Eşim, 30 Ağustos 2016’da gözaltına alındı ve Sincan Cezaevine kondu. Tutuklanma gerekçesi, danışmanlık bürosunda çalışması, Bankasya’da hesabı olması ve Kimse Yokmu Derneğine 5 TL bağış yapması (!) olarak açıklanmış.Eşim, gözaltına alındıktan sonra Ankara Emniyet’te beş gün boyunca ağır işkence görmüş. Bipolar bozukluk (duygu durum bozukluğu) olmuş !
Bana ağlayarak söyledikleri ibret verici : “Öldüm zannettim, bir daha sizleri hiç göremeyecegim! diye düşündüm. Beni seninle çok tehdit ettiler, isim vermezsen hanımını da alırız !” dediler.
Sapasağlam teslim ettigimiz dağ gibi adamı ne hale getirmişler ! Onu ziyaret ettiğimde ağzına sahip olamıyor, kafasını sürekli sallıyordu. Eliyle kafasını sabit tutmaya çalışıyordu. İlk ziyaretine gittiğimde kendisini tanıyamadım.Kendisine gözaltında ciddi psikolojik baskı ve fiziki işkence yapılmış. Şu anda her hafta pisikolojik tedavi için doktora çıkıyor.Hapishane psikiyatristi, Bipolar teşhisi koyduğu halde belge vermeye cesaret edemiyor. CMK avukatına konuyla ilgili teşhis raporlarını ve diğer dokumanları vermemize rağmen hala Savcılığa teslim etmemiş.Üç çocuklu bir aileyiz. Küçük kızım, yüzde 40 engelli, büyük kız psikolojik destek alıyor, kendim epikiriz raporu aldım. “Küçük kız için (engelli olan) ebeveyn bakımına ihtiyaç var” raporu aldım savcılığa verdim, tekrar bir daha verdim, dikkate bile alınmadı.
Kapalı görüşlere çocukları götürdüğümde küçük kız, babasını pencerenin arkasında görmekten aşırı şekilde etkileniyor, babasını öyle görünce çok ağlıyor, öyle olunca da kızımı bir daha kapalı görüşe götürmedim.Tüm bu yaşadığı sıkıntılara rağmen eşim, bizlere sabırlı ve ümitli olmamız gerektiğini söylüyor. Ailece yedi aylık zaman zarfinda maddi ve manevi olarak çok zor günler geçirdik. Allah, kimsenin başına böyle dert vermesin !
O ANI HAYATIM BOYUNCA UNUTMAYACAĞIM
Geçen hafta açık görüşte eşimle görüştüm, Ankara Emniyeti’nin nezarethane ortamında kendi yaşadığı ve şahit olduğu denşeti anlattı. Eşimin “ölsem bile unutamam” dediği bir olay vardı ki beni de kahretti:
“Kendisi nezarette beklerken yandaki nezarethanede kalan hamile bir kadın, doktor ve hemşirenin olmadığı, temizlik için suyun bile olmadığı bir ortamda çığlık çığlığa, yalnız başına acılar içinde doğum yaptı. Biz de diğer odada bu çığlıklara şahit olduk. O gece tüm karakol, bu çığlıklarla inledi durdu. Hiç bir şey yapamadık ve polisler de vicdansızca bu durumu umursamadılar. Kadını doğuma götürmediler. Kendi başına doğurduktan sonra aradan zaman geçti ve doktora götürmek zorunda kaldılar.”
“Gözaltında bana işkence yaptılar, en doğal hakkım olan su bile vermek istemediler. Sonunda ısrarlarıma dayanamayınca bir şişe su verdiler. Fakat suyu içtikten sonra kendimi kötü hissetmeye başladım. Sonra anladım ki tarihi geçmiş suyu içirmişler bana”Aktifhaber/Özel