ENES CANSEVER-HAFTANIN YORU
Referandumla
birlikte sandık başına beşinci defadır gidiyorum. Pazar günü Sydney’de oyumuzu
kullandık. Oy pusulasına tercih mührünü bastıktan sonra, fıstık yeşili zarfın
kulağına; ‘hayır’lı yolculuklar’ diyerek, oyumuzu önce sandığa, sonra Allah’a
emanet ettik.
26 Mart 1989 yerel
seçimlerinde Refah Partisi’ne karşı yürütülen algı operasyonlarına karşı
tepkimi ortaya koymak için, Eskişehir’de Refah Partili adayın lehine oy
kullanmak için ilk kez sandık heyecanını yaşamıştım.
Tam 29 yıl önce…
Dün yemin-i billah
ederek, Milli Görüş gömleğini çıkardığını söyleyen, bugün ise meydanlarda
‘vatan elden gidiyor’ aldatmacasıyla, ülke bekçiliğine soyunan AKP’liler gibi;
SHP’liler de 28 yıl önce ‘Laiklik elden gidiyor’ saçmalığını seçim kampanyasına
malzeme yapmış,
Siyasal
İslamcıları hedef almıştı. Bilindiği gibi SHP, abanın altından sopa göstererek,
1989 yerel seçimlerinde
başta Ankara,
İstanbul, İzmir, Adana, Gaziantep, Diyarbakır ve Eskişehir gibi önemli şehirler
olmak üzere 39 ilin belediye başkanlığını kazanmıştı.
Bundan tam on yıl
önce, ikinci kez sandık başına gittim. Yurtdışından Türkiye’ye 2007’de Anayasa
değişikliği için referandumda tepki oyunu atmıştım. Cumhurbaşkanı’nın halk
tarafından seçilip seçilmemesi yönünde yapılan referandumda, halkın yüzde 69’u
‘evet’ kararını vermişti. Referanduma karşı çıkanların oranı ise yüzde 31’de
kalmıştı. Benim gibi; ‘evet’ diyenlerin sayesinde Cumhurbaşkanı’nın, halk
tarafından seçilmesine ilişkin anayasa değişikliği kabul edildi.
Referandum
sandığına yurtdışından beni sürükleyen temel etken, Abdullah Gül’e karşı
yapılan haksızlıktı ve hukuksuzluktu. Çankaya’ya giden yola taş koyanlara
tepkiydi. Hatırlanacağı gibi; mecliste 367 şartı siyaseti kilitlemişti. Bu tıkanıklık,
yukarıda sözünü ettiğim referandumla aşılmıştı. 367 garabetine karşı tepki
için, on yıl öncesinin mağdur, günümüz mağrur’u AKP Hükümeti’ne destek
vermiştim.
28 yıl önce Refah
Partilileri “Laiklik düşmanı” ve 10 yıl önce AKP’liler ise “rejim karşıtı”
diyerek, ‘ötekileştirme operasyonu’ yapanlara tepki göstermek için,
yurtdışından Türkiye’ye oy kullanmak için gitmiştim. Yeri gelmişken şunu da
belirteyim. Hayatımız yurtdışına geçtiği için, oy kullanamadık ama yurtdışında
oy kullanma hakkının doğmasıyla da, bu hakkımızı 3. kezdir en iyi şekilde ve
aksatmadan kullanıyoruz.
Dün sol partiler
‘laiklik’ sopasıyla Siyasal İslamcıları, bugünkü İslamcılar ‘ümmet’ kılıcıyla,
ülkenin yarısından fazla vatandaşın hür iradesi ile kullandıkları oylarını
manüple etmeye çalışıyor. Akla, hayale gelmedik, alavere-dalavere, dümenler ve
tuzaklar peşindeler, bugünküler. Onun için dünkü laiklerin bugünkü
İslamcılardan daha demokrat, daha edepli, daha hakperest olduğunu söylemeliyiz.
Neden mi?
Bir kere katı
laiklerin hüküm sürdüğü dönemlerde ve seçimlerde ‘oyum çalınır’ korkusu hiç
yoktu. Vatandaşta en ufak bir tedirginlik söz konusu değildi. Ama Pazar günü
oyu atarken, benim gibi bir çoğunun, çalma çırpma noktasında rahat olmadığını
müşahede ettim. Keşke inananlar, emanet konusunda tam emin olabilseler(di)…Malum
hırsızlık ve sandık operasyonları AKP’nin, ülkeye mirasıdır. İşte bugün, yine
bir hukuksuzluğa ve haksızlığa tepkimi ortaya koymak için 5. kez sandığa
gittim. Ülkenin yüzde 60’nı öteleyen, aşağılayanların ve hırpalayan bir nefret
politikasını, hayatın çekilmez parçası haline getirenlere ‘hayır’ demek için oy
kullandım.
Dün Refah
Partisi’ne ve Abdullah Gül’e omuz atmaya çalışan bağnazlara karşı ‘evet’
hakkımı kullandığım gibi, bugün ise; daha büyük yobazlığı sergileyen ve farklı
görüş ve düşüncelere tahammül etmeyenlere karşı ‘hayır’ dedim. Hâlbuki ki, dün
ötekileşmeyi ve dışlamayı iliklerine kadar yaşayan ama bugün iktidar
şımarıklığıyla, ülkenin yüzde 60’ına mahalle baskısı uygulamaya kalkışan AKP’li
siyasetçiler, “Huzur İslam’da” diye yola çıkmışlardı. Ama ülkede huzur namına
bir şey bırakmadılar. Topluma huzur vaat ederken, şimdilerde huzursuzluğun
kaynağı haline geldikleri gibi, bu itici ve tiksindirici siyaset yobazlığını ta
Avustralya’ya kadar taşıdılar.
Kendinden yana
olmayanları ‘ötekileştiren’, şeytanlaştıran ve nefret ettiren politikayla,
siyaset gemisini yürütmeyi artık bir “ahlak” haline getirdiler. Zaman zaman
zalim ve mazlumlar yer ve adres değişse de, siyasetin ortak nefret ve
ayrıştırıcı dili
hiç değişmiyor!
Referandum için
Avustralya’daki seçmenler, hafta sonuna kadar (9 Nisan) oy kullanacak. 16
Nisan’da ise dananın kuyruğu kopsa da ‘hayır’ veya ‘evet’ sandıktan galip gelse
da kıyamet kopmayacak elbette. Ama memleketi çok zorlu bir sınav beklediği
kesin.
Şahsen neden ‘hayır’ dediğimi şu şekilde özetleyebilirim.
-Ülkenin yıkıma,
halkın uçuruma sürüklenmesini önlemek…
-Ülkenin tek
kişinin inisiyatifiyle OHAL ve Sıkıyönetim yasalarıyla yönetilmesinin önüne
geçmek…
-Nasıl
düşüneceğimi, neye inanıp-inanmayacağımı ve yaşam tarzımın başkası tarafından
belirlenmesinin önüne geçmek…
-İrademin başkası
tarafından ipotek edilmemesini sağlamak…
Kısacası,
zorbalığa, dayatmaya, diktatörlüğe, baskıya, işkenceye, taassuba, zulme,
zalimliğe, hırsızlığa, haksızlığa, yolsuzluğa, tiranlığa ‘hayır’ dedim…
Evet, önemli bir
yargıcın deyimiyle; “Sıkılmış yumruklar veya gıcırdatılan dişler ile özgürlük
türküsü’ söylenemeyeceği için ‘hayır’ dedim.
‘Hayır’ diyenleri
‘terörist’, ve ‘vatan hainliğiyle’ suçlayanlara karşı tepkimi göstermek ve
demokratik hakkımı kullanmak için ‘hayır’ dedim. ‘Hayır’ dedim, hayırlı olsun.
e.cansever@yepyeni.zamanaustralia.com.au