DOÇ.DR.SALİH YÜCEL
İsmi içinde “Allah” kelimesi olduğu için o
günkü nüfus idaresi laikliğe aykırı diye kaydetmemiş. On yedi yaşından
beri hep kirli devletin takibine maruz kaldı. Defalarca öldürmek istediler.
Cenab-ı Allah’ın inayeti ile kurtuldu.Son altmış yılda görmediği zulüm,
atılmayan iftira kalmadı. Kimisi ona ‘şeriatı getirecek’ diye yıllarca itham
etti, hapse attırdı, eşkıya gibi aradı.
ABD’deki en güçlü Yahudi lobisinden madalya
alan da onu İsrail ajanlığı ile suçladı. Hakkında ehl-i dalalet ve özellikle
ehli haset tarafından üç binden fazla yalan uyduruldu ve uyduruluyor.O ise
Bediüzzaman’ın yolunu takip ederek her havlayan kelpe taş atmamış. Çünkü
atsaydı, yeryüzünde taş kalmazdı, galiba! O sadece iman demiş, Kur’an demiş, doğruluk
demiş ve cehalete hayatı boyunca savaş ilan etmiştir. Ehli dalalet ve de ehli
haset ve onların şeytanları çok iyi biliyor ki, Hocaefendi’nin Rabbim Allah
demek, insanları eğitmek ve eğitime teşvik etmek, cehaleti, fakirliği yenmeye
çalışmak, İslam’ın tertemiz çehresine atılan kiri temizlemeye çalışmaktan başka
bir suçu yok. Çünkü o, ne ehli haset gibi makamperest ne de onlar gibi Harun
iken Karun olanlar gibi dünyaperest olmuş. Dünyada tek dikili ağacının olduğuna
şahit olmadık. Kitaplarından gelen telif gelirinin yüzde doksanını ve emekli
maaşı dahil Allah yolunda fakirlere verdi.
Eğer böyle bir kişi gelişmiş ülkelerde
olsaydı el üstünde tutulur, kendisine her türlü madalya verilir, devlet
başkanları onu görünce ayağa kalkarlardı. Ama kendi ülkesinde İslam tarihinin
en büyük canisi muamelesi görüyor. Biraz araştırdım. Son altmış yıldır kendisi
için, istenen toplam ceza, yaklaşık dört bin küsur yılı buluyor. Bu şu demek: 80
milyon kişinin ölümüne sebep olan 28 Nazi katiline istenilen cezanın nerede ise
yirmi katı. İslam tarihinde bu kadar ceza istenen hiç kimse yok. Dünya
tarihinde sadece feodal Avrupa mahkemeleri bu tür cezalar istemişler. İslam
tarihinde en çok ceza istenen kişi
Hocaefendi dünya tarihinde en çok ceza istenen kişi olarak
yedinci sırada. Yaklaşık son üç yılda, özellikle son sekiz ayda da, onu seven
eğitim sevdalılarından on binlerce hizmet gönüllüsünün de her türlü hakları
elinden alınmış, malları gasp edilmiş durumda. Bunlar ne yesin diyenlere de
“ağac kabukları yesinler” diye cevap veriyor, vicdanı tefessüh etmiş günümüzün
zalimleri. Yeni doğan bebeği annesinden ayırarak sütsüz bıraktıracak,
nezarethanede kadınlara doğum yaptıracak, yoğun bakımda doğum yapan kadını
kapıda bekleyerek, gözaltına götürecek kadar gözü dönmüşlükle karşı karışa,
günümüzün insanları. Tarihte sadece Bulgarlar esir ettikleri Osmanlı
askerlerini ağaç kabuğu yemeğe mahkum etmişler. Bunu niye anlatıyorum. Bir
ülkücü meşrep, Türkiye’yi şu an idare edenlerin yedisi de Türk değil demiş.
‘Fesübhanallah’ dedim. Türk mü değil mi bilmem. Irk da önemli değil. Bunu
duyunca Üstad’ın kendisine altmiş yıl boyunca zulüm edenler hakkında zu ifade ettiği sözleri
hatırıma geldi. “Bana zulüm edenler Türk
değil. Cunku Kuran’a bin yıl hizmet
edenler, zulüm yapmaz.”
KENGER SÖYLER
Yazımı, rahmetli babamın anlattığı ve
bugünkü karalık ve karmaşık oyalara ışık tutan, unutamadığım bir hakikatle
bitireyim. Osmanlı’nın son dönemlerinde merkezi hükümet zayıflayınca dağlarda
eşkıyalar kol gezer. Tıpkı günümüzde, devletin gücünü arkasına alarak, milletin
maline ve canına çöken eşkıyalar gibi… Eşkıyalardan biri, dağ başında bir
garibanın yolunu keser, malına el koyar ve öldürmeden önce çaresiz
gariban; ‘öldürmemesi için’ yalvarır. Şayet öldürülmesi halinde, bu zulmünün
cezasız kalmayacağını söyler, eli silahlı eşkıyaya… Eşkıya “Burası dağ başı kim
görecek, kim söylecek?” deyince gariban “A ha işte şu kenger (bir çeşit bitki)”
der. Eşkıya ise; güler ve sonra garibanı öldürür. Aradan yıllar geçer. Eşkıya
evlenir. Hanımı ile o dağa çıkınca kenger bitkisini görünce güler. Hanımı ‘niye
güldün?’diye ısrarla sorunca “öldürdüğüm garibanın sözü aklıma geldi” der ve
olanı hanımına söyler. Aradan bir kaç yıl geçer. Eşkıya hanımını çok dövünce o
da soluğu karakolda alır ve kocasının katil olduğunu söyler. Karakolda eşkıyaya
bir iki dayak atınca adam garibanı öldürdüğünü kabul eder ve kendisine hak
edilen ceza verilir. Olay gerçek. Eşkıyanın katilini kenger bitkisini vesile
kılıp cezasını verdirten Allah’ın, bu kadar mazlumun, mağdurun ve mahkûmun
ahını karşılıksız bırakacağını zannedenler, ya kalplerinde nifak taşır veya
imanları çok zayıftır. Eğer ceza gecikiyorsa, belki de Üstad’ın ifade ettiği
gibi; büyük cezalar Mahkeme-i Kübra’ya bırakılıyor.