Gazeteci
yazar Yalçın Doğan T24’teki köşesinde, babası aylardır tutuklu olan bir Hukuk
öğrencisinin kendisine yolladığı mektubu okurlarıyla paylaştı… İşte Yalçın
Doğan’ın o yazısı:
“Baba kelimesini aylardır söyleyemiyorum”
Vicdanlarımız sanki radyasyona uğramış…
Klişe haberler, hiçbirimizde tek bir vurgu yapmadan, bir anda gelip geçiyor.
Herhangi bir ajans haberinde klişe cümleler art arda sırıtıyor:
“Bu sabah şu kentte yapılan operasyonlarda otuz kişi gözaltına alındı.”
Peki, o otuz kişiye sonra ne oluyor?
O otuz kişinin anası, babası, eşi, çocukları ne yapıyor?
O otuz kişi kaç gün gözaltında kaldı, hangi suçlamayla cezaevine yollanıyor?
Onların çocukları, anaları, babaları, eşleri, geride kalanlar hangi haberi
bekliyor?
O ailelerin yakınları, komşuları gözaltı ile ilgili ne düşünüyor?
Derken, bir başka ajans haberi.
“Bu sabah eş zamanlı operasyonlarda kırk kişi gözaltına alındı.”
Derken, bir başka ajans haberi, bir başkası, bir başkası.
Herkesin kanıksadığı, hiç kimsede iz bırakmayan, önünü arkasını merak etmek bir
yana, dinleme zahmetine bile katlanılmayan ajans haberleri.
Unutulan binlerce insan
Kim o insanlar, suçları ne, ne yerler, ne içerler, hapiste ne yaparlar?
Aileleri nasıl geçinir?
Hapishanelerde unutulan binlerce insan.
Bu kadar duyarsız mıyız biz?
Bu kadar katılaşmak…
Aralarında hiç mi tanıdıklarımız yok?
Herhangi bir günün, herhangi bir saatinde, o tanıdık kişilerle
ilgili “acaba şu anda ne yapıyor” düşüncesine kapılıyor muyuz?
Yoksa, perdeler çoktan mı inmiş ve sıkı sıkıya kapalı mı?
Hiçbiri tanıdık olmasa bile, aylardır yazılmayan iddianameler, aylardır bir kez
bile mahkeme yüzü görmeden yaşanan kahredici yalnızlıklar.
Ve onların hapiste olmalarına alışan koca bir ülke.
Dehşet bir vurdumduymazlık.
“Elden ne gelir ki”, diye kendini avutmak. Hayır, avutmak değil,
kandırmak.
Bir mektup
Kim olduklarını bilmiyorum. Yakınları hangi ne nedenle cezaevinde bilmiyorum.
Suçları var mı, yok mu, bilmiyorum. Bildiğim, binlerce insanın aylardır hapiste
yattıkları.
Onların yakınlarından çok sayıda mektup alıyorum.
İstisnasız hepsi, “toplumun duyarsızlığından, medyanın kendilerini
dinlemediğinden, bin türlü başvuruya rağmen, haklarını bile
arayamadıklarından” yakınıyor.
İşte, üç gün önce gelen o mektuplardan biri, özetle:
Bilkent Hukuk fakültesi son sınıf öğrencisiyim, bir yerlerden burs
bulabilirsem, Ocak’ta babası 8 aydır iddianamesi bile bulunmayan bir dosyadan
dolayı tutuklu bir hukuk mezunu olacağım.
İnsan hakları başvurularıyla ile ilgili yazdığınız yazı üzerine bir mail atmak
istedim. “Acılar rakamlarla ifade edilemiyor” ,diye bitirmişsiniz
yazınızı.
Biz babam için başvurulacak her yere başvurduk, AİHM dahil. İlk ilgileneceğim
dosyanın babamın AHİM dosyası olacağını hiç tahmin edememiştim.
Cezaevine beyaz çamaşır götürme klişesini yaşayacağımı da hiç tahmin
etmemiştim. Emin olun, çektiğimiz acıların haddi hesabı yok. Şimdi diyeceksiniz
ki, ben ne yapabilirim ki?
Ben sadece farkındalık yaratılmasını istiyorum.
Hiç bir basın organında bu hukuksuzlar yer almıyor, aldırılmıyor.
22 yaşında cehennemi yaşayan bir gençlik var.
Kiraymış, faturaymış, mektup yazmakmış, açık görüş beklemekmiş, bizim zamanımız
böyle geçiyor.
Benim için en acısı, baba kelimesini aylardır sesli söylememiş olmam. Bir
yazınızda da bizlerden bahsedip, bir farkındalık oluşturursanız, o rakamlarla
ifade edilemeyen acılarımıza bir nebze merhem olursunuz.
Dediklerimin doğruluğundan şüphe ederseniz, Rıza Türmen insan hakları hukuku
hocamız. Beni tanır, iki gün önce kendisine sunum yaptım.
Hiç tanımıyorum bu e-mail atan öğenciyi.
Ancak, yazdıklarının doğruluğundan neden şüphe edeyim ki?..
Şüphe mi?..
Sadece “acı” duyuyorum.