8 aydır özgürlüklerinden alıkonulan 26 gazeteciden 21’i tahliye edilmesine rağmen hukuk dışı yöntemlerle serbest bırakılmadı. Gazeteciler, 31 Mart’tan bu yana artık sanık değil rehin olarak Silivri’de tutuluyor. Bir hafta süren duruşmada verilen ifadeler, yürütülmeye çalışılan davanın altının ne kadar boş olduğunu gözler önüne serdi. İfade veren gazetecilerden biri olan Emre Soncan’ın savunması ise cadı avını tarihe not düşen nitelikteydi. Tr724 olarak Soncan’ın ifadesinin tamamını yayımlıyoruz.
Sayın Başkan ve değerli üyeler;
Siz hiç ölmek istediniz mi? Ben o gece istedim. 3 kişilik hücrelerde 13 kişi yatarak geçirdiğimiz gözaltı sürecinin ardından hapishaneye getirildiğimiz ilk gece bana ve meslektaşlarıma yaşatılanların sonrasında -ki burada ayrıntıya girmeyeceğim- bizi ‘karantina’ denilen geçici koğuşa koyduklarında kendimi yatağa bıraktım. Ve Dante’nin İlahi Komedyası’nda ‘ömrün yarısı’ olarak betimlediği 35 yıllık hayatımda ilk kez “Allah’ım bu gece burada benim canımı al ve bana sabahı gösterme” diye dua ettim. Çünkü artık bu dünyanın, başka bir gezegenin cehennemi olduğunu düşünmeye başlamıştım. Fakat sabah uyandım ve her doğan yeni günün beraberinde yeni bir umudu ve yeni bir macerayı getirdiğini, hayatta vazgeçmeye asla yer olmadığını anladım. Ve mahkemenize de hiç vazgeçmeden, adalet tecelli edene kadar fikirlerimi müdafaa etmek için geldim.
TARİHİN BENİ AKLAYACAĞINA EMİNİM
Sayın Başkan ve değerli üyeler;
Kâinat yaklaşık 14 milyar, dünya 4,5 milyar, insanoğlu da 200 bin yıldır var. NASA’nın uzayda tespit ettiği radyo sinyali tam 3 milyar ışık yılı uzakta. İşte böyle sonsuz bir zaman ve mekânda sizler de ben de birer noktadan ibaretiz. Hayatlarımızı ancak hakikate ulaşma yolunda göstereceğimiz çabayla anlamlandırabiliriz. İşte ben savunmamla bu hakikati arama yolculuğunda bir adım daha atacağım… Sizler de vereceğiniz kararlarla… Ben tarih tarafından er ya da geç aklanacağıma eminim. Ama önce öz yurdumda, memleketimin cübbeleri iliksiz hâkimlerinin önünde aklanmak istiyorum.
HAYATIM BOYUNCA DEMOKRASİDEN TARAF OLDUM
Sayın Başkan ve değerli üyeler;
Savunmamı kısa tutacağım. Küçük bir girizgâhın ardından iddianamede şahsıma ilişkin suçlamalara kısa ve net cevaplar vererek müdafaamı nihayete erdireceğim.
İlk, orta ve liseyi devlete ait okullarda okuduktan sonra burslu olarak Bahçeşehir Üniversitesi’ni kazandım. Üniversiteye devam ederken Star Gazetesi’nde kısa süre staj yaptım. Ardından yüksek lisansıma devam ederken bu kez CNN Türk’te stajyer olarak bulundum. 2004’te stajyer olarak girdiğim Zaman Gazetesi’nde, 2005’e geldiğimizde artık kadrolu bir basın emekçisiydim. 2009’da Ankara’ya geçtim. Cumhurbaşkanlığı ve Savunma Muhabiri unvanıyla mesleğimi başkentte sürdürdüm. 12 yıllık profesyonel gazetecilik hayatım boyunca hatalarım oldu ama hiçbir zaman bilerek yanlış yapmadım. Sadece halk için gazetecilik yapan, plazalardan kurtulmuş, kahvaltıda simit-çay ikilisinden vazgeçmeyen sahici, emeğe değer veren bir gazetecilik hayal ettim. Ama çalıştığım hiçbir kurumda bu ütopyayı yaşayamadım. İşin acı tarafı, Türkiye’deki hiçbir medya grubunda bu idealler realize edilemedi. Hayatım boyunca taraf oldum. Hayattan taraf oldum, yaşamaktan… Özgürlüklerden, demokrasiden, adaletten taraf oldum. Bu yüzden gördüğüm yanlışları da evrensel demokratik değerler çerçevesinde eleştirmekten geri durmadım. Hiçbir örgüte, cemaate, tarikata ya da ideolojik gruba dâhil olmadım. Sadece Gazeteciler Cemiyeti üyesiydim. Ondan da çok pişmanım. Çünkü hapisteki gazetecilere gereken desteği vermediler. Ve inandığım değerler doğrultusunda yürüttüğüm mesleğimin 12. yılında tek bir cebir ve şiddet suçlaması gösterilmeden ‘Silahlı terör örgütü üyeliği’ iddiasıyla tutuklandım. Açık görüş hakkımız, telefon hakkımız, avukatla görüşme hakkımız, dışarıdan kitap alma hakkımız kısıtlandı. Avlumuzun üzerinde bir parça gökyüzü vardı. En sonunda onu da çok gördüler. Doğu ile Batı Almanya’yı ayıran utanç duvarı gibi, bizim de gökyüzümüzü tellerle ördüler. Üzerimizden geçen uçaklara dokunamayalım, bulutları kucaklayamayalım diye… Ve işte böyle geçip giden 241 günün sonunda kendimi müdafaa etme şansı buldum.
BU İDDİANAME 19. YÜZYIL HUKUKUNUN BİLE GERİSİNDE
Ünlü Anayasacı Dicey 1885’te yazdığı Introduction to The Study of The Law of The Constitution adlı eserinde hiç kimsenin kanunları ihlal etme dışında bir sebeple yargılanamayacağını söylemişti. Bu, sizin daha iyi bildiğiniz gibi, kanun hâkimiyeti ya da hukukun üstünlüğü olarak adlandırılan olgunun en temel unsurudur. Dolayısıyla ne siyasi iktidarlar ne de yargı mensupları, fikirlerini ve davranışlarını beğenmedikleri için insanları cezalandıramazlar. İşte 21. yüzyılda hazırlanan ve mahkemenize sunulan bu iddianame 19. yüzyıl hukuk anlayışının dahi fersah fersah gerisindedir. Sayın Savcı Çağlak, iddianamenin şahsımla ilgili kısmında, düşüncenin suç olduğunu iddia etmiş ve en büyük düşünce suçunu işlemiştir. Fakat Sayın Savcı’nun unuttuğu şey şudur; fikirler kurşun geçirmezdir ve hapislere sığmazlar. Çünkü fikirler daima firardadır.
Sayın Başkan ve değerli üyeler
İddianamede şahsımla ilgili kısmı üç bölümde değerlendirebilirim. Birincisi; 2015’te bir gazeteye verdiğim mülakat ve bir TV kanalında yaptığım konuşmalarda Sayın Cumhurbaşkanı’na dair yaptığım eleştiriler… İkincisi; sosyal medya mesajlarım ve üçüncüsü de Bank Asya’daki 31 bin 400 liram…
Öncelikle Sayın Cumhurbaşkanı’yla ilgili hiçbir hakaret, şiddet övgüsü ya da şiddet çağrısı içermeyen, herhangi bir tekzibe ve o dönemde herhangi bir soruşturmaya konu olmamış eleştirilerim, Anayasa’nın 25 ve 28. maddelerindeki düşünce ve ifade özgürlüğünün yanı sıra basın hürriyeti kapsamında ele alınmalıdır.
Öte yandan AİHM içtihatlarına göre özgürlük, ‘sadece toplumun ve devletin doğru ya da zararsız gördüğü haber ve düşüncelerin değil, devletin veya halkın bir bölümünün olumsuz ya da yanlış bulduğu, onları rahatsız eden haber ve düşüncelerin de serbestçe ifade edilebilmesidir.
BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ, DEMOKRASİ İLE OTOKRASİYİ AYIRAN EN TEMEL GÖSTERGEDİR
AİHM eski yargıcı Rıza Türmen’in de vurguladığı gibi basın özgürlüğü, demokratik bir rejim ile otoriter-totaliter bir rejimi ayıran en temel faktörlerden biridir. İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun temelini oluşturur. Özgür bir basının temel görevi, halkın bilgi alma hakkını gerçekleştirerek hükümetin yanlışlarını kamuoyunun dikkatine sunmak ve halkın karar alma mekanizmalarına katılımını kolaylaştırmaktır. Otoriter-totaliter rejimlerde ise hükümetler basını kontrol altına alır ve kendi amaçları için kullanır. Bu yüzden gazetecilerle ilgili verilecek kararlar, Türkiye’deki rejim tartışmalarına da doğrudan müspet ya da menfi tesir yapacaktır.
Tarihte örneklerini gördüğümüz ve bugün dünyanın çeşitli coğrafyalarında halen varlığını sürdüren totaliter rejimler, halkın sadece iktidarın doğrularını öğrenmesini, lidere sadakat ve hayranlık bağlarıyla bağlanmasını, muhalif seslerin susturulmasını amaçlar. Bu tür rejimlerde eleştirmek, vatan hainliğiyle eşdeğerdir.
AİHM’ye göre basın özgürlüğüne müdahale ancak çok istisnai ve zorunlu durumlarda kabul edilebilir. Basının özgürlük alanı geniştir. Buna müdahale ancak nefret söylemi ve şiddete teşvik varsa kabul edilebilir. Zaten benim açımdan da meselenin özü budur. Hiçbir konuşmam, yazım, paylaşımım ya da mesajımda nefret söylemi ya da şiddete teşvik yoktur. Aksine, kamuoyuyla paylaştığım birçok mesajda defalarca şiddetin yol olamayacağını vurguladım. Anayasa Mahkemesi Başkanı Sayın Zühtü Aslan da bir makalesinde ifade özgürlüğü tartışmalarına şu yorumuyla katılmıştı: “İfade özgürlüğü, ötekinin özgürlüğüdür. İfade özgürlüğü, kendimizi ve başkalarını tanımlamada, anlamada ve algılamada, başkalarıyla ilişkimizi belirlemede ihtiyaç duyduğumuz bir değerdir. Bu değerin değerini bilmek zorundayız.”
Sayın heyet, bırakın AİHM içtihatlarını; şiddet çağrısı, hakaret ya da nefret söylemi içermeyen düşünceleri suç olarak vasıflandırmak, Türkiye’nin demokrasi birikimine karşı büyük bir nezaketsizliktir. Zaten Sayın Savcı Çağlak, iddianamenin mevzuat bölümünde düşünce ve ifade özgürlüğünün kısıtlanmasına ilişkin mahkeme kararlarını sıralarken farkında olmadan şahsıma ilişkin yönelttiği suçlamaları da yine kendisi hükümsüz kılmıştır. Çağlak, AİHM’nin düşünce ve ifadelerin ‘rahatsız edici, şok edici, abartılı hatta saldırgan’ olabileceğini, ancak şiddeti teşvik eden açıklamaların yasaklanabileceği yönündeki içtihadını, bizatihi kendisi iddianameye koymuştur. Peki, benim hangi düşüncem, hangi ifadem, hangi konuşmam ya da hangi paylaşımım şiddeti teşvik eden unsurlar içermektedir?
KENDİMİ SİSYPHOS GİBİ HİSSEDİYORUM
Sayın Başkan ve Değerli Üyeler
Bazen kendimi mitolojideki Sisyphos karakteri gibi hissediyorum. Mitolojideki anlatımlara göre Sisyphos, cehennemde bir kayayı bir dağın eteğinden yukarıya itmeye mahkûm edilmişti. Ve kaya zirveye ulaşmadan aşağı yuvarlanıyor, Sisyphos da onu yeniden yukarıya itiyordu. Camus da bu efsaneyi ‘saçma’ metaforu ile hikâyeleştirmişti. Ben de aylardır hakkımdaki iddialara cevap veriyorum ama her defasında tutukluluğumun devamına hükmediliyor. Bir kez daha anlatıyorum, bir kez daha aynı sonuçla karşılaşıyorum. Sanki sonsuza değin böyle sürecekmiş gibi…
Tutukluluğumun devamına ilişkin verilen kararlardaki sürekli tekrar eden savlardan biri de ‘kaçma şüphesi’ydi. Gözaltına alınmamdan önce sosyal medyada nam salmış ve siyasi iktidara yakın olduğu iddia edilen Twitter hesapları defalarca tutuklanacağımı yazdı. Birçok ülke için vizem olmasına rağmen yurtdışına gitmedim. Hakkımdaki gözaltı kararını medyadan öğrendikten sonra Emniyet’e gidip kendim teslim oldum. Ama kaçma şüphem varmış. Ve tutukluluğumun devamına ilişkin kararlarla bu savı pekiştirmek için benzer soruşturmalardaki bazı isimlerin yurtdışına çıktığı vurgulanıyordu. En temel evrensel ilkelerden biri, hiç kimsenin başkasının işlediği suç nedeniyle cezalandırılamayacağıdır. Peki, ben neden şahsımla hiçbir ilgisi olmayan isimlerin eylemleri nedeniyle cezalandırılıyorum? Hakkımdaki tutukluluk artık tedbir olmaktan çıkmış ve açık bir cezalandırmaya dönüşmüştür.
Sayın Başkan ve Değerli Üyeler
İddianamedeki bir diğer suçlama Bankasya’daki 31 bin 400 liralık mevduatım. Zaten muhabirlik yapan bir gazetecinin hesabında ancak bu kadar para olur. Zaman Gazetesi Bankasya ile çalıştığı için, bana ait maaş hesabı da haliyle gazete tarafından bu bankada açıldı. Daha önce Zaman Gazetesi Vakıfbank’la çalışırken benim hesabım da Vakıfbank’taydı. Bankasya’ya talimatla para yatırmadım. 2013’te 20 bin liram vardı. 2015’te 31 bin liraya çıkmış. Bu para da hesabımda uzun süre kalmadı. Çünkü araba satın aldım. İlgili kurumlardan bu bilgiye ulaşılabilir. Bankasya’ya talimatla ya da bir destek kampanyası kapsamında para yatırsaydım mevduatımı son dakikaya kadar tutmam gerekirdi. Zaten kanunlarla kurulmuş, devletin ilgili üst kurullarının denetiminde faaliyet gösteren bir bankadaki paraya ilişkin yapılan suçlamayı da anlayabilmiş değilim.
SAVCININ HAYALİNDE CANLANDIRDIĞI KARAKTERİ CEZALANDIRIYORSUNUZ
Sayın Heyet, bu yargılamanın sonunda eğer beni cezalandırırsanız ya da Cuma akşamı geri hapishaneye geri yollarsanız -ki vereceğiniz her karara saygı duyacağımı peşinen belirtmek isterim- aslında beni değil, Sayın Savcı Çağlak’ın hayalinde yarattığı karakteri cezalandıracaksınız. Sadece Savcı Bey değil, dünyanın tüm savcıları birleşip aynı iddiayı dile getirse de ben terörist değilim. Ben Emre Soncan’ım. Ben gazeteciyim. O yüzden yeniden demir parmaklıkların arkasına gitsem dahi suçsuz olmanın gönül rahatlığını yaşayacağım.
Sayın Çağlak’ı hiç görmedim. İfademi dahi almadı çünkü. O yüzden kendisini tanımıyorum. Fakat ben bu iddianamede mutsuzluk görüyorum. Ben bu metnin arkasında, hayatında bir kez bile papatya toplamamış, sokak lambasının ölgün sarı ışığıyla aydınlanan yağmur damlaları altında saçlarını savuran bir kadına âşık olmamış, bir bebeğin tebessümüne ya da gözyaşlarına dünyayı sığdıramamış, Üsküdar’dan Beşiktaş’a motorla geçerken martılara simit atmamış, çocukken güneş ışığını avuçlamaya, gölgesinden hızla kaçmaya çalışmamış bir insanın halet-i ruhiyesini görüyorum.
GÜLEN HAREKETİ’Nİ TERÖR ÖRGÜTÜ OLARAK GÖRMÜYORUM
Sayın Başkan ve Değerli Üyeler
Son olarak da sosyal medya paylaşımlarıma değinmek istiyorum. Sayın Savcı, ‘İşte şimdi seni yakaladım Emre Soncan’ diyerek büyük bir heyecan ve iştiyakla bir tweet’imi ilgili kısmın en başına yerleştirmiş. O mesajımda şöyle diyorum: ‘Bu tweet’i attığım için gözaltına alınır mıyım bilmiyorum ama bu alçak cuntanın arkasında Gülen Hareketi olduğu iddiasını makul bulmuyorum’ Tabi Savcı Bey herhalde heyecandan bu tweet’in öncüllerini ve ardıllarını iddianameye koymayı unutmuş. Hâlbuki gerek bundan önceki gerek bundan sonraki mesajlarımda darbenin karşısında olduğumu ve bu girişim karşısında seçilmiş iktidarın yanında yer almanın bir demokrasi ödevi olduğunu açık şekilde vurguladım. Hatta darbe gecesi hem iktidardan hem muhalefetten birçok isim kimin kazanacağını beklediği için sessizliğe bürünürken ben girişim devam ederken demokrasinin tarafında olduğumu net bir şekilde ifade ettim. Avukatım bu mesajları mahkemenize iletecektir.
O tweet’imin içeriğine gelince; 248 yurttaşımızın hayatına mal olan bu cuntanın arkasında, Ortadoğu’da haritaların yeniden çizildiği bir dönemde Ankara’nın eksenini değiştirmeye ve onu belli bir bloğun içine itme amacı taşıyan yabancı istihbarat örgütleri olduğu kanaatini taşıyorum. Gerek tutuklanmadan önce gerek tutuklanmadan sonra yaptığım açık kaynak okumaları ve geçmiş birikimlerimin ışığında oluşturduğum bu paradigmanın sonucunda da Gülen Hareketi’ni bir terör örgütü olarak görmüyorum. Söylediklerimin içinden geçtiğimiz bu olağanüstü süreçte, hakkımda verilecek karara menfi tesir yapabileceğinin farkındayım. Fakat özgür bir gazeteci inandığı doğruları kendisine saklayamaz. Bunları ahval ve şerait ne olursa olsun açıklamakla yükümlüdür.
Diğer tweet’lerim de konuşmalarım ve yazılarım gibi nefret söylemi ve şiddet çağrısı içermemektedir. Anayasamız tarafından güvence altına alınan düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında atılmıştır. Hiçbir konuşmam ya da paylaşımımda da suç kastı yoktur. Bu paylaşımlarım ulusal güvenlik ve kamu güvenliğini menfi şekilde etkileyecek hiçbir içerik ihtiva etmemektedir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 10. maddesi de herkesin ifade özgürlüğü hakkına sahip olduğunu, bu hakkın kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin kanaat özgürlüğünü, haber-görüş alma ve verme özgürlüğünü kapsadığını vurgulamaktadır.
Bu aşamada sanırım biraz gizem katmak için evimdeki aramada ‘Gizli’ ibareli evraklar bulunduğu belirtilmiş. Söz konusu evrak da talebim üzerine Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği tarafından şahsıma tevdi edilmiş ve bu konulara meraklı araştırmacılara açık arşiv yazışmalarıdır.
KARŞINIZDA TERÖRİST YOK, GAZETECİ VAR
Sayın Başkan ve Değerli Üyeler
Memleketin üzerinde kalın bir sis perdesi var. Bu perde bir gün kalktığında bugün benim yaptığım savunma da sizlerin verdiği karar da yarın sonsuzlukta yankılanacak. Öyle olağanüstü günlerden geçiyoruz ki ülkemizi hep birlikte dingin bir limana yanaştırmak için başta politikacılar, aydınlar, gazeteciler ve yargı mensupları olmak üzere tüm yurttaşlar, idraklere giydirilmiş deli gömlekleri olan ideolojilerden sıyrılarak vicdanlarının sesini dinlemek zorundadırlar.
Sokrates ölerek yaşamanın onurunu korumuştu. Ben de 241 gündür suçsuz yere hapis yatarak özgür gazeteciliğin onurunu koruyorum. Eğer bugün gazeteciler hapiste diye dışarıda daha güzel bir Türkiye varsa ben mahpusluğa devam etmeye razıyım. Ama unutulmamalıdır ki gazeteciliğe pranga vuran bir ülkeye özgürlük asla gelmeyecektir.
Karşınızda bir ‘terörist’ yok. Hayatı boyunca terörün, şiddetin, nefretin, kötülüğün yamaçlarında dahi dolaşmamış, baştan aşağı düşünceden mürekkep bir gazeteci var. Bundan sonrası için artık takdir heyetinizindir. Vicdanım müsterih. Tarih bir gün beni aklayacak. Çünkü gazetecilik sınırlarının dışına asla çıkmadım. Tarih bir gün beni aklayacak. Çünkü mesleğimin onurunu hiçbir zaman yere düşürmedim. Ve evet tarih bir gün beni aklayacak çünkü fikirlerimi maddi menfaatler uğruna köle pazarlarında satılığa çıkarmadım.
Sözlerime son verirken savunmanın başından bu yana anlattığım olgular ışığında vicdanınızın ve adalet terazisinin hassas dengesine güvenerek heyetinizden tahliyemi talep ediyorum.