[EKREM DUMANLI, TR724.COM]
Aylarca bekledikten sonra yazılan iddianameler adaletin nasıl dibe vurduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Önce kısa bir not: Savcılar suç olmasına rağmen (mahkeme henüz kabul etmediği için) sanık avukatlarının bile göremediği iddianameleri iktidara kul köle olmuş medya kuruluşlarına dağıttı.
Bunu bir kenara kaydedip yazılanları tek tek okuyunca aylardır (hatta 3 seneyi aşkın bir zamandan beri) koparılan fırtınanın nasıl bir kurmaca olduğu netleşti. Görünen o ki iddia makamının elinde avucunda somut bir delil yok. Buna rağmen onlarca gazeteci hakkında üçer defa ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istiyorlar.
Utanç verici bir durum! İddianamelerin tamamını toplasanız şöyle özetleyebilirsiniz “o, onu yazdı, bu bunu yazdı; falan yazar tweet attı, diğeri o tweeti paylaştı; bu arada gazetecilerden bir kısmı ekranda şöyle konuştu, diğeri de böyle konuştu…”
İyi de kardeşim bunun neresi suç!
Gazeteci dediğin haber yapar, yazı yazar, TV ekranında konuşur.
Savcılar da biliyor bunların hukuken suç olmadığını ve anında bir U dönüşü yaparak, güya yazarların asıl maksadını sorgulamaya kalkışıyor. İyi de savcıların ne böyle bir görevi olabilir ne de böyle bir hakkı.
Şimdi bir savcı aynen şöyle diyorsa ne düşünürsünüz: “.. hükümete yönelik eleştiri dozajını artıran ve hukuki müeyyidelerden etkilenmemek amacıyla hükümete profesyonelce imalı ve şifreli ya da üstü kapalı hakaretler yağdıran Zaman…” Aslında bu cümle ile savcı bir gerçeği itiraf ediyor. Belli ki adamcağız aylardır çalışmış çabalamış ama delil diye iddianameye koyduğu yazılarda bir türlü somut suç bulamamış.
Somut suç unsuru bulamayınca ne yapmış savcı bey; başlamış niyet okumaya. “Öyle dedi ama aslında bunu kastetti, böyle dedi ama asıl amacı şuydu…” Yahu böyle iddianame mi olur Allah aşkına. Bir yürekli meslektaşı, bir tecrübeli hukuk adamı bu kepazeliğe “Ayıptır, böyle iddianame olmaz, sen bunu yırt at” diyememiş mi?
Yazıları didik didik edip de suç unsuru bulamayan ve depresyona giren bir adam buldum karşımda. Tarih tabii ki yapılan absürt işin hesabını kayda geçirecek; ama toplumun da bu akıl almaz niyet okuma seanslarını anlaması gerekmiyor mu? Tek sesli medyadan bu çarpıklığı ve mazlumların müdafaasını duyması mümkün değil; ama aydın kesime ne oluyor? Özellikle anlı-şanlı ‘demokrat’ arkadaşlara neler oluyor. Dün Cumhuriyet Gazetesi iddianamesindeki absürtlüğe ve hukuk katliamına tepki verirken, bugün aynı sanık sandalyesine Zaman yazarları oturtulduğunda niye birilerinin nutku tutuluyor?
Ortada ne örgüt var ne de suç. O yüzden savcılar kıvrım kıvrım kıvranıyor. Ikına sıkına yazdıkları iddianamede ‘silahlı terör örgütü’ne dair bir tek somut suç ve onu teyit eden bir tanecik delil yok. Ali Bulaç, Şahin Alpay, Mustafa Ünal, Ahmet Altan, Mehmet Altan, Nazlı Ilıcak ve diğer bütün sanıkların suçu sadece savcı beyin çıkarımlarına dayanıyor. Çıkarımla, yorumla, niyet okumakla iddianame mi yazılır! Çağdaş ceza yargılamasında insanlar hakkında somut gerçeklere dayanan yeterli kuşkuyla dava açılır; kesin delillerle hüküm kurulur. Hukuk Fakültesi öğrencilerinin bile bildiği bu gerçeği savcılar bilmiyor veya bilmezden geliyor.
Mesela vaktiyle attığım bir tweet için diyor ki Savcı Bey, “Dumanlı’nın siyasi düşüncelerini desteklemek maksadıyla İslamî bir söylem kullanarak din istismarı yaptığı görülmüştür.” Bu bir savcının görev çerçevesini aşan tuhaf yorumu. O günlerde Mazlumlar ve Zalimlerle ilgili yazdığım yazılara dair attığım bir mesajın ‘söylemi’ bir savcıyı neden ilgilendirir? Yazıları okur değerlendirir. Somut suç varsa savcıların ilgi alanına girer. Kişisel yorumla suç dosyası hazırlanamaz. Böyle bir yorum yapma görevi yok ki savcıların. Yazarların niyetini okumak, kendi hayal dünyasından yaptığı çıkarımlarla suç uydurmak, savcılık yapmak, hakimlik yapmak değildir ki! Amma ille de “siyasi düşüncelerini desteklemek maksadıyla İslamî söylem kullanarak din istismarı” yapanları arıyorsanız, bir ip ucu vereyim size: Her kim ki seçim meydanlarında nutuk çekerken Kuran’ı eline alıp sallıyorsa, her kim ki her sandık arefesinde takke, tespih, namaz fotoğrafları/ görüntülerini medyaya servis ettiriyorsa işte tam da aradığınız ‘istismarcı’ odur…
SUBLİMİNAL MESAJ TAKINTISI
Ak trol denen azgın güruh tarafından sıkça kullanılan ‘subliminal mesaj’ saçmalığının iddianamelere girmesi, iki ihtimali akla getiriyor: Ya bu iddianameleri savcılar yerine troller yazıyor, ya da savcılık görevini yapan kişiler hak-hukuk-adalet gibi kavramların çıtasını en dip noktaya taşımışlar.
Altan kardeşlere, Mümtaz’er Hoca’ya, Şahin Hoca’ya, Ahmet Turan Hoca’ya, Nazlı Hanım’a, Ali Bulaç’a, Ali Ünal Bey’e, Mustafa Bey ve daha nice yazara ‘subliminal mesaj vererek darbeye hazırlık yaptınız…’ demek sadece hukuku katletmek değil, aklı-fikri-düşünceyi de öldürmek demektir. Hayatını demokrasi ve özgürlüklere adamış aydınlara böyle bir iftirada bulunurken (yine somut delil bulamamanın getirdiği bunalım nedeniyle) subliminal mesaj deyip suç uydurmak ancak ve ancak hukuk bilgisizliği ile maruf ekran tetikçilerinin işi olabilir. Savcıların kaleme aldığı söylenen metinlerde bunu görmek hukukun madara edildiğini, despotik emirlerle suç uydurulduğunun ispatıdır. Ayrıca Türk ceza hukukunda ‘subliminal mesaj vermek’ diye bir suç tanımı yoktur. Suç ve cezada kanunilik diye bilinen ‘kanunsuz suç ve ceza olmaz’ ilkesini savcılar biliyor olmalı.
Bir de Zaman’ın reklam filmlerine takmış Savcı Beyimiz. Her yıl benzer zaman dilimlerine denk gelen abone kampanyaları öncesi, gazetenin hazırlattığı reklamlardan olmadık mana çıkararak “3 kez müebbetlik” ceza talep ediyor. Olmaz arkadaş! Reklam filminden 3 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası çıkmaz. Neden mi? 1-Bunlar her sene bir birine yakın zamanlarda yapılan ve üç beş farklı versiyonu olan reklamlar. Yani onlarca kez yapılan rutin tanıtım faaliyeti. 2- Toplumsal çatışmayı önlemek ve beraberlik duygusunu pekiştirmek için çekilmiş ‘kardeşlik zamanı’ başlıklı reklamdan darbe mesajı çıkarırsanız tarih boyunca size gülerler. 3- Bir seri halinde çekilmiş ve dört ayrı versiyonu olan bir reklamın sadece birini öne çekerek oradan 9 ay sonraki darbe için subliminal darbe mesajı verildi derseniz insan zekası ile alay etmiş ya da kendinizi küçük düşürecek bir hukuk skandalına imza atmış olursunuz…
BU SAÇMALIKLARA İNANIYORSANIZ HODRİ MEYDAN
Gerçekten aklın sınırlarını zorlayarak yazdığınız bu iddialara inanıyorsanız, ispat etmek zorundasınız. Diyelim ki söyledikleriniz doğru; o zaman bazı sorulara cevap vermeye mecbursunuz: “Subliminal mesaj verdi” dedikleriniz bu iddiayı şiddetle reddediyor; peki bu mesajı aldığı iddia edilen kişilerden hiç haber var mı iddianamelerde? SIFIR! Binlerce kişi tutuklandı, birisi de çıkıp da “Evet o mesajı aldık ve ona göre darbe yaptık” demez miydi iddianız gerçek olsaydı? Daha geçenlerde yayınlanan 4.658 sayfalık Akıncı Üssü iddianamesinde buna dair tek bir cümle geçmiyor.
Daha keskin bir soru: Madem iddia ettiğiniz gibi ortada bir örgüt var: üstelik Savcı beyin yazdıklarına göre haberleşme ihtiyacı olduğunda çok sayıda alternatif mesajlaşma yöntemi kullanan cemaat, gizliliğe çok daha önem vermesi beklenen bir konuda, niye TV ekranlarından, gazetelerden, reklamlardan mesaj verme ihtiyacı hissetsin ki. Gizlice ve doğrudan haber vermek daha mantıklı değil mi? Ortada ne subliminal “mesaj verdim” diyen var; ne de “aldım” diyen. Bütün iddia, kaba saba bir yoruma ve çıkarıma dayanıyor. Bu mudur en somut suçlamanız? Yazık ki ne yazık…elin işin aslını konuşalım: Örgüt iddiası da uydurma, subliminal mesaj saçmalığı da…Ortaya çıkan iddianameler gösteriyor ki mızrak çuvala sığmıyor, iddialar zanlıların üzerine yapışmıyor, aksine adalet mekanizmasının alnına kara bir leke sürüyor. Karakteri bozuk, her daim kibir, korku ve hırsın zebunu olmuş bir kaç adamın etkin pişmanlık adı altında iftira şenaatini işlemiş olmaları da hukuk adına bir anlam ifade etmiyor. İddianamelerde palavra çok somut suç yok çünkü…