En büyüğü 10 yaşında olan üç küçük yavrumdan ve 7 yıldır löseminin en ağır tedavilerini gören annemden koparılarak en adi suçlulara bile yapılmayan muamelelerle tutuklanan bir anne olarak yazıyorum sizlere…
Eşimle devlet dairesinde bir işlem yaptırırken yüzlerce kişinin arasında etrafımı polisler sardı. Eşimin mücadelesi ve engellemesine rağmen o kadar insan içerisinde bir terörist gibi gözaltına alındım ve şehrin en kenar mahallesinde bir karakolda hücreye kondum. Hiçbir kadın görevlinin olmadığı, adi suçluların getirildiği bu mahalle karakolunda günler boyu bekletildim.
Çocuklarımın ve hasta annemin feryatları arasında karakoldan emniyete götürülürken “polis amcalarının beni hastaneye götürdüklerini; geri getireceklerini” söyleyerek gözyaşları içerisinde çocuklarımdan ayrıldım. Hayatımda karakol, emniyet, adliye, mahkeme görmemiş bir insan olarak hepsini en ağır şekilde yaşayarak atılan iftiralarla çok zorlu bir gözaltı sürecinin ardından tutuklandım.
Beni Türkiye’nin en eski tutukevi olan Tarsus Cezaevi’ne götürdüler. Bir banyo ve bir tuvaletin olduğu, beş kişinin bile zor yaşayacağı bir hücrede 25 kişiyle ayakta kalma mücadelesi içinde buldum kendimi.
Diğer 25 masumun hayat hikayelerini, mağduriyetlerini dinledikçe yaşadığım üzüntü ve acılar daha da arttı. Hepsi inançları doğrultusunda en güzel şekilde yaşamaya ve yaşatmaya kendini adamış insanlardı. Rüyalarda kabus olarak görülse insanı sarsacak ürkütücü ve acı verici hadiseler cezaevinde bizim gerçeğimizdi.
Gözaltına alındıklarında başörtülerine dahi el konularak hücrelere atılanlar, çok ağır psikolojik baskı ve şiddet görenler, tacize uğrayanlar ve tacizden şikayet ederlerse ailelerinin yaşayacağı yıkımı düşünerek sineye çeken kadınlar…
Bu acımasız muamelelere maruz kalırken hayatında karıncayı incitmemiş, devletimizin toplu iğnesine bir zarar gelmesin diye en hassas şekilde görevlerini icra etmiş, fedakârca ihtiyaç sahiplerine yardım etmek için bir derneğe gönüllü üye olmuş kadınlar…
35 metrekarelik, hamam böcekleri ve farelerin kol gezdiği bir hücrede, yaşam alanının olmadığı, yemeklerin bile yatakta yendiği, ailesi ve evlatları için hayatta kalmaya çalışan “Allah var gerçek bir Mahkeme-i Kübra var” diyerek bir dakika yaşanmayacak hücreyi medreseye çeviren ak alınlı, nur yüzlü kadınlar…
Bir anne getirdiler, eşi 7 aydır tutuklu. Babasını hiç görememiş üç aylık bebeği vardı. Zalimler, anne sütünü de çok görmüşler. Annenin bir yandan gözünden yaşlar dökülürken, bir yandan bebeğinin rızkı ve hakkı akıyordu kalın kalın camların arkasından.
20 dakika mühlet tanıdıkları bir görüş gününde eşim ve üç yavrumuz da gelmişti. Her zamanki gibi gözü yaşlı ama daha da bir acılıydı. Ne olduğunu sorduğumda, kolu kırılmış bir anneannenin üç aylık torunu ile bir başına cezaevi ziyaretine geldiğini anlattı. Oradaki diğer ziyaretçiler taşıyorlardı bebeği. Anneanne ağlıyormuş: “Kızımı görmeye geldim, annesine versem 3 aylık bebeciği, bebek orada yaşayamaz.”
Anneanne kırık koluyla fedakârca sahip çıkmaya çalışıyor torununa ve kızına. Bir başka karede hayatlarını öğrenci yetiştirmeye adamış öğretmen bir anne ve baba, iki küçük çocuklarıyla akşam yemeklerini yerlerken evleri 20 polisle basılmış.. Savcı ayağıyla yer sofrasını itip, çocukları ortada bırakarak gözaltına almış ikisini de. 9 yaşındaki çocuk köyde anneanneye, 2 yaşındaki çocuk da halaya emanet. Çocuklar hem öksüz hem yetim kalmış. Bunlar yetmediği gibi iki kardeş ayrılmak zorunda kalmış. Yedi aydır tutuklular. Paramparça edilmiş bir yuva.
Bu suçsuz günahsız insanların çektikleri çileleri kimseler bilmiyor, duymuyor. Bu insanların sesi soluğu olup yetkililere haykırmak tek tek anlatmak istiyorum. Bunlar sadece minik örnekler, bunun gibi daha ne acı hayatlar var.
Koğuşta bu acılara şahit olurken, küçücük kalplere koca koca hüzünler yükleniyordu. Bir insanın ömür boyu ağlayacağı kadar ağlatılmış analar, çocuklar…
10 yaşındaki kızımdan iki küçük kardeşine annelik yapma sorumluluğu bekleniyordu. Kızım bana yazdığı mektuplarda, “Anneciğim sakın kendini üzme. Kardeşlerimi merak etme. Sen kendine orada iyi bak, sana eziyet ederlerse bize söyle. Sakın ağlama” derken, mektup ağlıyor ben ağlıyordum.
İki yaşındaki kızıma bakabilecek kimse olmadığı için yanıma aldım. Bu ağır şartlarda hem psikolojimiz hem de sağlığımız bozuluyorken, bir tahliye haberi aldım. Ve kucağımda bebeğimle, yüreğimin yarısını koğuş arkadaşlarımda bırakarak evime döndüm.
Bir sevinç vardı yuvamda. Kendi yaşadığım travmayı bir kenara bırakarak, lösemi ve ağır tansiyon hastası annemin ve yavrularımın sağlık ve psikolojilerini düzeltmeye çalışırken kapıda polisler…
Yavrularımın “Anne tekrar gitme, bizi yine mi bırakıyorsun, seni hasta edecek yaramazlık yapmadık ki” feryatları arasında daha evdeki yedinci günümde tekrar koparıldım dalımdan.
‘İfade alacağız’ diyerek götürüldüm ve yine aynı mesnetsiz suçlamalar, aynı sorgular, aynı acıları yaşatarak tekrar tutukladılar.
Bu nasıl bir devrandır ki; suçluların cezaevlerinden aflarla boşaltıldığı ve dışarılarda suç işlemeye devam ettikleri bir dönemde masumlar vicdansızca hapishanelere dolduruluyor…
Tekrardan cezaevindeydim. Artık anneme, eşime ve yavrularıma karşı ayakta kalma çabalarıma rağmen, bedenimin yaşadıklarımı kaldırabilme gücü kalmamıştı. Sıtma hastalığına yakalandım ve uzun süre kendime gelemedim.
Gece ambulans çağrılmış ve sonrasında Devlet Hastanesi’ne sevk edilmiştim. En azılı teröristlere bile yapılmayan müdahalelerle hastaneye götürüldüm. Tahlil vesaire işlemlerim yapılmıştı ama sonuçta ilaçlarımı beklerken aylar geçti. Kansızlığım hat safhadaydı. Kullanmam gereken ilaçlar vardı fakat ne bir sonuç ne de ilaçlarım elime ulaşmamıştı.
Zaman ağır ve acı şekilde ilerlerken, iddianame hazırlanmış. Ağır Ceza Mahkemelerinde yargılanmalar başlamıştı. Tek başıma, hasta, ilaçsız, bitkin halde 8-10 Jandarma eşliğinde bir kadın görevli bile verilmeden, bileklerimdeki kelepçeler hiç çıkartılmadan mahkemeye getirildim. Mahkemenin başlamasına 5 dakika olmasına rağmen caddeden yürütülerek karanlık, pis, soğuk ve yine hiç bir kadın görevlinin olmadığı nezarette bekletildim.
Bu psikolojik baskı ile nasıl bir savunma yapabileceğimi bilmiyordum. Mahkemeye getirildiğimde ailem duruşma salonunda endişe halinde bekliyordu. Hiç birisi ile göz temasına bile müsaade edilmedi. Hasta annem dayanamamış, oralara kadar gelmişti. Beni görünce fenalaştı. Elini öpmek, bir kerecik sarılmak için izin istedim ama etrafıma örülen etten duvar, aldıkları emirle vicdanını kaybetmişti.
Nihayetinde karar açıklandı: Ev hapsi..
Yine hunharca, kalabalığın ve ailemin arasından beni alıp götürdüler cezaevine. 5-6 saat sonra bıraktılar. Yavrularıma, anneme kavuştum. Mağdur edilmiş zindandaki mazlumları düşündükçe üzülüyor, dualar ediyorum. Evlatlarıma her sarılışımda, sarılamayan anaları düşünüp yüreğim parçalanarak buruk bir hayat yaşıyorum.