haberi ile çıktı.
Bir resmi belgeye dayanan habere göre Avusturya, İsviçre, Hollanda ve Belçika’daki Türk konsolosluklarında görevli personel, Gülen cemaatine yakın isimlerle ilgili istihbari faaliyet yürütüyordu.Nitekim İsviçre hükümeti geçtiğimiz günlerde “MİT, İsviçre’de bulunan Türkiyeli göçmenleri ajanlığa zorluyor” çıkışına imza attı. İsviçre Liberal Partisi, Eylül ayında “Erdoğan’ın ‘İsviçre’ye uzanan kolu” adı altında bir gensoru vermişti. İsviçre Federal Hükümeti yıllık raporunda, bu gensoruya atfen Bern’de bulunan Türkiye Büyükelçiliği ile ülkedeki Türk cami imamlarının faaliyetleri mercek altına alınıyordu.
Bunlara, 2015 yılındaki ‘Erdoğan’ın Almanya’daki ajanları’ davasını da eklemek gerekir. MİT ajanı olduğu iddia edilen Muhammed Taha Gergerlioğlu, Ahmet Duran Y. ve Göksel G. hakkında Türkiye için istihbarat toplamak suçlamasıyla dava açılmıştı. İddialardan bir tanesi, sözkonusu isimlerin MİT’in çok ötesinde, Almanya’da Erdoğan adına ‘görünmeyen bir teşkilat’ kurmakla görevlendirildiği yönündeydi. Sanıklardan Gergerlioğlu, aynı zamanda Erdoğan’ın danışmanıydı. Fakat dava, 70 bin E uro kefaletle kapatıldı.
Örnekleri çoğaltmak mümkün. Sonuç olarak Bu referandum sürecinde yaşananlar, Avrupa için artık ertelenemez bir Erdoğan sorunu olduğunu gözler önüne seriyor. Bir kere anayasa değişikliği paketinin içeriğinin ‘diktatörlük’ olduğunda hemen herkes hemfikir. Ve bunun Avrupa’ya yansımalarının nasıl olacağı, başlı başına bir endişe kaynağı. Sadece son 1 hafta içinde peş peşe gelen tehditlere bakılacak olursa AKP hükümetinin tekin olmayan bir hazırlık içerisinde olduğu gözleniyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, krizin patladığı cumartesi günü, “İstediğiniz kadar baskı yapın, teröristleri ülkenizde besleyin, büyütün. Bunların hepsi size ters olarak geri dönecek. Ve bunlara yönelik şüphesiz ki bizler 16 Nisan’dan sonra uygulamalarımızı başlatacağız. Biz sabırlıyız.” diye seslendi. Erdoğan’ın imalarla dolu bu tehdit konuşmasında neyi kastettiği merak konusu. “Referandumdan sonra Erdoğan Avrupa’ya yönelik nasıl bir uygulama başlatacak? Muhalifleri Türkiye’ye iade etmemesi Avrupa ülkelerine nasıl geri dönecek? Bu ‘ters tepme’de Erdoğan ve AKP hükümetinin nasıl bir rolü olacak?” gibi cevap bekleyen sorular var.
3 gün sonra Türkiye’nin en bilinen mafya lideri Sedat Peker, Avrupa ülkelerine videolu bir mesajla tehdit etti. Her fırsatta Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bağlılığını ilan eden ve referandum için “Evet” kampanyası başlatan Peker, “Hayata korkusuzca bakanlar ölümden de korkmazlar öğretisiyle yetişen neslimizin Avrupa’nın her noktasında Gezi olaylarından çok daha beter olan şeyleri nasıl yapabileceğimizi, o gün geldiği zaman tam olarak öğrenecekler” tehdidini savurdu.
YENİ GÜVENLİK KONSEPTİ, YENİ ÇATLI’LAR MI?
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da 9 Mart’ta memleketi Trabzon’un Vakfıkebir ilçesindeki konuşmasında, “Öyle gidecekler, Almanya’ya kaçacaklar, bir gün nerede olduğunu FETÖ teröristleri şaşıracaklar, bilginiz olsun. Bir gün nerede olduğunu buradan söylüyorum, öyle kolay değil. Bu ülkeye ihanet ederse etsin, bu ülkenin güvenlik konsepti de stratejisi de değişmiştir artık. Dünyanın neresinde olursa olsun Türkiye’ye ihanet edeni orada biz rahat durdurmayız.” sözlerini sarf etti.
İçişleri Bakanı’nın ilan ettiği güvenlik konsepti ve stratejisi değişikliği ne anlama geliyor acaba? Konuşmanın satır araları, yasal çerçevede bir konsept değişikliğine işaret etmiyor. Hukuk yerine mafya yöntemlerini, kaba kuvveti ve karanlık bir takım eylemleri çağrıştırıyor. Nitekim Akit internet sitesinde çıkan “Hollanda’nın 48 bin askeri var. Hollanda’da 400 bin Türk yaşıyor” başlıklı haber bir fikir veriyor. Hollanda’da yaşayan Türk gazeteci Hakan Büyük’e bu son olaylardan sonra atılan bir tehdit tweeti de her şeyi özetliyor: “Çatlı’ları gönderip bu p.çlerin kafasına Avrupa’nın ortasında sıktırmazsak Hollanda bile bize dikilir”