İsmi içinde “Allah” kelimesi olduğu için o günkü nüfus idaresi laikliğe aykırı diye kaydetmemiş. On yedi yaşından beri hep kirli devletin takibine maruz kaldı. Defalarca öldürmek istediler. Cenab-ı Allah’ın inayeti ile kurtuldu.Son altmış yılda görmediği zulüm, atılmayan iftira kalmadı. Kimisi ona ‘şeriatı getirecek’ diye yıllarca itham etti, hapse attırdı, eşkıya gibi aradı.
ABD’deki en güçlü Yahudi lobisinden madalya alan da onu İsrail ajanlığı ile suçladı. Hakkında ehl-i dalalet ve özellikle ehli haset tarafından üç binden fazla yalan uyduruldu ve uyduruluyor.O ise Bediüzzaman’ın yolunu takip ederek her havlayan kelpe taş atmamış. Çünkü atsaydı, yeryüzünde taş kalmazdı, galiba! O sadece iman demiş, Kur’an demiş, doğruluk demiş ve cehalete hayatı boyunca savaş ilan etmiştir. Ehli dalalet ve de ehli haset ve onların şeytanları çok iyi biliyor ki, Hocaefendi’nin Rabbim Allah demek, insanları eğitmek ve eğitime teşvik etmek, cehaleti, fakirliği yenmeye çalışmak, İslam’ın tertemiz çehresine atılan kiri temizlemeye çalışmaktan başka bir suçu yok. Çünkü o, ne ehli haset gibi makamperest ne de onlar gibi Harun iken Karun olanlar gibi dünyaperest olmuş. Dünyada tek dikili ağacının olduğuna şahit olmadık. Kitaplarından gelen telif gelirinin yüzde doksanını ve emekli maaşı dahil Allah yolunda fakirlere verdi.
Eğer böyle bir kişi gelişmiş ülkelerde olsaydı el üstünde tutulur, kendisine her türlü madalya verilir, devlet başkanları onu görünce ayağa kalkarlardı. Ama kendi ülkesinde İslam tarihinin en büyük canisi muamelesi görüyor. Biraz araştırdım. Son altmış yıldır kendisi için, istenen toplam ceza, yaklaşık dört bin küsur yılı buluyor. Bu şu demek: 80 milyon kişinin ölümüne sebep olan 28 Nazi katiline istenilen cezanın nerede ise yirmi katı. İslam tarihinde bu kadar ceza istenen hiç kimse yok. Dünya tarihinde sadece feodal Avrupa mahkemeleri bu tür cezalar istemişler. İslam tarihinde en çok ceza istenen kişi
Hocaefendi dünya tarihinde en çok ceza istenen kişi olarak yedinci sırada. Yaklaşık son üç yılda, özellikle son sekiz ayda da, onu seven eğitim sevdalılarından on binlerce hizmet gönüllüsünün de her türlü hakları elinden alınmış, malları gasp edilmiş durumda. Bunlar ne yesin diyenlere de “ağac kabukları yesinler” diye cevap veriyor, vicdanı tefessüh etmiş günümüzün zalimleri. Yeni doğan bebeği annesinden ayırarak sütsüz bıraktıracak, nezarethanede kadınlara doğum yaptıracak, yoğun bakımda doğum yapan kadını kapıda bekleyerek, gözaltına götürecek kadar gözü dönmüşlükle karşı karışa, günümüzün insanları. Tarihte sadece Bulgarlar esir ettikleri Osmanlı askerlerini ağaç kabuğu yemeğe mahkum etmişler. Bunu niye anlatıyorum. Bir ülkücü meşrep, Türkiye’yi şu an idare edenlerin yedisi de Türk değil demiş. ‘Fesübhanallah’ dedim. Türk mü değil mi bilmem. Irk da önemli değil. Bunu duyunca Üstad’ın kendisine altmiş yıl boyunca zulüm edenler hakkında zu ifade ettiği sözleri hatırıma geldi. “Bana zulüm edenler Türk değil. Cunku Kuran’a bin yıl hizmet edenler, zulüm yapmaz.”
KENGER SÖYLER
Yazımı, rahmetli babamın anlattığı ve bugünkü karalık ve karmaşık oyalara ışık tutan, unutamadığım bir hakikatle bitireyim. Osmanlı’nın son dönemlerinde merkezi hükümet zayıflayınca dağlarda eşkıyalar kol gezer. Tıpkı günümüzde, devletin gücünü arkasına alarak, milletin maline ve canına çöken eşkıyalar gibi… Eşkıyalardan biri, dağ başında bir garibanın yolunu keser, malına el koyar ve öldürmeden önce çaresiz gariban; ‘öldürmemesi için’ yalvarır. Şayet öldürülmesi halinde, bu zulmünün cezasız kalmayacağını söyler, eli silahlı eşkıyaya… Eşkıya “Burası dağ başı kim görecek, kim söylecek?” deyince gariban “A ha işte şu kenger (bir çeşit bitki)” der. Eşkıya ise; güler ve sonra garibanı öldürür. Aradan yıllar geçer. Eşkıya evlenir. Hanımı ile o dağa çıkınca kenger bitkisini görünce güler. Hanımı ‘niye güldün?’diye ısrarla sorunca “öldürdüğüm garibanın sözü aklıma geldi” der ve olanı hanımına söyler. Aradan bir kaç yıl geçer. Eşkıya hanımını çok dövünce o da soluğu karakolda alır ve kocasının katil olduğunu söyler. Karakolda eşkıyaya bir iki dayak atınca adam garibanı öldürdüğünü kabul eder ve kendisine hak edilen ceza verilir. Olay gerçek. Eşkıyanın katilini kenger bitkisini vesile kılıp cezasını verdirten Allah’ın, bu kadar mazlumun, mağdurun ve mahkûmun ahını karşılıksız bırakacağını zannedenler, ya kalplerinde nifak taşır veya imanları çok zayıftır. Eğer ceza gecikiyorsa, belki de Üstad’ın ifade ettiği gibi; büyük cezalar Mahkeme-i Kübra’ya bırakılıyor.