Yaşlı dünyamızda çok kültürlülük,
beraberce nefes alıp verme ve bu yönlü medeni çabalar; insanoğlunun günümüzdeki
en önemli çabaları olsa gerek. Aklını yitirmekte olan günümüz toplumları için
de hayatî elbet…
Çok kültürlü bir ortamda yaşarken, renkliliğin canına okuyan toplumları uzaktan izlemek zorunda kalmak ıstırap verici. Hele bin bir rengi yaşatmayı bilmiş kendi ülkeniz olunca bu, daha da kahroluyorsunuz.
Oysa yeryüzünde hâlâ canlı binlerce dil, yaşayan kültürler, gürbüzlüğünü muhafaza eden medeniyetler var.
Bu dillerin, kültürlerin insanları, bu küçük dünyada beraberce yaşamak zorundalar elbet.
Birbirlerini itip kakmadan, özgürlük alanlarına müdahale etmeden, yekdiğerinin hukuklarını çiğnemeden vs…
Aksi takdirde yaşananlar hiç de iç açıcı olmuyor. Birbirinin kurdu oluyor insan evladı.
Bu canavarlıkların, sadece çatışanlar için değil, bütün insanlık büyük felaketlerin kapısı aralanıyor…
Savaşlar, ölümler, ayrılıklar ve türlü acılar kol geziyor her tarafta. Barış köprüleri yerine, ayrılık tohumları ekiliyor.
Mesela, yaşadığımız ülke Avusturalya: Burada çok kültürlülük ülkenin yaşam tarzı olmuş. Burada ‘çok kültürlülük’
adı taşıyan bakanlık var, bu nadir bir uygulama…Bu durum, bu ülkenin 8. harikası gibi…Avustralyalının övünç kaynağı…
Toplumu renkli bir dantela gibi örmeleri harika gerçekten.
Eski Başbakan Mike Baird’in istifasıyla boşalan ve yeni kurulan New South Wales Eyalet Hükümeti’nin, önemli bakanlığın biri olan Çokkültürlülük Bakanlığına getirilen Raymond Craig Williams, önceki gün Affinity Diyalog Vakfı’nın programına katıldı. Henüz çiçeği burnundaki bakan, yaptığı anlamlı konuşmasında, altı çizilmesi gereken şu ifadeleri kullandı: “Ailem beni ırk, din, cinsiyet ve rengi ne olursa olsun, hiç bir insana ayrımcılık yapmadan tüm insanlara karşı saygılı olma hususunda yetiştirdi. Bu değerler, bugün izlediğim siyaset yolunu aydınlatıyor.”
Bakan, adeta bu cümlesiyle, başka ülkelerdeki baskıcı, renk körü ve düşmanı iktidarların, kendi vatandaşlarına karşı uyguladığı zulümlere ve baskılara çok anlamlı bir göndermede bulundu. Hatta okkalı bir giydirmeydi, aslında…
Ama aynı zamanda, dünyanın dört bir tarafından göçmek zorunda kalmış dinleyiciler için de, kendi öz topraklarında yitirdikleri hoşgörünün bir hatırlatmasıydı bu. Yani, biz de bir zamanlar böyleydik. Sahi, biz vardık, şimdi o biz nerede? Ne diyelim, bin tebrik ve teşekkür böylesi yönetimlere, çok kültürlü yapılara…
Evet, Avustralya 200’den çok ülkeden insana, ki bu neredeyse dünyanın tüm ülkelerini kapsıyor. Bu hal, bu ülkeyi, dünyadaki en başarılı ve güçlü çok kültürlü toplumlardan biri haline getiriyor. Çünkü bu toplumun en belirgin farklılığı, ifade özgürlüğünü tanıması ve farklılıkların artan bir şekilde değerlenmesi.
Burası renkli bir toplum…
Burada hoşgörülü bir devlet var…
Burada hukuka saygılı hükümetler var…
Eşitliğe inanan kitleler var…
Dolayısıyla, böyle bir toplumda barış endeksli huzur ve refahın giderek artması da gayet doğal.
Çeşitliliğin zenginliği deniliyor buna…
30 yıl önce Sydney’deki Türk Toplumu içinde okumuş eğitimli kimse neredeyse yoktu. 1992’de NSW Eyaleti’nde tümü 52 Türkiyeli bu ülkenin üniversitelerinde eğitim görüyordu. Bugün bu rakam binlerle ifade ediliyor. Dün bu eğitim çığırını açan insanlarımız, bugün “terörist” iftirasına maruz kalsa da, açmış olduğu bu müesseselerde bugün 46 farklı milletin muhacir evlatları eğitime tabi.
İnsanımız kendi ülkesinde bulamadığı desteği, bu ülkenin yöneticilerinden, hatta aynı kaderi paylaşan insanlardan alıyor. Barış ve huzur içinde, birlikte yaşama imkânı bulununca, kurulan insani köprülerle insanlar birbirlerinin güzelliklerine daha yakından aşina oluyorlar.
Birbirlerinden öğrenip zenginleşiyorlar…
Zenginliğin kaynağını bulan bu ülkenin yöneticileri, en büyük sermaye olarak gördükleri kültürleri büyütüp geliştiriyorlar. Her yeni farklılık ve bu yönlü nüanslar yeni fırsatlar olarak algılanıyor. Ülke gelişim hızını kültürden ve insan kaynağından alıyor. Bu durumu kavradıkları için, dünyanın saygın ülkesi oluyor, her geçen gün saygınlıklarını pekiştiriyorlar.Farklılıklarını zenginlik değil de yük olarak gören, zenginliklerini kıyan ülkeler ise, dünyamız için de tehdit haline geliyorlar, ne yazık ki…
225 ayrı yerden gelen insanların 200 farklı dil konuştuğunu ve 125 değişik dini inançtan gelen insanların bulunduğu Avustralya’da, dünün muhacir göçmenleri, bugün ülkenin her türlü yönetim kademesinde yer alabiliyorlar.
Şöyle tamamlamıştı Affinity Vakfı’ndaki konuşmasını Bakan Williams: “Hükümetimizin, çok kültürlülüğü desteklediğine en güzel örnek, göçmen bir Ermeni aileden gelen NSW’in yeni Başbakanı Gladis Berejiklian’dır.”
Kadere bak, Avustralya’nın siyasetine hükmeden Ermeni asıllı Başbakan Berejiklian da diğer akrabaları gibi, Anadolu coğrafyasının belli dönemki zorbalarının buralara sürdüğü insanlardan…
Evet, siyaset hamurunu yoğuran göçmen kadın liderler, Gladis Berejiklian’la başlamadı burada, onunla bu kervan devam ediyor. Berejiklian’ın koltuğunda, bundan üç dönem önce, Başbakan Kristina Keneally oturuyordu. Amerikalı bir ailenin çocuğuydu, Keneally de 1994 yılında Kıta ülkesine yerleşmiş, 2000 yılında Avustralya vatandaşlığı almış, 16 yıl içinde de merdiveni Eyalet Başbakanlığı koltuğuna dayayarak, 2009’da bu makama oturmayı başarmıştı.
Keza… İngiliz asıllı federal Başbakan Julia Gillard da göçmen bir ailenin kızıydı. Ülkenin ‘ilk kadın başbakanı’ unvanıyla, henüz 48 yaşında genç bir siyasetçi olarak, dört yıl önce Avustralya’yı yönetiyordu.
Yani ki, her zaman ifade ediyoruz: Herkes mersine, biz tersine. Eller yol bulup yokuşlar aşıyor, biz tümseklerde eylenip duruyoruz. Yerimizde sayıyoruz bön bön… Tüm kabalıklarımızı sergileyerek, birbirimizi yiyip bitiriyoruz.
İnsanımıza, yaşadıkları ülkeyi nasıl cehenneme çeviririz, bunun hesabıyla tepinip duruyoruz. Şimdi anladınız mı bizden, bir avuç Ermeni muacir gibi, neden güçlü bir diaspora çıkmadığını? e.cansever@yepyeni.zamanaustralia.com.au