Sadık rüyalar, müjdeler boşuna mı? Haşa!..Cihan çapında önem kazanacak pek çok güzellik, rüyalarla hatta hayallerle başlar…Kıssaların en güzeli olan Yusuf Suresindeki Hz. Yusuf Aleyhisselamın kıssası bir rüya ile başlar hem de çocuk yaşındaki bir peygamber namzedinin kutlu, müjdeli rüyası ile… “Bir zaman Yusuf babasına, ‘Babacığım, Ben rüyamda on bir yıldızın, güneş ve ayın bana (benim için) secde ettiklerini gördüm.’ dedi. (Yusuf Suresi, 12/4)”
Bilim ve teknikteki gelişmeler bile işte böyle rüya ve hayallerle ortaya çıktı. NASA’da çalışan yaşlı bilim adamları, bu kadar hızlı gelişmeler karşısında hayret ediyor ve “Biz bu kadar olacağını tahmin edemiyorduk; bizi Holywood’un uzay filmlerinin senaristleri hayalleriyle yönlendirdiler” diye itirafta bulunuyorlar…
Peygamber Efendimize (S.A.S.) vahiy, ilk altı ay rüyalarla gelmeye başlamıştır. Onun için, Buharî hadisinde, nübüvvetin 46 cüzünden bir cüzü sadık rüyalar suretinde tezahür etmiştir… 23 sene süren Peygamberliğin 6 ayı elbette onun 46’da biri olur. Hadis-i Şerifte (Buhari’de) geldiği üzere Efendimizin (S.A.S.) o ilk altı ayda gördüğü rüyalar sabah aydınlığı tezâhür ediyor, zâhir, açık ve doğru çıkıyordu.
Üstad Hazretleri Yirmi Sekizinci Mektub’un Birinci Meselesinde diyor ki: “Rüyâ-î sâdıka, doğrudan doğruya, insanın mahiyetindeki lâtîfe-i Rabbaniye, şehadet âlemi ile bağlanan ve o âlemde dolaşan duyguların kapanmasıyla ve durmasıyla, gayb âlemine karşı bir münasebet bulur, bir menfez açar; o menfez ile, vukua gelmeye hazırlanan hadiselere bakar. Levh-i Mahfuz’un cilveleri ve kaderi mektupların numuneleri nev’inden birisine rast gelir, bazı hakîkî olayları görür.
O olaylarda, bazan hayal tasarruf eder, suret elbiseleri giydirir. Bu kısmının çok çeşitleri ve tabakaları var: Bazıları aynen gördüğü gibi çıkar, bazan bir ince perde altında çıkıyor, bazan kalın bir perde ile sarılıyor. (…) İşte, umum avam halk için dahi bir nevi velâyete mazhariyet var ki, sâdık rüyalarda, evliya gibi, gaybî ve istikbalde gelecek ve olacak şeyleri görüyorlar. Evet uyku nasıl ki, avam halk için rüya-i sâdıka cihetinde bir velâyet mertebesi hükmündedir; öyle de, umum için, gayet güzel ve muhteşem bir sinema-i Rabbiniyenin seyrangâhıdır. Fakat güzel ahlâklı güzel düşünür, güzel düşünen, güzel levhaları görür.
Fenâ ahlâklı, fena düşündüğünden, fena levhaları görür. Hem herkes için, şehadet âlemi içinde, gayb âlemine bakan bir penceredir. Hem kayıtlı, sınırlı ve fani insanlar için sınırı olmayan bir sahada bir meydan ve bir nevi bekâya mazhar geçmiş, gelecek ve hazır zaman hükmünde bir temâşâgâhtır. Hem hayatın yükleri altında ezilen ve meşakkat çeken ruh sahibi olan varlıkların bir istirahat yeridir. İşte bu gibi sırlar içindir ki, Kur’an-ı Hakîm ‘Uykunuzu bir istirahat vakti kıldık.’ (Nebe’ Suresi, 9) nevindeki âyetlerle uykunun hakikatını ehemmiyetle ders veriyor.
(…) Senin müjdeli, mübarek ve güzel rüyanın tabiri, Kur’an için ve bizim için çok güzeldir. (…) Şöyle ki: O geniş meydanlık, Âlem-i İslâmiyet’tir. Meydanlığın nihayetindeki Mescid, Isparta vilayetidir. Etrafı bulanık, çamurlu su, hâl ve zamanın sefâhet, atalet ve bidatlar bataklığıdır. Senin selametle, bulaşmadan, sür’atle Mescid’e erişmen, herkesten evvel Kur’an Nurlarına sahip çıkıp, kalbini bozmadan sağlam kaldığına işarettir. Mescid’deki küçük cemaat ise, Hakkı, Hulusî, Sabri, Süleyman, Rüşdü, Bekir, Mustafa, Ali, Zühdü, Lütfi, Hüsrev, Re’fet gibi, Sözler’in hameleleridir.
Ufak Kürsü ise, Barla gibi küçük bir köydür. Yüksek ses ise, Sözlerdeki kuvvete ve çok hızlı yayılacaklarına işarettir. Birinci sayfa sana tahsis edilen makam ise, Abdurrahman’dan sana münhâl (boşaltılmış) yerdir.
O cemaatin telsiz âletlerin alıcıları hükmünde, bütün dünyaya ders işittirmek işareti ve hakikatı ise, inşâallah, tamamıyla sonra çıkacak. Şimdi efradı birer küçük çekirdek iseler de, ileride Allah’ın muvaffak kılmasıyla birer yüce ve yüksek ağaç hükmüne geçerler ve birer telsiz telgrafın merkezi olurlar.
“SARIKLI, KÜÇÜK, GENÇ BİR ZÂT İSE, HULÛSÎ’YE OMUZ OMUZA VERECEK, BELKİ GEÇECEK BİRİSİ, nâşirler ve talebeler içine girmeye namzeddir. Bazılarını zannederim, fakat kat’î hükmedemem. O GENÇ, VELÂYET GÜCÜ İLE MEYDANA ATILACAK BİR ZÂTTIR.”
Bunları kim söylüyor, çağımız müceddidi ve yazdığı Risaleler gelecek asırları da inşaallah tenvir edecek olan Bediüzzaman Said Nursî…
Evet Mevlana Celaleddin, Sıddîkî (Hz. Ebu Bekir soyundan) idi. İmam-ı Rabbanî, Fârukî (Hz. Ömer soyundan) idi. Mevlânâ Hâlid Bağdadî, Osmanî (Hz. Osman soyundan) idi. Said Nursî ise Alevî (Hz. Ali Efendimizin soyundan) idi… Saydığım bu zatların ufuk açıcı sözlerinde ve müjdelerinde bir yanlış ve isabetsizlik gören var mı? Üstadınkiler de olabilir mi?