ENES CANSEVER-HAFTANIN YORUMU
Avustralya’da yapılan tüm seçimler kavgasız ve gürültüsüz geçiyor. Batı Avustralya’yı, yöneten Liberal-Ulusal Koalisyon Partisi, iktidar koltuğunu İşçi Partililere kaptırdı. Halef -Selef başbakanlar, sandık sonuçlarının açılmasıyla muazzam nezaket ve nezahet dolu sözlerle birbirini tebrik ettiler.
Halef, Selef’ ine, 2008 yılından bu yana Eyalet halkına verdiği kamu hizmeti sebebiyle minnet dolu sözler söyledi. Selef de Halef’ine, yarışı kazanması nedeniyle başarılar diledi. Seçmenin tercihi, iktidar ve muhalefete nöbet değişimini, siyaset ahlakını ve kültürünü geliştirdi. Türkiye’deki gibi çatışmacı ve kutuplaştırıcı nefret söylemleriyle oy toplamaya çalışan Pauline Hanson’a seçmenin oy vermeyerek dersini vermesi bunun da göstergesidir. Hanson kayda değer bir oy alamadı.
Peki…
Bizim ülkemizin siyasetçileri ve seçmenleri neden böyle değil?
Neden bizde çatışma, kavga, boş polemik ve boş vaatler, hırsızlık ve yolsuzluklar, bir “kültür ve ahlak” haline geldi ve ganimet gibi karşılanıyor? Avusturalya’da seçmen, hükümetin yorulduğunu anladığı an, atı da süvariyi de hemen değiştiriyor.
Galiba bunun için Avustralyalıların siyasetçiye minneti yok, karnı tok, sırtı pek: Ülke ise; huzur içinde.
Çünkü seçmen, liderlerin boş vaatlerine değil, akşam evine götüreceği ekmeğin, sabah sofrasına koyacağı zeytinin, çocuğuna verilecek eğitimin ve ay sonunda alacağı maaşının hesabını yapar. Bizdeki gibi aç karınla seçim meydanlarında siyasilerin gürültüsü ve boş vaatleriyle ruhunu duyurmuyor.
Her iki ülkeyi bu açıdan karşılaştırınca tam bir “Nasılsanız öyle idare edilirsiniz” durumu geliyor akla.
Galiba bizler her şeyi bir hayat memat meselesi olarak görüyoruz. Baksanıza, referanduma giderken ülke, hem içeride hem dışarıda adeta bir ölüm kalım savaşında.
Hak, Hukuk, adalet hak getire…
Demokrasinin ırzına geçenler, ülkeyi adeta açık cezaevine dönüştürenler, içeride dışarıda herkesle kavgalı olanlar dünyaya demokrasi dersi vermeye kalkışıyor.
AVRUPA HAVAYI VE KARAYI BİZE KAPATTI
İnanç, din, siyaset, söylem ve eylemlerin hepsi neredeyse gerçek anlamını yitirmeye başladı. Ülkemizde her gün bir dram yaşanıyor. Koridorlara kadar dolan cezaevlerinde, yeni doğmuş bebekten, yaşı 90’na dayanmış masum kadın ve erkeklerle dolu…
Camiler siyaset platformlarına dönüşmüş durumda. Âlimler, eskinin siyasal İslamcılarından kalma jargonlarla toplumu “motive” etmeye, daha doğrusu sömürmeye devam ediyor.
Delilsiz tutuklamalar, işkenceler hiç bir zaman olmadığı kadar artmış durumda.
Bunları yapanlar dini kavramları hayasızca politikaya alet edip, o elmas hakikatleri cam parçalarına dönüştürüyorlar.
Dostluk, komşuluk, müttefiklik göz kırpmadan iç politikaya dolgu malzemesi yapılıyor. “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” sözü, “Yurtta çatışma, dram, kan ve gözyaşı, Cihanla kavga ve krize devam” ile yer değiştirdi.
Hasılı…
Kendi insanına Anadolu’yu zindan, hayatını zehir edenler, muhacir olup Avrupa ve dünyaya dağılmakla çözüm bulanlara da rahat vermeyecekler. Türkiye’deki miting alanlarındaki heyecanla, binlerce kilometre uzakta Hollanda’da gaza gelenler, Rotterdam sokaklarında coplandı, gaz yedi, polis köpeklerinin saldırısına uğradı. Sicillerine ne olacağı meçhul…
Şimdi…
Seçim çalışmaları bitecek, referandum öyle veya böyle sonuçlanacak. Ama Avrupa’nın bir parçası olan milyonlarca ‘evet’ veya ‘hayır’ diyen yurttaşımız ve soydaşımız Avrupa’da kalacak. Sonra ne olacak? Onları bulunduğu ülkede huzursuz etmeye kimin hakkı var? Kim koruyacak onları? Siyasi söylemle vatandaşlarını birbirine kin duyar hale gelen, aynı toprağın insanlarının düştüğa duruma girmek bile istemiyorum…
Bütün bunların neticesinde umarım ve umarız, Avrupalı soydaşlarımıza “Evet” dedirteceğiz diye; Türkiye Cumhuriyeti Aile Bakanı’nı, AKP gibi yakıcı ve yıkıcı söylemler eşliğinde kampanya yürüten Hollandalı ırkçı Geert Wilders’in seçim kampanyasına yağ sürmemişlerdir. Umarım, İslam düşmanlarına ‘zafer’ kazandırılmayacaktır…
Sahi, olayın bu noktaya geleceği besbelli olan bu kavganın ortasına, Aile Bakanı neden düşürüldü? Başka AKP’li erkek bakan yok muydu? Aslında bu bile başlı başına büyük bir soru işareti.
Neden mi?
Çünkü Hollanda Başbakanı Mark Rutte, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nu ülkeye sokmayacağını ve uçağına izin vermeyeceğini günler öncesinden hem de defalarca söyledi. Bir hırgürün patlak verileceği belliydi.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya’nın Hollanda tarafından “persona non grata” yani “istenmeyen kişi” ilan edilerek sınır dışı etmesi, NATO müttefiki bir ülke için ağır bir karar olarak değerlendiriliyor.Ayrıca, Bakan Kaya, Hollanda’nın “istenmeyen kişi” kararı nedeniyle Schengen anlaşmasına dâhil diğer Avrupa Birliği (AB) ülkelerine de giremeyecek.
Aslında üzülen ve dayak yiyen yine vatandaşa oldu.
Aslolan referanduma iyi malzeme bulmak. 16 Nisan’dan sonra, kavga tarafının biri, özür dileyecek. Bakalım, Türkiye mi Hollanda mı?
Umarım Rusya ile düştüğümüz pozisyona yeniden mecbur kalmayız.
Yazımı iki kayda değer can alıcı soruyla noktalayayım:
1-) Türkiye’de yaşayan yaklaşık 3 milyon Suriyeli’ ye Esat rejiminin Aile Bakanı Gaziantep’e gelip, kışkırtıcı konuşmalar ve Baas Partisi’nin propagandasını yapsaydı, Türkiye’nin bugünkü iktidarı buna izin verir miydi?
2-) Yaklaşık 10 yıl önce, kapılarını Türkiye’ye açmak üzere (AKP’nin de bugünlerde çılgınca dillendirdiği) “Evet” oyunu büyük heyecan ve destekle veren Avrupalılar, şimdi neden “Hayır” diyor?
Sanırım bu iki soruya cevap verilirse, Avrupa ile kavganın nedenine de ulaşmış oluruz. e.cansever@yepyeni.zamanaustralia.com.au