Avustralya’da son dönemde ismi terör grupları ile anılan, bir saldırı hazırlığında olan veya saldırıyı gerçekleştirenlerin yaşları oldukça küçük. Zaten yetkilileri en çok endişelendiren durum da bu.
Zafer POLAT
22 Mart’ta Londra saldırısını gerçekleştiren sanığın, sonradan Müslüman
olmuş Khalid Masood isimli bir İngiliz vatandaşı olduğu açıklandı. Kayıtlara
göre asıl isminin Adrian Russell Ajao olduğu ancak Adrian Elms adını da
kullandığı bilinen sanığın gerçekleştirdiği terör saldırısını IŞİD üstlendi.
İngiltere Başbakanı Theresa May’in istihbarat servisinin onu “radikalleşme”
şüphesiyle izlediğini açıklamasından anlaşıldığı gibi bu saldırı yine
radikalleşme konusunu gündeme getirdi. Londra Emniyet Müdürlüğü’nden Mark
Rowley, saldırganın kim olduğunu teşhis ettiklerini ve araştırmanın çok yönlü
devam ettiğini belirtirken, Müslüman olduktan sonra onu radikalleşmeye götüren
etkenlerin de neler olduğunun araştırıldığını söyledi. Bunlar arasında çevre,
toplum, yurtdışı ve propaganda gibi etkenler sayılıyor.
Sydney’de de 2 Ekim 2015 tarihinde Parramatta Emniyet
Müdürlüğü’nde sivil bir memuru öldüren ve daha sonra kendisi de polis
tarafından vurularak ölen 15 yaşındaki Iraklı Müslüman gencin, gerçekleştirdiği
terör saldırısı sonrası, gözler yine radikalleşme konusuna çevrilmişti. Saldırı
ile ilgili bağlantıları araştıran polis, yaşları 16 ve 22 olan iki kişiyi
tutukladı. Avustralya’da son dönemde ismi terör grupları ile anılan, bir
saldırı hazırlığında olan veya saldırıyı gerçekleştirenlerin yaşları oldukça
küçük. Zaten yetkilileri en çok endişelendiren durum da bu. Terör
faaliyetlerinde kullanılanların çocuk yaşta olmalarına dikkat çeken Başbakan
Turnbull, “Bu tehditlere ve çocukları terörist yapmak isteyen insanlara karşı,
bizim de onlar kadar dikkatli ve hızlı olmamız lazım” dedi. En şok edici açıklama
ise Avustralya Federal Polis Müdürü Andrew Colvin’den geldi. 12 yaşında bir
çocuğun radikal bir grup yanlısı olmasından dolayı takibe alındığını söyleyen
Colvin, “12 yaşında bir çocuğun bu tür olaylardan polis takibine alınması bizi
şoke etti” demişti.
NSW Hükümeti bu vahim olay üzerine geçtiğimiz
yıl ‘School Communities Working
Together’ adlı bir program başlattı. 47 milyon bütçe ayrılan program, okullarda
radikalleşmeyi önlemeyi amaçlıyor. Programın ne kadar başarılı olduğu konusu
ise geçtiğimiz günlerde etnik medya temsilcileri ile NSW Parlamentosu’nda bir
araya gelen Başbakan Gladis Berejiklian’a soruldu. Ben bu sorunun durup
dururken başlatılan bu program ile alakalı sorulduğunu zannetmiyorum. Çünkü
toplantıdan bir hafta önce de NSW Eğitim Bakanlığı’nın, Batı Sydney’de Müslüman
öğrencilerin yoğunluğu ile bilinen Punchbowl semtinde bir okulda, 10 yaşındaki
çocuklara kadar IŞİD sempatizanı öğrenciler olduğu ve öğretmenleri tehdit
ettiği iddiasını araştırdığı medyaya yansımıştı. Adının açıklanmasını istemeyen
ve eskiden bu okulda çalışan bir bayan öğretmen, kayıtlar da herhangi bir
şikayet olmamasına ve velilerin de duymamasına rağmen 3 yıl önce Müslüman
öğrencilerin, öğretmenlerin kafalarını kesmekle tehdit ettiğini ve diğer
öğrencileri de Kur’an okumaya zorladığını söyledi. Okulda helal yiyecek
satışına da karşı olan öğretmenin iddiaları üzerine yapılan araştırma da NSW
Eğitim Bakanı Rob Stokes, ortaya atılan iddiaları kanıtlayacak herhangi bir
bulgu olmadığını açıkladı. Müslüman toplum hakları savunucusu Avukat Bilal Rauf
ise okulda ne olduğu ile ilgili kesin bir araştırma veya rapor bulunmadığını
söyleyerek, okula bu yüzden haksızlık yapıldığını ifade etti.
Bizde ‘Çamur at, yapışmazsa izi kalır’ diye çok
meşhur bir atasözü vardır ya…Bu konu da bu atasözünün tecellisi gibi…Müslüman
öğrenci sayısı ile göze çarpan söz konusu eğitim kurumu, maalesef hedef
tahtasına kondu. Biraz zor ihtimal olabilir ama bu iddiaları ortaya atan
öğretmenin acaba okula karşı herhangi bir husumeti, kini veya düşmanlığımı
vardı? Diye, sormadan da edemiyoruz. Çünkü öğretmen 2014 yılında olduğunu iddia
ettiği olayları, 2017 yılında gündeme taşıdı. Keşke tam detayıyla iddiaların
gerçek olup olmadığı ve neyin ne olduğu ortaya çıkana kadar, nasıl öğretmenin
kimliğinin gizli kalması için hassasiyet gösterildiyse, söz konusu okulun da
ismi saklı tutulsaydı. Şimdi, adı geçen okulda eğer bu iddiaların aslı
astarının olmadığı anlaşılırsa, atılan çamurun izini kim temizleyecek?
Şu anda Hizmet Hareketi’ne gönül verenler için de
benzer bir durum yaşanıyor Türkiye’de. AKP iktidarının ve Erdoğan’ın
kutuplaştırmayı başardığı Türkiye’de, insanlar arasında nifak, kin ve nefret
tohumları yeşertildi. (İnşallah bir hazan mevsimiyle bunların hepsi yok olur.)
Özellikle cemaat yaftası ile ihbar edilen kişilerin maruz kaldıkları
mağduriyeti ifade etmeye kelimeler yeterli gelmiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan,
nasıl ki darbeyi lütuf olarak gördüyse, vatandaşlar arasında cemaat
mensuplarını ihbar etmek de bir fırsat gibi karşılanıyor, ne yazık ki… Hatta hiç
alakası olmayan insanlar bile bir telefon ihbarı ile varını, yoğunu kaybederek
bir anda kendisini zindanda bularak, hayatı alt üst ediliyor. Tabii bu durum en
çokta ticaret sahasında rekabet edenlere yarıyor. Bulunduğu sektörde elinin
emeği ve alnının teri ile başarıya ulaşmış işadamlarının hayatı ve işyerleri,
aynı alanda faaliyet gösteren rekabetçisi tarafından bir ihbar ile darmadağın
ediliyor. Kesinleşmiş herhangi bir cezai karar olmadan işadamlarını hedef
tahtasına koyarak bu insanları gadre uğratmaya, malının, mülkünün talan
edilmesine kimsenin hakkı olmaması lazım! Ama tabii ki bu olması gereken
kurallar, demokrasinin uygulandığı ülkeler için geçerli.
Yaftalamak
sureti ile daha fazla insana mağduriyetler yaşatmak isteyenlere Allah fırsat
vermesin diyor; Yeryüzünde sulhtan, barıştan, sevgiden, hoşgörüden, insanlıktan
ve inandığı gibi yaşamadan başka bir arzusu olmayan Hizmet Hareketi
mensuplarının mağduriyetlerinin ve her gün bir yenisinin eklenerek maruz
kaldıkları insanlık dışı zulümlerin bir an evvel sona ermesini diliyoruz. z.polat@yepyeni.zamanaustralia.com.au