Türkiye ağır bir travma yaşıyor. Ülkenin yetişmiş insan kaynakları ‘darbe’ bahane edilerek tasfiye ediliyor. Kırsaldan, alt toplumsal kesimlerden okuyarak, çabalayarak bir yerlere gelmiş dürüst, nitelikli, mütedeyyin insanlar hem de dini söylemlerle biçiliyor.
Yüz binlerce insan işinden atılıp açlığa, yoksulluğa mahkûm ediliyor. ‘Anadolu Kaplanları’, ülkenin ekonomisini ticaretini zıplatan başarılı ticaret erbabı bitiriliyor. İnsanların teriyle, emeğiyle kazandığı helal paralara, sermayeye el konuyor. Bu kaynaklar partizanlara transfer edilerek yeni haramiler oluşturuluyor. Herkesin bildiği namuslu, yiğit ve cömert işadamlarına itibar suikastları yapılıp cani gibi tutuklanıyor, babadan kalma evlerine, mülklerine dahi çökülüyor.
Dünyanın ilkel-gelişmiş bütün hukuk sistemlerinde doğum yapan kadına dokunulmaz. Ama kendine ‘İslamcı’ diyen ilkesiz ve insafsızlar bir hanım öğretmeni tutuklamak için doğumhanenin kapısında polis bekletmekten utanmadılar. Doğumdan bir gün sonra da ayakta zor duran o anneye kelepçe takıp tutuklamak yüzlerini kızartmadı.
Ülke bir cinnet tünelinden geçiyor. Geniş bir toplumsal kesim, bir sosyal gruba yakın diye linçe maruz bırakılıyor. Bu zulümden, yeni doğmuş bebekten 80-90 yaşındaki beli büküklere kadar herkes zarar görüyor. Aileler perişan. Hem annesi hem babası tutuklu olup ortada kalan çocuk sayısı binlerce. İnsanlar yıllarını verip kazandığı statülerini, konumlarını, servetlerini bir gecede kaybetti. İnsanlık tarihinin en organize ve güçlü suç/zulüm şebekelerinden biriyle muhatabız. Bunlar Allah’tan başkasına minneti zul sayan insanların itibarına, saadetine, aile bütünlüğüne kastediyor. Ülke açık hapishane oldu. Cezaevindekiler ağır baskı ve işkence altında.
Türkiye’deki insanlar -AKP biatçıları hariç- adaletten, hukuktan ve toplumdan umutlarını yitirmişler. İnsanlar çevresine, akrabalarına küskünlük ve kırgınlık içinde. Zira topyekûn bir akıl tutulması yaşanıyor. Mağdurlar zulümden öte, bu ağır zulmün yok sayılmasından inciniyor, içe kapanma eğilimine giriyor.
PEKİ, YURT DIŞINDAKİLER NE YAPABİLİR?
Hazreti Peygamber bir hadisi şerifinde: “Bir şerri, zulmü gördüğünüzde onu elinizle, gücünüz yetmiyorsa dilinizle düzeltin, ona da gücünüz yemiyorsa kalben buğzedin” diyor. Bu süreçte zulme elle/güçle direnme imkânı kalmadı. Devlet gücü ile direnen herkesi ezip geçiyorlar. Bugün özellikle yurt dışında yaşayanların yapabileceği iki önemli şey var:
1- Mazluma yardımcı olma, onun ihtiyaçlarını, sıkıntılarını gidermeye çalışma, maddi manevi destek olma
2- Bu zulmü dünyaya anlatma, yaşananları tespit etme ve belgeleme.
Yarın şartlar değişebilir, yapılacak şeyler artabilir ancak şu anda maruz kalınan zulümlere karşı hukuk mücadelesi vermek, bunu dünyaya anlatmak, demokratik ülkelerin kamuoylarına ulaşmak en önemli mesele görünüyor.
Bu noktada eli kalem tutan, ağzı laf yapan, dil bilen insanlara çok iş düşüyor. Hapiste olanlarla ve pasaportuna el konanlarla kıyaslanacak oranda olmasa dahi Türkiye’deki zulümden bir şekilde kaçabilmiş, yurt dışında yaşayan pek çok gazeteci, akademisyen, okur-yazar var. Bu insanlardan bazıları güzel işler çıkarıyor, yararlı şeyler yapıyorlar. Yapılanlar giderek güçleniyor, etkili hale geliyor. Ancak epeyce insan buruk ve kırgın şekilde kendi hüznüyle baş başa kalmayı tercih ediyor. Birilerinin kendisine iş buyurmasını, bir şeyler söylemesini bekliyor. Bu atalet ve bekleme psikolojisi insanların ruh dünyasını ve hayata tutunmasını olumsuz etkiliyor. Kendinden motorlu, iç motivasyonuyla bir şeyler başlatıp yürüten çok kimse çıkmıyor. Bireysellik hep olumsuzlandığı için başlanacak hayırlı bir iş için bile insanlar “acaba” diye tereddüt geçiriyor. Bireyin bu kadar geri plana itilmesi ve bireysel inisiyatiflerin önünün açılmaması daha sakin bir zamanda tartışılması gereken ayrı bir konu. Ancak şu anda üzülmek, ağıtlar yakmak, neticesi olmayan eleştirilere girişmek değil; imkanlarımız, becerilerimiz nispetinde bir işin ucundan tutma, inisiyatif alma, bir şeyler başlatma zamanı. “Her şeyin şükrü kendi cinsindendir” kaidesince sahip olduğumuz kabiliyet ve imkânlarla zulümle mücadele etmeli, mazlumlara arka çıkmalıyız.
YABANCI DİLLERDE BLOG AÇIP KAYIT TUTULABİLİR
Dünyanın neresinde olursa olsun dil bilen, eli kalem tutan, ağzı laf yapan herkes yaşanan zulmü anlatma ve mağdurların hakkını savunma konusunda inisiyatif almalı. Yaşanmış acı insan hikâyelerinin anlatılması ve bunların paylaşılması ilgi çekiyor. Dil bilmeyenler dahi yanına birini alarak farklı mecralarda bizzat yaşadıklarını, mağduriyetlerini dile getirebilir. Akademisyenler bu mağduriyetleri kendi alanlarına dair akademik çalışmalarla yayınlarla, bilim dünyasına mal edebilir. Yaşananların sıcaklığıyla tarihe mal edilmesi, literatüre girmesi ve akademik yayınlarda yerini alması yarın yapılacaklar için fevkalade önem arz eden şeyler. Gazeteciler bu mağduriyetleri kitlelere duyurabilir, bir mecra bulamıyorsa blog açıp orada yayınlayabilir. Hukukçular uluslararası mahkemelere taşıyabilir. Dünyada insanlar mesleki dayanışmaya önem veriyor. Her mağdur mesleğiyle ilgili kurum ve kuruluşlarla irtibata geçebilir, ülkenin durumunu ve kendi hikâyesini anlatabilir.
Türkiye’de şu anda ağır bir zulüm var. Yurt dışında yaşayanların yüreği kendi sıkıntılarından öte Anadolu’nun acılarıyla buruk, akıllar Türkiye’de. Yurt dışında veya Türkiye’de hürriyetini kullanabilenler ah-vah etme, yakınma dışında bir şeyler yapmalı. Sağına soluna bakmadan “ben varım” deyip imkân ve kabiliyetine uygun çaba göstermeli. Yoksa Hakkın divanında hesap vermek ve yarın mazlumların yüzüne bakmak zor olabilir.