Gazeteci Arzu Yıldız, tahliye kararı verildekten sonra tekrar tutuklanan eski Zaman gazetesi muhabiri Ayşenur Parıldak’ı anlattı..Ayşenur hukuk fakültesi son sınıf öğrencisi, Türkiye’de yaşanan 15 Temmuz darbe girişiminin ardından başlayan cadı avında tutuklandı. 4 Ağustos 2016’da okuduğu Hukuk Fakültesinde son dersini vermek için girdiği sınavda gözaltına alındı. Gözaltına alınma nedeni isimsiz bir ihbar telefonu. Arayan kişi iktidar karşıtı bir Twitter fenomeni olan “fuatavni hesabının takip ettiği öğrenci kaçabilir” diye bir ihbarda bulunmuş ve polis ensesine basarak Ayşenur’u gözaltına alımıştı. Ayşenur o gün ne hayallerle gittiği okulundan öyle ayrılacağını kim bilir belki de hiç düşünmemişti.
Ayşenur hukuk fakültesinde okurken aslında gazetecilik yapmak istediğini fark edip, benim de beş sene çalıştığım Taraf gazetesine geldi. Staj yapmak istediğini söyledi, ısrarcı oldu. Israr etmese de sempatik ve konuşkandı reddedilmesi mümkün değildi. Kabul ettiler. İlk orada karşılaşmıştık. Daha sonra hukuk okuduğu için benimle beraber adliyeye gitmesi söylendi. Yanımda staj yapacaktı.
Beraber adliyeye gittik. Ben çok yoğun çalışıyordum. O arada Ayşenur’a “bilmem kaçıncı kata çık, orada şu savcıya git onda şu dosya vardı bir sor gelişme olmuş mu? Ondan bilgi alamazsan şu avukatı ara, ondan da bilgi alamazsan soruşturmanın muhataplarına sor” diyordum. Hiç itiraz etmiyordu. Benimle birlikte gece yarılarına kadar adliyeyi bekliyordu. Çok fazla istekte bulunuyor çok fazla çalıştırıyordum. Şikayet ya da itiraz etmediği gibi “Senin böyle çalıştığını bilmiyordum. Çok şey öğreniyorum” diyor daha çok çalışıyordu. O zamanlar 20’li yaşlarda çok genç bir kızdı. Bir kez bile saygısızlık yaptığını kimseyi kırdığını görmedim. Zaman ilerledikçe birbirimizi daha iyi tanımaya başladık.
O dönemde siyasal islamcılardan Necmeddin Erbakan’ın ölümünden sonra çocukları arasında miras kavgası çıktığı haberleri yapılmıştı. Erbakan’ın kızı Zeynep Erbakan kardeşlerine miras için dava açmıştı. Herkes ona ulaşmaya çalışıyordu. Ben de birkaç kez şansımı denedim ama gazetecilerle görüşmek istemediği bildirildi. Adliyede çalıştığınız için uğramadığım Taraf’ın Ankara Bürosuna gitmiştik. Kadına ulaşmanın bir yolu olmalı diye düşünüyordum. Aklıma bir fikir geldi. Ayşenur’u çağırdım. Çok aradığımdan benim sesimi tanırlar diye telefonda onu konuşturacaktım. Alacağımız yanıt “tersleme” bile olsa bizim için önemliydi ve haberde kullanabilirdik. Ayşenur’a “şu numarayı ara Konya Kulu’dan arıyorum kadın kolları adına burada bir etkinliğimiz var. Zeynep hanımı davet etmek istiyoruz kendisi ile görüşebilir miyim de” dedim. Yüzüme baktı, gözlerime tedirgindi, “Arzu abla ben yalan söyleyemem” dedi. Ben de “Kadına ulaşmamız lazım. Söyleyeceksin hadi konuşma da ara” dedim. Tekrar durdu “Ben yapamam başkası yapsa, yalan söyleyemem” dedi. “Ya Ayşenur altı üstü dediğimi tekrarlayacaksın” diye çıkıştım. Korkarak telefonu aldı, gözleri gözümdeydi ve tedirgindi. Panikleyerek söylediklerimi telefondakine iletti. Bana döndü “Numara istiyorlar” dedi “Kendi cebini ver” dedim yine “nasıl yani” der gibi bakıyordu. Numarayı verdi. Sonra döndü “Arzu abla bana yalan söylettin. Benim aklıma böyle bir yolla ulaşmak gelmezdi” dedi. Telefonda basit bir yalanı bile söyleyemeyen biriydi Ayşenur. Ve onun bu hali çok hoşuma gitmişti.
Ayşenur gazeteci olmak istiyordu. Hem de öyle sıradan bir gazeteci de olmak istemiyordu. Büyük bir gazeteci olmak hayali vardı. Okuldaki arkadaşları sadece derslerine yoğunlaşırken o uykusundan zamanından fedakarlık yapıp hem okulu hem de gazeteciliği bir arada götürmeye çalışıyordu.
Birgün yanıma geldi. Dedi ki “Ben ayrıldım gazeteden Zaman Gazetesi ile görüşmüşler. Taraf para vermiyor onlar hem sigorta yapacak hem maaş verecek. Oraya gideceğim” çok üzülmüştüm. Ayşenur sadece Çalışkan ve dürüst değildi aynı zamanda küçüktü, sevimliydi, neşeliydi ve çok okuyan entellektüel biriydi. Sohbet ettiğimizde sinemadan,tarihe, edebiyata kadar birçok konuya vakıf olduğunu hissettiriyordu. İnsanları insan olduğu için seviyordu. Küçük kız artık kendi yolunu çiziyordu.
Zaman Gazetesine başladığında çok hareketli bir dönemin de içerisine düşmüştü. Dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın ve yakınlarının, iktidar mensuplarının adının karıştığı yolsuzluk operasyonları ve sonrasında yaşananları takip ediyorduk. Aynı gazetede yollarımız ayrılmıştı fakat aynı adliyede yan yanaydık. Beraber mesai yapıyor, olayları birlikte takip ediyorduk. Ne zaman beraber olsak hep stajyer gibi davranmayı sürdürdü. Bir şeyler sorar öğrenmeye çalışırdı. O dönemlerde insanlara çok haksızlıklar yapılıyordu. Ayşenur gözaltına alınan kadınlara, hamilelere dayanamıyordu. Bazen aşırı hassas oluyor, hatta olaylar karşısında göz yaşlarına boğuluyordu.
Zaman zaman bana oturmaya da gelmeye başladı. Artık iki meslektaş olmanın ötesinde iki yakın arkadaş olmuştuk. Kapıyı çaldığında eve giriyor, montunu bir kenara atıyor ” bir çay koysana. Karnımda aç az da patates kızartır mısın” diyordu. Kendi evi gibi davranıyordu. Beraber sofrada kritik de yapıyorduk. Özel hayatımızı da konuşuyorduk. Hakkımda ne zaman olumsuz bir haber çıksa ansızın kapıda beliriyordu. Biri hakkımda olumsuz bir şey söylese bu çalıştığı gazetede de olsa yönetici de yazar da olsa fark etmiyor diş biliyordu. Sana nasıl böyle haksızlık yaparlar, bunu söylerler diye benden çok bana üzüldüğüne çok şahit oldum. İkinci kızımı doğurduğum gün akşamına geldi. Her konuda yanımdaydı. Sık sık beni çok sevdiğini söylüyordu. Ben de onu seviyordum ama onun kadar açık gönüllü olamadım.
Ayşenur evliliğe karşıydı. Hatta doğru da bulmuyordu. İnsanların hemen evlenmemesi gerektiğini söylerdi. Aramızda gizli saklı olmuyordu. Birgün Ayşenur’un evlendiğini duydum çok şaşırdım. Karşıydı ama kendisi de yapmıştı. Henüz yeni evliydi fakat ağır sorunlar yaşamaya başlamıştı. Beni arayıp kahvaltıya çağırdı o zamana kadar ben de bilmiyordum durumu. Ankara Balgat da bir yere oturduk kahvaltı yapmaya başladık. O zaman ağlayarak mutsuz olduğunu anlattı. Ne yapacağımı ne diyeceğimi bilemedim. Çok küçüktü. 26 yaşına girmemişti bile. İyi düşün dedim. Sorunları hep çözmeye uğraştı aile terapistine kadar her yolu denedi. Kimseyi kolay silemiyordu onu kırsalar bile.
(O gun kendi diktigi bu elbiseyi giymisti ve bu fotoğrafı da bana çektirmişti)
Sonra 2016 yılında eşinden ayrıldı. Ama ayrılık onu çok etkilemişti. Erken başladığı maceranın acı bir sonu gibiydi. Bana geldi yine bir sofra kurduk, çay içtik o gün akşama kadar ağladı. Gözaltına alınmadan önce instagram hesabından eşiyle yaşadığı evden son bir fotoğraf paylaşmıştı. Gitme zamanı diye. Zannediyorum ki o fotoğraf ihbara ve tutuklanmasına sebep olan olayların başlangıcı oldu. Ayşenur’un kaçmayı gerektirecek ne statüsü ne durumu ne de kimse ile bağı vardı. Hedef olmasını gerektirecek bir şey yoktu. Öğrenciydi ve gazeteci olmak istiyordu.
17 Temmuz 2016’da hakkımda “işkence insanlık suçudur” yazdığım için gözaltı kararı çıkarılmış polisler evime gelmişti. Ancak evde değildim beni ilk arayanlar arasında Ayşenur vardı. Kendisinden istememe rağmen adliyeye gitmiş neden böyle bir şey yaptıklarını öğrenmeye çalışmıştı. Beni aradığında “Senin bebeğin beş-altı aylık daha. Neden senle uğraşıyorlar. Gittim tüm adliyeyi dolaştım kalabalıktı muhattap bulamadım yine gideceğim. Ve bugün hiç olmadığım kadar üzgünüm” dedi.
Üzgündü çünkü Ayşenur, vefalı dost canlısı bir insandı. Gazetecilikte ilkeye önem veriyordu. Sonrasında ben gidip teslim olmamayı seçtim. Çünkü ohal ilan edilmiş, gözaltı süresi 30 güne çıkarılmış, ve hukuk askıya alınmıştı. Kucağımda minicik bir bebeği bırakmak istemedim. Aradan zaman geçti. 4 Ağustos’ta Twitter da Ahmet Dönmez’in ” Ayşenur’dan ne istediniz” twitini gördüm. Şaşırdım fotoğrafa baktım okul bahçesinde Ayşenur’u ensesine basarak almışlar ve polis aracına götürüyorlardı. O gün akşama kadar o fotoğrafa bakıp ağladım. Ahmet güzel sormuştu: Ayşenur’dan ne istediniz?
Kucağımdaki çocuğu bırakamamıştım, ama Ayşenur’un da gözümde ondan farkı yoktu. Aklımdan birgün bile çıkmadı. Bırakırlar diye düşünüyordum çünkü Ayşenur öğrenciydi ve gazeteci olmak istiyordu bunun dışında bir amacı da yoktu. Ayşenur Türkiye’de bedel ödeyen yaşı en küçük gazeteci. Aylardır haksız yere tutuklu. Bunu yargılandığı mahkemenin hakimleri de gördü ki tahliye etti. Ancak baskı geldi ve mahkeme Ayşenur’u aynı gece cezaevinden çıkarmadan yeniden tutukladı.
Ayşenur 2 Mayıs 2016’da çıktığı duruşmada şunları söyledi.
“Savcı bey ısrarla mütalaasında tutukluluğun devamını istiyor. Gerekçelerinden birinde bylock demiş ama öyle bir şey dosyanın hiç bir yerinde Yok. 9 ay oldu hakim bey, ben gerçekten her gece sizinle konuşuyorum rüyalarımda. Şu an vicdanınıza hitap ediyorum. 9 ay tutuklu kaldım. 27 yaşındayım. Üniversiteyi bitiremedim hakim bey! Sınavımdan aldılar beni. Ağlamayacağıma kendime söz vermiştim. Avukatlarım da ağlama dediler ama şurada benim her zamanki halimi görüyorsunuz. Her zaman ki halim çünkü bu! Size dönüp ağlıyorum çünkü her gece rüyalarımda bile sizinle konuşuyorum. 9 aydır hiçbir şey yapamadım. Çocuklarınız varsa bilirsiniz, bir insan 9 ayda neler yapar! Ama ben hiçbir şey yapamadım. Hayatımı altüst ettiler hakim bey. Ben orada kaldığım günlerce.
Daha yeni boşanmıştım gözaltına alınmadan önce. Boşanmış bir kadın ne travmalar geçirir bilirsiniz. Sayın heyet ben sizden gerçekten adalet bekliyorum. Adalet umuyorum. Ama önce inanmak istiyorum hakim bey. Çıkacak kararın adil olacağına, adalete inanmak istiyorum. Ama ben dayanamıyorum. Nisan ayı 31 gün olsa ben dayanamayacaktım şuraya çıkmak için.Sayısını bilmiyorum kaç kere o çamaşır ipine asıp tekrar geri bağladım kendimi. Vicdanınıza bırakıyorum.”
Şimdi vicdanı olan herkes gibi soruyorum: Ayşenur’dan ne istediniz? Kaynak: yildizarzu.blogspot.com